26 Ekim 2010 Salı

Evren ne demektir?

Evren ne demektir?



Evren denilince; yer, gök, gezegenler, ay, güneş, yıldızlar dâhil canlı-cansız bütün yaratıkların oluşturduğu varlıklar âlemi akla gelir.


Evrendeki her şey Allah tarafından belirli bir ölçüye göre yaratılmıştır


Allah, evrende var olan her şeyi belli bir ölçü (Furkan suresi, ayet 2) ve düzene göre yaratmış, onların yaratılışını birtakım amaç ve hikmetlere dayandırmıştır. O, boş ve yersiz hiçbir şey yaratmamıştır.(Hicr suresi, 85)






VARLIKLAR ÂLEMİ






GÖRÜNEN


















GÖRÜNMEYEN






UZAY










HAYVAN










BİTKİ










İNSAN


















MELEK










CİN










ŞEYTAN


Varlıklar âlemini görünen ve görünmeyenler olmak üzere iki kısma ayırabiliriz.


a.Görünenler; gökyüzünde güneş, ay, yıldızlar, yeryüzünde insanlar, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, dağlar, denizler vb. varlıklardır. Bu varlıkların her birinin kendine özgü bir yapısı, şekli ve yaşam biçimi vardır.


b.Görünmeyenler; gözümüzle göremediğimiz, fakat varlığını dini kaynaklardan öğrendiğimiz varlıklardır. Melekler, cinler ve şeytan bunlardandır. Bizler görmesek de onların var olduğuna inanırız. Çünkü bu varlıkların nitelikleri, görevleri ve niçin yaratıldıkları gibi konularda Kutsal Kitabımız Kur’an’da bilgiler verilmektedir.


İnsanın Evrendeki Konumu


İnsana niçin küçük âlem denilmiştir?


Evreni yaratan Allah, dünyayı üzerinde yaşanabilir bir konuma getirdikten sonra, evrendeki bütün varlıkların özelliklerini taşıdığı “küçük alem” olarak nitelenen insanı yaratmıştır. Ruh ve bedenden oluşan bir varlık olan insan, dünyadaki varlıklar içerisinde çok boyutlu ve karmaşık bir yapıya sahiptir. İnsanın bu yapısı çeşitli bilimlere konu olmuştur. Örneğin; biyoloji organizmasıyla, psikoloji iç dünyasıyla, sosyoloji diğer insanlarla ilişkisiyle, antropoloji de gelişimi ile ilgilenmektedir.


İnsan yeryüzündeki varlıklar içerisinde ayrıcalıklı, üstün ve değerli bir varlıktır


Kur’anıkerim insanı bütün varlıklardan farklı bir biçimde ele almakta ve insana büyük değer vermektedir. İnsanın yaratılışı ve özellikleri ile ilgili ayetleri incelediğimizde insanın, yeryüzündeki varlıklar içerisinde ayrıcalıklı, üstün ve değerli bir konuma sahip olduğunu görürüz. Kur’an’da geçen “Biz, gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık”(İsra suresi, ayet 70) ayeti de insanın üstün ve değerli bir varlık olarak yaratıldığını belirtmektedir.


İnsan niçin değerli ve üstün bir varlıktır?


Esasında insanın üstünlüğü, onun yaratılışında cereyan eden olaylarla ortaya çıkmaktadır. Allah’ın halife olarak yarattığı insana meleklerin itirazı, Allah’ın melekleri denemesi, insanla karşılaştırması ve insanın üstünlüğünün ortaya çıkması ile son bulmuştur. Bu üstünlük Hz. Adem’e bütün isimlerin öğretilmesi, kısaca ona verilen öğretim ve bilgidir.(Bakara 30-34) Yani insanda ortaya çıkan ilk üstünlük onun yeryüzünde Allah’ın temsilcisi (halife) olması ve bunun gerektirdiği, dünyaya hakim olmasını sağlayan ilim ve bilgeliğin kendisinde var olmasıdır. Bu üstünlük meleklerce kabul edilmiş ve onların Hz. Adem’e secde etmeleri ile neticelenmiştir.(Bakara suresi, 34)


İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir


İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yüce Allah Kur’an’da “... Sonra da şekillendirip kendi ruhundan ona üfleyen Allah’tır.” (Secde 9) buyurmaktadır. İşte insanı diğer bütün varlıklardan ayıran ve şerefli kılan bu “ilahi ruh”tur. İnsan böyle bir ilahi kaynağa sahip olduğu için Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. (Bakara suresi, ayet 30; En’am suresi, ayet 165) Halife vekil, başkasının yerine iş gören, temsilci olan kimse demektir. İnsanın Allah’ın halifesi olarak yaratılmasının nedeni, Allah’a kulluk etmek, dünyada onun dilediği biçimde yaşamaktır. Yüce Allah Kur’an’da “Ben ....İnsanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat suresi, ayet 56) buyurarak, insanın yaratılış amacını açık bir şekilde belirtmektedir.


İnsanı yeryüzündeki diğer varlıklara üstün kılan özellikleri






* İnsan yaratılmış varlıkların en üstünü(eşrefi mahlukat)dür. Çünkü insan, akıllı ve düşünen bir varlıktır. Aklı ve düşüncesi ile iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydayı zarardan ayırt eder. Çevresinde olup bitenleri anlar ve değerlendirir. Öz varlığının bilincindedir. Yani yaratılışını, kainatın niteliğini bilir. Kendisi ile kainat arasındaki ilişkinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinin bilincindedir. İradesini kullanarak da davranışlarını kontrol eder ve iyiye, güzele yönlendirir.


* İnsan, bilen ve öğrendiklerini kavrayan bir varlıktır. Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde insanın bilen bir varlık olduğu vurgulandığı gibi, meleklerden üstünlükleri hatırlatılırken bu yönüne dikkat çekilmiştir. O, öğrendiklerini konuşarak ve yazarak başkalarına aktaran bir varlıktır.


* İnsan, teklife muhatap, özgür bir varlıktır. Onun Yaratıcıdan bir mesaj alabilmeye layık görülmesi, yani vahye muhatap kılınması kendisine verilen üstünlüğün ve değerin bir göstergesidir. Ayrıca davranışlarında özgür bir varlıktır. Allah insana iyiyi, kötüyü bildirmiş,(Şems 8) onu seçimlerinde serbest bırakmıştır. O, insanı belli bir şekilde davranmaya zorlamamış, ona dilediğini yapma hürriyeti vermiştir. Kur’an’da “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik; ister şükreder, ister nankörlük eder”(İnsan suresi, ayet 3) buyrulmaktadır.


* İnsan sorumlu bir varlıktır. Özgürlük ve seçme hakkı insanın sorumlu olma zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Başka bir ifadeyle insanın sorumluluğu hür bir iradeye sahip olmasının bir sonucudur. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’a göre insan kendi yaşayışından sorumlu tek varlıktır. “O gün kişi önceden yaptıklarına bakacaktır.” (Nebe suresi, 40) Hatta sadece kendi yaşayışından değil, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması sebebiyle dünyada ilahi mesajın gereklerini yerine getirmekle de sorumludur.






İnsan, inanan ve dini boyutu olan bir varlıktır. Onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerinden birisi de inanan bir varlık olmasıdır. İnsan, düşünme ve bilme yeteneği sayesinde kendi öz benliğini, çevresini ve Rabb’ini tanır. Böylece inanan bir varlık haline gelir. Onun temel görevi Allah`ı tanımak, ona kulluk etmek, insani ve ahlaki değerlere bağlı kalarak yaşayıp sonsuz hayata hazırlanmaktır.






* İnsan yapıcı ve üretici bir varlıktır. En küçük şehirlerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pek çok şey meydana getirir. Bu merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal ilimlerin temeli insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır.






Özetle İslam’a göre insan akıllı, düşünen, irade sahibi, özgür, sorumlu, bilen, inanan bir varlıktır. Aynı zamanda Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve yaratılmışların en üstünüdür.






İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Temel Özellikleri










İNSAN






AKILLI






ÖĞRENEN






İRADE SAHİBİ






ÖZGÜR






SORUMLU






İNANAN






BİR VARLIKTIR

4 yorum:

  1. Paylaşımınız için teşekkür ederim. Acizane bu fakir bir kaç cümlede eklemek ister, çorba da tuz misali:
    On sekiz bin âlemin birleştiği, kesiştiği noktayız. Hem Rabbaniyeti(tanrılığı), şeytaniyeti, melekiyeti, hayvaniyeti, nabatiyeti hem de cemadiyeti(katılığı maddeliği) içinde barındıranız. İşte tüm kâinat zaten bunlardan ibaret olduğu için “Ben yere göğe sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım” lütfüne mazharız. Tüm kâinatı yaradan Allah bu kalbe sığabiliyorsa, bu âlemde en büyük tecellisi, tezahürü olan ancak âdem aynasında gerçekleşiyorsa tüm kâinatın kıblesi insandır. Bazı tasavvuf büyüklerine göre Allah meleklere "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." dediğinde... (ila ahirihi)hükmü gereğince "halife" den murat "aynadır" denir. Yani kıdem aynasıdır. şöyle ki;

    alıntıdır.
    "Allah’ın adem (kâinat) ve kıdem (insan) aynası olmak üzere
    iki tür aynası olduğunu ve O’nun kendini kıdem aynasında görebildiğini, yani O’nu ancak kıdem aynasının gösterebildiğini,
    kıdem aynasının da kendini adem aynasına yansıtmış olduğunu
    evvelce anlatmıştık. Bu durumu izah için de “Kalbin aksi kâinat / Kalp içinde sırr-ı Zât” demiştik. Çünkü, Allah kendini adem aynası olan kâinatta görmek isteseydi, o zaman insanı yaratmasına gerek kalmazdı. Bunu istemediği içindir ki tüm cansız ve canlı dediğimiz yaratıklarıyla önce kâinatı yaratmış, sonra da ondakileri insanda toplamıştır. Onun için insan dışındaki
    tüm yaratıklar ademde, boşlukta veya yokluktadır ve Allah’a
    ayna olmaktan uzaktır. O’na ayna olan ve O’nun varlığını bildiren, kıdem aynası denen insandır. “Kâinat sevgiden yaratılmıştır”
    cümlesiyle özetlenmiş anlam budur. Burada bahsedilen
    insanın, karanlıktan tamamen kurtulmuş olan gerçek insan,
    yani insan-ı kâmil olduğunu tekrarlamaya herhalde hacet yoktur. Diğerleri de görünüşte insandır ama karanlıkta olduklarından,
    bakanı göstermez, üzerlerine vuran görüntüyü yansıtmazlar.
    Sevginin Allah’tayken kendinden kendine olduğunu, kendini
    görmek isteyince “insan” adını verdiği bir ayna yarattığını, bu aynanın Muhammed’in nuru olduğunu ve daha sonra Mu-hammed olarak dünya âlemine geldiğini, gelmeden önce insanı ikiye ayırıp yarısına kadın, yarısına erkek dediğini, zuhur âleminin bu ikilikten meydana geldiğini ve bu iki kutbun birleşmesiyle
    ortaya bir eser çıktığını evvelce anlatmıştık. Eser, görünen şeydir.
    Kâinat ve canlıları dahil, her eserin oluşmasında bu iki zıt güce ihtiyaç vardır. Hüvezzahir esması bu iki zıt güce ihtiyaç duyduğuna göre, bu iki güç hiçbir zaman yok olmayacaktır. Bu neden böyledir? Muhabbetin karşılıklı olmasından... Allah, her şeyi sevgiden yarattığına ve sevgi de karşılıklı olduğuna göre, sevenin karşısında daima bir sevilen, cemalin karşısında daima bir celal olacaktır. Bu zıtlık her zaman birbirini takip edecektir. Tıpkı her harbin sonunda bir sulh, her yokuşun sonunda
    bir iniş oluşu gibi..."

    çok teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
  2. alıntıdır.
    "Allah’ın adem (kâinat) ve kıdem (insan) aynası olmak üzere
    iki tür aynası olduğunu ve O’nun kendini kıdem aynasında görebildiğini, yani O’nu ancak kıdem aynasının gösterebildiğini,
    kıdem aynasının da kendini adem aynasına yansıtmış olduğunu
    evvelce anlatmıştık. Bu durumu izah için de “Kalbin aksi kâinat / Kalp içinde sırr-ı Zât” demiştik. Çünkü, Allah kendini adem aynası olan kâinatta görmek isteseydi, o zaman insanı yaratmasına gerek kalmazdı. Bunu istemediği içindir ki tüm cansız ve canlı dediğimiz yaratıklarıyla önce kâinatı yaratmış, sonra da ondakileri insanda toplamıştır. Onun için insan dışındaki
    tüm yaratıklar ademde, boşlukta veya yokluktadır ve Allah’a
    ayna olmaktan uzaktır. O’na ayna olan ve O’nun varlığını bildiren, kıdem aynası denen insandır. “Kâinat sevgiden yaratılmıştır”
    cümlesiyle özetlenmiş anlam budur. Burada bahsedilen
    insanın, karanlıktan tamamen kurtulmuş olan gerçek insan,
    yani insan-ı kâmil olduğunu tekrarlamaya herhalde hacet yoktur. Diğerleri de görünüşte insandır ama karanlıkta olduklarından,
    bakanı göstermez, üzerlerine vuran görüntüyü yansıtmazlar.
    Sevginin Allah’tayken kendinden kendine olduğunu, kendini
    görmek isteyince “insan” adını verdiği bir ayna yarattığını, bu aynanın Muhammed’in nuru olduğunu ve daha sonra Mu-hammed olarak dünya âlemine geldiğini, gelmeden önce insanı ikiye ayırıp yarısına kadın, yarısına erkek dediğini, zuhur âleminin bu ikilikten meydana geldiğini ve bu iki kutbun birleşmesiyle
    ortaya bir eser çıktığını evvelce anlatmıştık. Eser, görünen şeydir.
    Kâinat ve canlıları dahil, her eserin oluşmasında bu iki zıt güce ihtiyaç vardır. Hüvezzahir esması bu iki zıt güce ihtiyaç duyduğuna göre, bu iki güç hiçbir zaman yok olmayacaktır. Bu neden böyledir? Muhabbetin karşılıklı olmasından... Allah, her şeyi sevgiden yarattığına ve sevgi de karşılıklı olduğuna göre, sevenin karşısında daima bir sevilen, cemalin karşısında daima bir celal olacaktır. Bu zıtlık her zaman birbirini takip edecektir. Tıpkı her harbin sonunda bir sulh, her yokuşun sonunda
    bir iniş oluşu gibi..."

    çok teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
  3. Paylaşımınız için teşekkür ederim. Acizane bu fakir bir kaç cümlede eklemek ister, çorba da tuz misali:
    On sekiz bin âlemin birleştiği, kesiştiği noktayız. Hem Rabbaniyeti(tanrılığı), şeytaniyeti, melekiyeti, hayvaniyeti, nabatiyeti hem de cemadiyeti(katılığı maddeliği) içinde barındıranız. İşte tüm kâinat zaten bunlardan ibaret olduğu için “Ben yere göğe sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım” lütfüne mazharız. Tüm kâinatı yaradan Allah bu kalbe sığabiliyorsa, bu âlemde en büyük tecellisi, tezahürü olan ancak âdem aynasında gerçekleşiyorsa tüm kâinatın kıblesi insandır. Bazı tasavvuf büyüklerine göre Allah meleklere "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." dediğinde... (ila ahirihi)hükmü gereğince "halife" den murat "aynadır" denilmiştir. Yani kıdem aynasıdır. Buna binaen görüş dört şekildedir. Kulun kulu görmesi, Kulun Allah'ı görmesi, Allah'ın kulu görmesi ve Allah'ın Allah'ı yani kendisini görmesi. Kulun kulu görmesini hepimiz biliyoruz. Allah'ın kulu görmesi de malumunuz O el-basirdir. Kulun Alah'ı görmesi kişinin yani kulun saflaşmış (nefsi safiye makamı) nefsine baktığında gördüğüdür. Bu noktada "Enel Hak (Ben Tanrıyım)" veya "Süphani(Kendimi tenzih ederim yani benzersizim)" diyenler olmuşturlar. Son olarak da Allah'ın Allah'ı görmesidir. Allah'ın insan-ı kamilin kalbine baktığında gördüğüdür.

    Saygılarımla...

    YanıtlaSil
  4. sayın kaptan yürekten tşk ediyorum bu güzel anlamlı manalı yorumunuz
    için anlaşılabilir olmak ne kadar
    güzel

    YanıtlaSil

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...