31 Temmuz 2010 Cumartesi

laleli baba

Osmanlı Padişahlarından biri, kendisine her sözünde hikmet olan Lâleli Baba adında bir veliden bahsedilince bu zâtı merak edip ziyaretine gider. Büyük bir vêli olduğundan halkın asla şüphe etmediği bu zât, padişahın birçok sorusunu cevaplandırırken, dünyada en büyük nimetin ne olduğunu soran Sultan’a “Dünyada en büyük nimet, yiyip içtikten sonra ihtiyacını gidermektir.” der.

Padişah bu cevabı beğenmez. Hattâ bir bakıma kaba bir mânâ taşıyan bu nezaketsiz cevaptan sonra canı sıkılarak kalkıp gider.

O gece yediği yemeği, içtiği suyu dışarı çıkaramayan Sultan, sabaha kadar sarayın içinde dört döner. Güç bela eriştiği şafak vaktinde alel-acele bir abdest alır; namazını kıldıktan sonra, doğruca “Lâleli Baba’nın evine koşar. Gece sabaha kadar gözlerine uyku girmediğini, şafağı iple çektiğini, içinde bulunduğu zahmetten kurtulması için dua istediğini yalvarırcasına anlatır.

Lâleli Baba, “Allah’ın nice nimetlerine sahip olduğumuz halde, alışkanlık sebebiyle bunların kıymetini bilmiyoruz. Yiyip içtikten sonra ihtiyaç gidermenin büyük bir nimet olduğunu şimdi öğrendiniz, değil mi?” der ve ilâve eder: “Eğer yaptırdığınız şu camiyi bana bağışlar ve padişahlığınızı da, bütün yetkileriyle birlikte bana bırakırsanız, kurtulmanız için dua ederim.”

Camiyi derhal bağışladığını, bu andan itibaren “Lâleli Câmii” olduğunu bildiren padişah, saltanatını veremeyeceğini ifade etmek isterse de, artık tahammülü tükenmekte olduğu için, nihayet saltanattan da vazgeçtiğini, yeter ki içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarılması için dua etmesini rica eder. Lâleli Baba, o zaman şu karşılığı verir: “Bir saltanat ki, ihtiyaç gidermeye feda ediliyor; doğrusu buna saltanat demeye bin şâhid ister!”

Lâleli Baba’nın duasını ancak bu şekilde alan Sultan, içinde bulunduğu halden hemen kurtulur. Yaptırmış olduğu camii, Lâleli Baba’ya bağışladığı için de, bu cami onun adına izâfeten “Lâleli Camii” diye anılır.

Evet, sadece ihtiyaç gidererek içimizdeki pisliği temizleyebilmemizin ne değerli bir nimet olduğunu bu misalle anlamaya çalışmalı ve ihtiyacımızı giderdikten sonra,

“Benden eziyet verici şeyi giderici ve bana âfiyet verici Allah’a hamd olsun” demeliyiz

29 Temmuz 2010 Perşembe

Dua, dua, eller karıncalanmış...

Dua, dua, eller karıncalanmış...


Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu



“Rabbena zalemna enfusena Ve in lem tağfirlena ve terhemna lenekunenne minel hasirin.”

“Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, elbette büyük ziyana uğrayanlardan olacağız.”(Araf-23)


“Rabbic’alni mukimessalati ve min zürriyeti. Rabbena ve tekabbel dua. Rabbenağfirli veli valideyye velil muminine yevme yekumul hisab”
Rabbim beni namazı dosdoğru, mükemmel şekilde kılan bir insan yap. Zürriyetimden de böyle insanlar yarat. Ey Rabbimiz! Dualarımızı kabul et. Rabbimiz, Kıyametin kopacağı günde, beni ana ve babamı ve müminleri bağışla.-İbrahim–40–41


"Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisani yefkahu kavli”
Ey rabbim. Göğsümü aç, genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimde bulunan düğümü çöz de, anlasınlar beni(Taha:25-28)



Rabbi inni zalemtü nefsi fağfirli”
Ey Rabbim, ben nefsime zulmettim. Beni bağışla.”(Kasas-16)




"Rabbi hebli min ledünke zurriyetten tayyibeten.İnneke semiüddua”

Rabbim bana kendi katından tertemiz ve mübarek bir zürriyet ihsan et. Şüphe yok ki, sen duaları işitensin.(Âl-i İmran-38)


"Rabbena efriğ aleyna sabren ve sebbit akdemena vensurna alel kavmil kâfirin."
Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl. Kafirlerden meydana gelen topluluğa karşı bize yardım et.(Bakara-250)


"Rabbena la tuziğ kulubena bade iz hedeytena ve heblena min ledünke rahmeh.İnneke entel vehhab.”
Rabbimiz hidayete erdikten sonra kalplerimizi batıla meylettirme. Şüphesiz sen ziyadesiyle bağışlayansın.”(Âl-i İmran–8,9)



"Ey Rabbimiz, bize dünyâda da iyilik, güzellik ver, âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azâbından koru,"
Ey Rabbim! Gizlide ve açıkda senden haşyetini istiyorum. Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlâs sözünden ayırmamanı istiyorum, fakirlikte de zenginlikte de i'tidâlden ayırmamanı istiyorum. Senden tükenmez bir ni'met, kesilmez bir göz ferahlığı (yüzde açıkça görülen neş'e ve huzûr) istiyorum. Senden beni kazâna râzı kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum. Ey Rabbim! Bizi îmân zîynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidâyet rehberleri kıl.
"Ey kalbleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl."
Ey kudret ve Hâkimiyet ve Mâlikiyeti bütün zâhirî seyyid ve meliklerin hadsiz derecede fevkinde bulunan, şeref-i intisâbı hiçbir seyyidin intisâbına benzemeyen ve Ona mensup olana kudretiyle herşeyi musahhar eden Hâkim-i Ezelî,
Ey lisân-ı hal ve kal ile edilen bütün dualara nihayetsiz rahmet ve kudretiyle ve nihayetsiz hikmetinin muktezâsınca icâbet eden Mücîb-i Rahîm,
Ey bütün hayır ve hasenât Onun elinde bulunan ve Onun tevfikiyle vücuda gelen, her hayrâtı yazan, her hasenâtı kaydeden, her a''mâl-i sâlihayı muhâfaza eden ve her hizmetin ücretini ve her hasenâtın mükâfâtını veren Hafîz-i Alîm,


Ey kemâlât-ı kibriyâsı mümkün ve mutasavver bütün mertebelerin üzerinde bulunan ve mahlûkatı mektûbat-ı Samedâniye ve memurîn-i İlâhiye mertebelerine çıkaran ve îman ve itaatle Ona intisab edenleri a''lâ-yı illiyîne yükseltip fazl ve keremiyle ulvî derecelere mazhar eden Fâtır-ı Hakîm,


Ey maddî ve mânevî nimetlere, rızıklara, ömürlere, hayır ve hasenelere bereket ihsân eden, nihayetsiz rahmet ve gınâ ve cûd ve sehâsıyla ziyadelikler veren Muhsin-i Kerîm,

Ey âsî kullarının hatalarını mağfiret etmek şanından olan Gafûr-u Rahîm,

Ey havl ve kuvvetiyle bütün belaları def eden Mevlâ-yı Azîm,

Ey büyük küçük bütün mevcudatın gizli ve açık bütün seslerini birden işiten ve hiçbir sadâ Ondan gizli kalmayan Semî-i Alîm,

Ey bütün mahlukatın sual ve dua lisanıyla ettikleri fakr ve ihtiyâcâtına dâimî cevap veren ve yerine getiren Kerîm-i Pürnevâl,

Ey en gizli mahlukatının en gizli arzularını ve en hafî niyazlarını bilen, işiten ve icâbet eden Alîm-i Zülcemal,

Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

yusuf has hacip

Yusuf Has Hacib
Sözün, gözsüzlere göz olsun..
Ok düz olmasaydı, doğru gitmezdi.
Kimin düşündüğü ile söylediği bir olursa, işte doğru insan odur..

27 Temmuz 2010 Salı

Türkler Ve Islamiyet...

Türk, bütün varlığı ve heyecanı ile islamiyete koşarken hasretle beklediği
dine kavuşmanın mutluluğunu yaşamıştır. "Allah’tan başka ilah yoktur"
diyen, "cihad" emri ile "alplik ruhunu" besleyen, öte yandan "hak yolda"
alimlerin akıttığı mürekkebi, şehid kanından daha mübarek bulan
islamiyet, kısa zamanda Türk’ün ruhunu keşfetmekle kalmamış, Türk’ü
yeniden Türk’e buldurmuştur.
S. AHMET ARVASİ

Türkler ve İslamiyet
İslamiyeti kabul etmeleriyle birlikte millet olma sürecini tamamlayan Türkler kısa sürede islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmiş,hakimiyeti altında olsun ya da olmasın tüm müslüman azınlıkları koruyup kollama görevini üstlenmişlerdir. Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti, bu gücünü hiç şüphesiz İslam dininden almıştır
Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti bu gücünü hiç şüphesiz İslam dininden almıştır. Türklerin İslamiyeti kabulünün en önemli sonucu, islam dinine girmeleriyle millet olma sürecini tamamlayan Türklerin kısa süre içerisinde islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmeleri olmuştur


Türkleri İslamiyete Yakınlaştıran Sebepler
Türkleri islamiyete yakınlaştıran en önemli sebep, tevhid inancı olmuştur. Allah'ın birliği inancı Türkler’de çok yaygın olan bir inançtı. Din adamlarını huzuruna çağıran Mengü Kağan, "biz tek Tanrı’nın varlığına, onun sayesinde yaşadığımıza ve onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz" demişti. (Süleyman Kocabaş, Adil Türk İdaresi, s.15)
Türklerde Allah'ın birliği inancı "Kök Tengri" (Gök-Kainat Tanrısı) olarak isimlendirilmişti. Türkler’in inançları ile islam inancı arasındaki benzerlik sadece bununla sınırlı değildi. İslamiyet öncesi Türkler ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kaza ve kadere inanırlar ve kurban keserlerdi. Zina ve eşcinsellik kesinlikle yasaktı ve hırsızlık ağır ceza ile cezalandırılırdı. (İ. Hami Danışmend, Türk Irkı Neden Müslüman Oldu, s.17) Türklerin islamiyeti kabul etmelerinde islam öncesi Türklerin inançları ile islamiyet arasındaki büyük benzerlikler önemli rol oynamıştır. Bu benzerlikleri kavradıkça islamiyete her geçen gün yakınlık duyan Türkler, Emevi Valisi'nin Horosan'da İslamiyeti yaymak için cami ve medrese açmasına hiçbir tepki göstermemiştir. Bu yakınlaşma süreci Arap Müslümanlarla Türklerin ortak düşmanları olan Çinlilere karşı omuz omuza mücadele etmesiyle doruk noktasına ulaşmıştır.

Dünya Tarihinin Dönüm Noktası
Türkler’in İslam dini ve müslüman Araplarla tanışmasına vesile olan "Talas Savaşı"ndan Çin Ordusu karşısında zorlanan Müslümanların yardımına Türk süvarileri yetişmiştir. Savaşı izleyen Karluk beyinin emriyle savaş alanına giren Türk süvarileri karşısında neye uğradıklarını şaşıran Çinliler Talas Savaşı’nda yenilgiye uğramışlardır. Bu savaşın ardından islamiyet Maveraünnehr’de kalıcı hale gelmiş ve Türkler de uzun zaman Çin tehlikesinden kurtulmuşlardır.
Bölgeye adım atan Müslüman Araplar, Türklerin yüksek ahlaklarını, idarecilik ve savaştaki üstün meziyetlerini yakından tanıma imkanı bulmuşlardır. Bu savaş sonucunda, Türklerin islamiyete girmesiyle bu dinin kısa sürede bir "dünya dini" olacağı inancı doğmuştur. Türklerin müslüman Arapları, Arapların da Türkleri tanımasına neden olan "Talas Savaşı" dünya tarihi için bir dönüm noktası olmuştur.
Talas Savaşı’nın ardından kitleler halinde islam dinine geçen Türkler, iddia edilenlerin aksine hiçbir zorlama ile karşılaşmamışlardır:
"Türkler, İslamiyeti samimi olarak, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama ve dış baskı olmaksızın kitle halinde kabul edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmış oluyorlardı… Türkler müslüman olmak suretiyle Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardı." (Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, s.47)

Müslüman Olmayan Türklerin Akibeti
Türkler islamiyeti kabul etmeselerdi hiç şüphesiz tarihteki milletler mezarlığına gömülürlerdi. İslamiyeti kabul etmeden çeşitli uzakdoğu dinlerinin etkisi altında kalan Türkler, bu dinlerden olumsuz şekilde etkilenmiştir.İslamiyeti kabul etmeyen Türk boyları, tarih boyunca milli kültürlerini kaybetmeye mahkum olmuşlardır. Nitekim Budizmi eden Tabgaçlar, Museviliği Hazarlar bugün Türklüklerini tamamen kaybetmişlerdir. Allah’ın insanlığa son mesajı olan Kuran’ın yolunu izleyen hiçbir boyu benliğini kaybetmemiştir.
Türklerin islamiyeti kabulünden çok önce M.S 375 yılında Avrupa’ya ayak basan ilk Türkler olarak tarihe geçen Hunlar, siyasi ve askeri açıdan uzun yıllar kendinden söz ettirmiş ancak çeşitli uzakdoğu dinlerinin etkisi altında kaldıkları için Türklüklerini kaybetmişlerdir. Büyük bir kısmı Hristiyanlaşan bu Hun Türkleri sosyal asimilasyona uğrayarak milli varlıklarını kaybetmişlerdir. Dün olduğu gibi bugün de Müslüman olmak ve islamiyetin gereklerine uygun bir yaşam sürmek Türk Milleti’nin varlık şartı olarak önemini korumaktadır. (Süleyman Kocabaş, Adil Türk İdaresi, s.17)

Türklerin İslam Dünyasındaki Liderliği
İslamiyeti kabul eden Türkler "İlahi Kelimetullah" davası uğruna tüm dünyaya Türk-İslam adalet ve hoşgörüsünü götürmekle kalmamış, hakimiyeti altında 30’dan fazla din ve ırktan insanı koruyup kollamayı kendisine vazife bilmiştir.
Türkler İslam dünyasının önderlik görevini ilk olarak Selçuklu Devleti zamanında kazanmışlardı. Selçuklu devleti ve onun mirası üzerine korulan Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde olsun ya da olmasın islam ülkelerine yapılan saldırıları kendi ülkesine yapılan bir saldırı olarak kabul ediyordu. Yavuz Sultan Selim Mısır’da hüküm süren Memlüklü Devleti’ne son vermesi üzerine islam dünyasının önderliği manevi olarak da Türklere geçti ve tüm islam dünyasının başkenti İstanbul oldu.
Mısır’ın ardından Kuzey Afrika ülkeleri de birer birer Osmanlı sınırlarına dahil edildi. İspanyol işgaline uğrayan Cezayir’e çıkarma yapan Barbaros Hayrettin Paşa bölge halkının sevgi gösterileriyle karşılandı. Türklerin Cezayir’e adım atışıyla birlikte İspanyolların ve İspanyollarla işbirliği içerisinde bulunan Cezayirli yöneticilerin halka yapmış oldukları zulüm son buldu.Cezayir’le birlikte Tunus, Fas, Libya, Irak, Körfez Ülkeleri ve Yemen’de Osmanlı topraklarına dahil edildi.
Türkler hakimiyeti altındaki topraklarda hiçbir zaman emperyalist bir yaklaşım içerisinde olmadı. Özellikle halkı müslüman olan ülkelerdeki insanlar, her alanda Türklerle eşit haklara sahipti. Arap halkları İslamiyete yapmış oldukları hizmetlerden dolayı Osmanlı Sultanlarına ve Türklere büyük sempati duyuyorlar ve "kavmi necip" olarak isimlendiriyorlardı. 4. yüzyıl Türk idaresi altında yaşayan Araplar, her türlü iç ve dış saldırıya karşı güven içinde bir yaşam sürdüler.
19. asırda bölgedeki doğal kaynaklara göz diken Batı ülkelerinin kışkırtmalarıyla Arap ülkelerinde esen bağımsızlık rüzgarı iddia edilenin aksine huzur ve güven ortamı sağlamadı. "Türkler Arap ülkelerinde sömürgecidir" iddiasıyla Arapları kışkırtılan Batılı güçler, 2. Dünya Savaşı sonuna kadar bu ülkeleri emperyalist çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır

26 Temmuz 2010 Pazartesi

berat gecesinin sırları

Üç ayların ikincisi olan Şabân ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gecedir. Kur'ân-ı Kerîm, Levh-i Mahfûz'a bu gece indi. Allahu Teâlâ, ezelde hiçbir şey yaratmadan önce, her şeyi takdîr etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir. Rahmet kapılarının açılıp, duâların kabul olacağı dört geceden biridir.

Bu gece mahlukatın bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacaklarına, doğup öleceklerine, ecellerine ve hacıların adetlerine dair Allah tarafından meleklere malumat verileceği beyan olunmaktadır. (1)

Beraet, "iki şey arasında ilişki olmaması; kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması" anlamına gelir. Sahih hadîslerin beyanına göre: Şaban ayının on beşinci gecesi tövbe eden mü'minler, Allah'ın af ve mağfireti ile günahlarından ve dolayısıyla Cehennem'den Berat edecekler, kurtulacaklardır.

Şaban'ın ortasındaki geceye Berat isminin dışında; mâ'nen verimli, feyizli, bereketli ve kutsi bir gece olduğu için Mübarek Gece; iyi değerlendirildiği takdirde günahlardan arınma ve suçlardan temize çıkma imkânı taraf-ı İlâhî'den verildiği için ‘Sâk (Berat, Ferman, Kurtuluş Belgesi) Gecesi’; lütuf ve ihsanı aşkın, af ve merhameti engin olan Allah'ın ikram ve iltifatlarına erişildiği için de ‘Rahmet Gecesi’ de denilmiştir. (3)

Berat gecesinin hayırları ve hususiyeti hakkında sahih hadîs-i şerîflerden bir-ikisi şöyledir: "Allah Tealâ, Şaban ayının on beşinci gecesinde -rahmetiyle- dünya semasına iner, orada tecelli eder ve Kelb Kabîlesi'nin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok sayıda günahkârı affeder." (4)

Başka bir rivayete göre de Hz. Peygamber: "Şaban'ın ortasındaki geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, 'Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu benden rızık isteyen, ona rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim. Yok mu şöyle, yok mu böyle!' der." buyurmuştur. (5) Bir diğer hadiste ise, Berat Kandili’nde yapılacak duaların geri çevrilmeyeceği müjdesi verilmiştir. (6)

Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan Mekke'deki Kabe-i Muazzama yönüne çevrilmesinin Hicret'in ikinci yılında Berat Gecesi’nde vuku bulduğunu kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.

Bazı müfessirler, "Biz Onu (Kur'ân'ı) kutlu bir gecede indirdik. Çünkü biz haktan yüz çevirenleri uyarırız. O öyle bir gecedir ki, her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile o zaman yazılıp belirlenir." (7) âyetinde belirtilen gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir.

İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre ise ayette kastedilen gece Kadir Gecesi’dir. Çünkü diğer âyetlerde Kur'ân'ın Ramazan ayında (8) ve Kadir Gecesi’nde (9) indiği açıkça bildirilmektedir. Bu takdirde Kur'ân'ın tamamının Berat gecesi Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına indiği, Kadir Gecesin’de de görevli kâtipler tarafından istinsah edilip, âyetlerin Cebrail tarafından Efendimiz (sas)'e peyderpey indirilmeye başlandığı şeklinde bir yorum ortaya çıkmaktadır ki bazı müfessirler bu görüşü benimsemişlerdir. (10)

Bazı âlimlere göre; Berat Gecesi, emirlerin Levh-i Mahfuz'dan istinsahına başlanır, kâtip melekler bu geceden, gelecek seneye rastlayan aynı geceye kadar olacak olan olayları yazar ve bu işler, Kadir Gecesi bitirilir. Rızıklarla alâkalı defter Mikail (as)'e; harpler, zelzeleler, saikalar, çöküntülerle ilgili defter Cebrail (as)'e; amellerle alakalı defter, dünya göğünün görevlisi ve yine büyük melek olan İsrafil (as)'e; musibetlere ait nüsha da Azrail (as)'e teslim olunur. (11)

Resûlullah (sas): "Allah Tealâ tüm şeyleri Berat Gecesi’nde takdir eder. Kadir gecesi gelince de bu şeyleri sahiplerine teslim eder." buyurmuştur. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir Gecesi’nde ise hayır, bereket ve selametle alâkalı işler takdir edilir. Kadir Gecesi’nde sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu şeylerin takdir edildiği; Berat Gecesi’nde ise o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğinin teslim edildiği de söylenmiştir. (12)

İslâm Alimlerine göre Berat Gecesi’nin için de beş özellik bulunmaktadır:
1- Her önemli işin bu gecede hikmetli bir şekilde ayrımı ve seçimi yapılır.
2- Bu gece yapılan ibadetin (kılınan namazların, okunan Kur'ân'ların, yapılan dua ve zikirlerin, tevbe ve istiğfarların), gündüzünde tutulan oruçların fazileti çok büyüktür.
3- İlâhî ihsan, feyiz ve bereketle dopdolu bir gecedir.
4- Mağfiret (bağışlanma) gecesidir.
5- Resul-i Ekrem'e şefaat hakkının tamamı (şefaat-ı taamme) bu gece verilmiştir. (13)



Bazı hadis-i Şerifler de ise bu gece her tarafı kaplayan rahmet ve mağfiretten ve ayrıca aşağıdaki kimselerin tövbe etmezlerse affedilmeyecekleri ve Allah’ın rahmet ve sonsuz şefkatinden mahrum bırakılacakları haber verilmektedir.
1- Allah'a ortak koşanlar.
2- Kalpleri düşmanlık hisleriyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler.
3- Müslümanların arasına fitne sokanlar.
4- Akraba bağını koparanlar.
5- Gurur ve kibir sebebiyle elbiselerini yerde sürüyenler.
6- Anne ve babalarına isyanda devam edenler.
7- Devamlı içki içenler. (14)

Şayet, bu kimseler Allah’a tövbe eder ve günahlarından vazgeçerlerse, elbetteki ilahi rahmet onları da saracak ve şu ayetin müjdesi onlara da ulaşacaktır.

De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine karşı zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (15)

Hz. Resulullah bu geceyi nasıl ihya etmiştir?

Hz. Peygamber'in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Berat Gecesi’ne ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair diğer rivayetleri göz önüne alan çoğu âlimler; bu geceyi namaz kılarak, Kur'ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylemişlerdir.

Hz. Aişe (ra) şöyle anlatmıştır: “Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Şaban ayının on beşinci gecesi olan Beraat Gecesi’nde:
- Ya Aişe! Bu gece hangi gecedir? buyurdu. Ben de:
- Allah ve Resûlü en iyi bilir... dedim. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
- Bu gece Şaban'ın on beşinci gecesidir. Bu gecede dünya işleri ve kulların amelleri Allah-u Teâla'ya arz olunur. Bu gece Allah'ın Cehennem’den affettiği kimselerin adedi, Benî Kelb Kabîlesi’nin koyunlarının kılları miktarıncadır. (Bu gece rızıklar dağıtılır, bir sene içinde öleceklerin listesi Azrail'e verilir). buyurdu. Ve:
- Sen bu geceyi benim ibâdetle geçirmeme izin verir misin? dedi. Ben:
- Evet, buyurun, dedim.

Resulullah (sav) namaz kılmaya başladı. Fatiha ve küçük bir sûre okuyarak kıyâmını hafif tuttu. Secdesini ise gecenin yarısına kadar uzattı. Sonra ikinci rek'ata kalktı. Birinci rek'attaki kıraat gibi kıraatını hafif ettikten sonra, secdeye vardı. Ve sabaha kadar secdede kaldı. Ben Resulullah'ın o kadar uzun secdede kalmasından ve kendisinden geçmiş görünmesinden, ruhu kabz oldu sanmıştım. Bu endişe ile kendisine yaklaştım. Mûbarek ayaklarına dokununca vefat etmediğini anladım." (16)

Berat gecesi bu kadar kıymetli ve böyle fırsatı bol bir geceyken, şimdi soralım kendimize, ibadet ve hizmetlerde gaflet ve gevşekliğe pek hevesli olan nefsimizi bir hesaba çekelim. Mesela şöyle diyelim:

Ey Nefsim! Allah-u Zülcelal kullarını affetmek için bak Berat Gecesi’ni bir fırsat olarak vermiştir. Alemlerin Efendisi olmasına rağmen ve Allah-u Zülcelal’in kendisini günahlardan koruduğu halde, Peygamber Efendimiz bu gecede sabaha kadar ibadet ve taat etmiştir.

Ey Nefsim! Sen kendi halini bir düşün... Bu kadar hata ve günahın içerisinde ve bu kadar acizliğinle senin bu gecelere ve bu gibi fırsatlara daha çok ihtiyacın yok mu?

Bu gecede affedilen kulların arasına girmek ve Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak istemez misin? Eğer istiyorsan, bu geceyi değerlendir, Allah-u Zülcelal'e yönel, affedilmen için gözyaşı dök, yalvar. Bilmiş ol ki kurtuluşun ancak Allah'ın yolundadır. (17)

KAYNAK:
1) Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.208.
3) Canan, Kütüb-ü Sitte, 3/288.
4) Tirmizi, Savm, 39; İbn Mace, İkame, 191.
5) İbn Mace, İkame, 191.
6) Suyûtî, Celalüddin, Câmiu's-Sagîr, 3/454, Beyrut, 1972.
7) Duhân, 44/3-6.
8) Bakara, 2/185.
9) Kadr, 97/1.
10) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 5/4293-4295.
11) Canan, Kütüb-ü Sitte, 3/287.
12) Fahrüddin Razi, Tefsirü’l Kebir, 23/293.
13) Şöyle ki: Rasulullah (sas) Şaban'ın 13. Gecesi Allah'tan ümmetine şefaat etme hakkı istemiş, üçte biri verilmiş; 14. Gecesi yine istemiş, üçte biri daha verilmiş; 15. Gecesi (Berat gecesi) tekrar istemiş ve bu gece şefaatin tamamı kendisine verilmiştir.
14) İbn Mace, İkame, 191.
15) Zümer; 53
16) Beyhaki
17) Seyda Muhammed Konyevi (ks), Nefse Hitap, Reyhani Yayınları

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Yunus Emre'nin Güzel Sözleri

Ben sevdiğimi demez isem,sevmek derdi boğar beni.

* * *

Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.

* * *
Türlü türlü cefanın
Adını aşk koymuşlar.

* * *
Aşk aşıkı şir eder,
Aslanı zencir eder,
Katı taşı mum eder.

* * *
Dervişlik baştadır, tacda değildir,
Kızdırmak addadır, saçta değildir.

* * *
İlim, kendini bilmektir.

* * *
Dağlar nice yüksek ise,yol onun üstünden geçer.

* * *
Dünyada dertsiz baş olmaz.
Derd'olanın ahı dinmez.

* * *
Cümleler doğrudur sen doğru isen,
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.

* * *
Bu dünyaya gelen gider.
Yürü fani dünya, sana gelende gülmüş var mıdır?

* * *
Eğer bir müminin kalbin kırarsan
Hak'ka eylediğin secde değildir.

* * *
Aklı olan korkmak gerek
Nefs elinden, hırs elinden.
Nefstir seni yolda koyan,
Yolda kalır nefse uyan.

* * *
Sabır saadeti ebedi kalır
Sabır kimde ise o nasib alır.

* * *
Eğer hor eğer hürmet
Kişiye sözden gelir.
Zehr ile pişen aşı
Yemeğe kim gelir.

* * *
Beni bende demen bende değilem,
Bir ben vardır bende benden içeri.

* * *
Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.

* * *
Kasdım budur şehre varam Feryâd u figan koparam!

23 Temmuz 2010 Cuma

Hakikatin Kafiri

Söylememen harcısı, söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı, gönüllerin pasıdır

Gönüllerin pasını ger sileyim der isen
Şol sözü söylegil kim, ol söz hülasasıdır

Kulil hak dedi Çalap, sözü doğru deyene
Bugün yalan söyleyen, yarın utanasıdır

Cümle yaradılmışa, bir göz ile bakmayan
Şer'in evliyasıysa hakikatte asidir

Şeriat haberini şerh ile eydem işit
Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır

Ol geminin tahtası ne denlu muhkem ise
Deniz mevci kati olucak uşanasıdır

Bundan içeru haber işit, edeyin ey yar
Hakikatin kafiri, şer'in evliyasıdır

Biz talib-i ilmiz, aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize, aşk hot medresesidir

Evliya safa nazar ideli günden beru
Hasıl oldu Yunus'a her ne kim olasıdır

YUNUS EMRE

Evliya Sevgisi

Sual: Evliya menkıbelerine çok yer vermek doğru mudur?

CEVAP

Ne kadar çok yer verilse o kadar iyidir, çünkü Evliya zatlar, her işinde İslamiyet’e uyarak, Allahü teâlânın rızasını kazanmış kimselerdir. Onların yaşayışı, bizim için en güzel örnektir. Yani onların menkıbelerini, İslamiyet’i nasıl yaşamak gerektiğini anlatmak için, nakletmek gerekir.

Eshab-ı kiramın ve Evliya zatların hayatlarını okumak, iyi huylu olmaya sebep olur. (Berika)

Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, Evliya zatların sözlerini ve hayatlarını öğrenmek müstehab olur. Bunları okumak, kalbde ihlâsı arttırır. (Hadika)

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

Çok çalışınca, çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salih zatların hayat menkıbelerini okumakla yahut mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir. (İ. Ahlakı)

Sıbgatullah Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:

Evliya menkıbelerini okumak, dinlemek Allah sevgisini artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları mahveder. (Evliyalar Ansiklopedisi)

Evliya zatların menkıbeleri okununca onlar hatırlanır ve günahlara kefaret olur. Onların hatırlanması Allahü teâlânın hatırlanmasına sebep olur. Dört hadis-i meali şöyledir:

(Salihleri [Evliya zatları] anmak günahlara kefarettir.) [Deylemi]

(Evliya görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Mace]

(Öyle zatlar vardır ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görülünce Allah hatırlanır.) [Taberani]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben zikrolunduğum zaman Evliyam hatırlanır. Onlar zikrolununca da, ben hatırlanırım.”) [İ. Begavi-Mesabih]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Zikir, hatırlamak demektir. Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği Evliya bir zatı görmekle olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek, gözle olduğu gibi, Evliya zatın şeklini, suretini, kalbine, hayaline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. (2/46)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:

Hasta yanında, Evliya, âlim ve salih zatların menkıbeleri ve sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi arttırılmalıdır. Evliya-yı kiramdan bahsetmek, rahmete sebep olur. (Sefer-i ahiret risalesi)

Nefsi tezkiye, dine uymakla, sonra La ilahe illallah zikrini çok söylemekle, sonra Evliya bir zatın sohbetiyle ve kitaplarını, menkıbelerini okumakla olur. (İ. Ahlakı)

Bir başka husus da, dinin, imanın esası, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve sevmediklerini sevmemektir. Yani hakiki imana kavuşmak için, bu büyük zatları sevmek şarttır. İnsan, tanımadığı kimseleri sevemez. Evliya menkıbelerini okuyup, Allah dostlarını hatırlamak ve sevmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İmanın temeli, Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Fıkıh âlimi Muhammed bin Hüseyin Beclî de, Resulullahı rüyada gördü. En iyi amel nedir diye sordu. (Evliyanın yanında bulunmaktır) buyurdu. Yaşayan Evliya bulamazsak deyince, (Diriyken de, ölüyken de onu sevmek, en kıymetli ameldir) buyurdu. (Sefinet-ül Irakıyye)


A�k İle-Tasavvuf Musikisi www.dervisinfikri.com

22 Temmuz 2010 Perşembe

yolcular hu


Yolcular - Hu Zikri

TASAVVUF OLMADAN OLMAZ MI?

Bu hususu İmam–ı Rabbânî Hazretleri 'Mektubât' adlı eserinde şöyle açıklar:

"Tasavvuf yoluna girmek, İslâmiyet'in inanılacak şeylerine îmanı kuvvetlendirmek içindir. Böylece kişinin îmanı, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdânî olur ve derin bir îman hâsıl olur. Meselâ, Allah–u Teâlâ'nın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veya başkalarından görerek inanan bir insana, tasavvuf yolunda ilerlemek nasip olunca, düşünerek ve işiterek olan îmanı; şimdi bularak, anlayarak hâsıl olur. ûŽmanı olgunlaşır. İnanılacak şeylerin hepsine de, böyle îman hâsıl olur.

Tasavvuf yoluna girmenin ikinci faydası, fıkıhta bildirilen vazîfeleri yapmakta kolaylık elde etmek ve nefs–i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmektir. Bu fakir, iyi anladı ki, tasavvuf, İslâmiyet'in yardımcısıdır. İslâmiyet'ten başka bir şey değildir. Böyle olduğunu, mektû»blarımda, kitaplarımda açıkladım.

Sufilere göre insan bir âlem–i sağîr'dir, mikro kozmostur, zübde–i âlemdir. Akıl, bizi gizli güçlerimizi gerçekleştirmeye yönlendirir, hayatın temel amacını belirlememize yardım eder. Ancak varoluşsal sorunumuzu tek başına çözemez. O nedenle insan gerçek benliğe ulaşmalı, İnsan–ı Kâmil olmalıdır.

Ahsen–i Takvîm (yaratılmışların en güzeli) ile Esfel–i Sâfilin (aşağıların en aşağısı) arasında gidip gelen insan, hem bir mükemmellik imgesi barındırır, hem de kopuşla birlikte başlayabilecek bir bozulmaya meyillidir.
İnsan, eğer varoluşsal problemini çözmek için, ebedi olanı arar ve kendini aşmak isterse bilincini kurgu, yalan ve idollerden; kalbini de hırs, kıskançlık ve öfkeden temizlemelidir ki Ahsen–i Takvîm'e ulaşabilsin. (3)
Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar vardır. Her aşama kişiliğin daha mükemmel bir seviyeye dönüşmesine katkıda bulunur. İnsan gelişiminin yedi aşaması ve eşlik eden kişilik
gelişim düzeyleri şu şekildedir (4 )

Tevbe: Nefs–i Emmâre
Verâ: Nefs–i Levvâme
Zühd: Nefs–i Mülhime
Fakr: Nefs–i Mutmainne
Sabr: Nefs–i Râziyye
Tevekkül: Nefs–i Marziyye
Rızâ: Nefs–i Kâmile

Büyük Şair Yunus Emre'nin Hayatı

büyük Şair yunus emre nin hayatı

EYÜP ALEYHİSSELAMIN SABRI

Allahü teâlâ Eyüp aleyhisselâmı sabırla imtihân etmeyi murat eyledi. Eyüp aleyhisselâm, çok zengin iken, bütün malları çeşitli sebeplerle, yok oldu. Koyunlarını sel götürdü, ekinlerini rüzgâr telef etti. Velhâsıl elinde dünyalık birşey kalmadı.
Bundan sonra Allahü teâlâ Eyüp aleyhisselâmın bedenine bir hastalık verdi. Hastalığı gittikçe şiddetlendi. Yakınları, akrabâları, onu yalnız bırakmışlar, kimse yardım etmiyordu. Sadece sadâkatli, şefkatli hanımı Rahîme Hâtun onu terk etmemişti. Eyüp aleyhisselâm, hanımının yaptığı kulübede yedi yıl sıkıntı ve ızdırap içinde hâlinden hiç şikâyet etmeden yaşadı.


Bir gün Cebrâil aleyhisselâm gelerek, Allahü teâlânın; “Ey Eyüp! Belâ verdim sabrettin! Şimdi ben sana sıhhat ve nîmet vereceğim.” haberini getirdi. Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği üzere Allahü teâlâ, “Ayağını yere vur! Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç!” buyurdu. Bunları yapan Eyüp aleyhisselâm, genç bir delikanlı hâline geldi. Cebrâil aleyhisselâm, kendisine güzel elbiseler giydirdi. Bu sırada hanımı geldi. Eyüp aleyhisselâmı kulübede göremeyince, çok şaşırdı. Eyüp aleyhisselâm sordu:

- Ey hanım! Kimi ararsın?

- Bir hastam vardı. İsmi Eyüp idi. Onu kaybettim, arıyorum. O benim can yoldaşımdı.

- O nasıl bir kimseydi?

- Sağlıklı iken aynen sana benzerdi.

- Ey Rahîme! O hasta olan Eyüp işte benim. Allahü teâlâ bana sıhhat verdi.

Sonra, şükredip ağlaştılar. Şehre dönerlerken, halk onları sevinçle karşıladı. Yıkık evlerinin yenilenmiş olduğunu ve daha önce elinden alınan mal ve çocuklarının geri verildiğini gördüler.


Elbette biraz da sabırdır beklemek,

O’ndan gelen her şeye sabır…

Ve beklemek her şeyin şükre durmasıdır sessizce,


Derin sessizlikteki yerini alırsın; soluduğun havaya, içtiğin suya, attığın adıma, kederi sevince döndüren dost eline…

Her şeye şükür Ya Rab…

"Rabbi inni meseniyeddurri"
Bu mubarek dua Eyüp Aleyhisselam'ın mubarek duasıdır.
Artık yaraları ağzının içini kaplayıpta dili dönmez olunca Allah'ım seni zikredemediğim için yaralarımın iyileşmesini istiyorum diye dua edince O'na bu dua öğretilmiştir...
Bu mubarek dua her akşam namazından sonra 33 defa çekilirse inşallah şifa arayanlar şifa bulur Allah'ın izniyle...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İbrahim hakkı ERZURUMİ"

"Açılır bahtımız bir gün,hemen battıkça batmazya.
Sebebler halk eder HALIK,kerem bab'ın kapatmazya
Benim HAK'ka münacaatım değildir rızk için HAŞAA.
Hüda REZZAK-U alemdir rızıksız kul yaratmaz ya.
İbrahim hakkı ERZURUMİ"

20 Temmuz 2010 Salı

Tevbe edenin günahları affolur.

Bir hadis-i şerif meali şöyledir:


(Tevbe eden günah işlememiş gibi olur.)
[İbni Mace]


Tekrar günah işlerim korkusu ile tevbeden vazgeçmemelidir!


Günahkâr bir kul tevbe edince Cenab-ı Hak hem o kulunun günahlarını affeder hem de kulu tevbe ettiği için sevinir. İ


ki hadis-i şerif meali:
(Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok ü teâlâ kulunun tevbe etmesine sevinir.)
[Buhari]


(ü teâlâ tevbe edenin tevbesinden dolayı susamış kimsenin suya kavuşmasından çocuğu olmayanın çocuk sahibi olmasından


ve bir şey kaybedenin o yitiğini bulmasından daha çok sevinir.


Her kim içten ve bir daha günaha dönmemek üzere ’a tevbe ederse da onun günahlarını yazan iki meleğe kendi organlarına


ve günah işlediği yere bütün bunlara günahlarını unutturur.)
[Ebu-l-Abbas]


(ü teâlâ herkese unutturunca günah işlediğine şahit kalmaz.)


Ne büyük lütuf ve ihsan. Biz günahımıza pişman olunca Cenab-ı Hak seviniyor.


Bir âyet meali de şöyledir:


(Ey müminler ’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.)
[Nur 31]




********


Sual: Günahım çok ne yapsam beni affetmez demek doğru mudur?


CEVAP


Çok yanlıştır. Çünkü Cenab-ı Hak tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir küfrüne tevbe ederse mümin olur bütün günahları affolur.


Bir mümin de ’a şirk koşsa sonra pişman olup tevbe etse ü teâlâ affeder.


Bir âyet-i kerime meali:
(Ey günahta haddi aşanlar ’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Zira bütün günahları affeder. O gafururrahimdir affı merhameti çoktur.)
[Zümer 53]


Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(’ın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirenlere lanet etsin! Kolaylaştırın güçleştirmeyin!)
[Nesai]


(’ı kullarına sevdirin ki da sizi sevsin!)
[Taberani]


(İnsanlara Rablerinden bahsederken korku ve sıkıntı veren şeylerden söz etmeyin!)
[Beyheki]


(Hak teâlâ buyurdu ki kulumun günahı göklere kadar yükselse benden ümit kesmeyip af dilerse affederim.)
[Tirmizi]


(İhlasla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer.)
[Beyheki]


(Bir kimse yakînen ’ın Rab benim de Peygamber olduğuma inansa Cehennem ona haram olur.)
[Hakim]


(ü teâlâ günahını affından büyük görene şiddetli gazap eder.)
[Deylemi]


(Kâfir ü teâlânın rahmetinin çokluğunu bilse Cennetten ümit kesmezdi.)
[Müslim]


(İyilik ve ibadet edene büyük ecir verileceğini müjdeleyin nefret ettirmeyin!)
[Şir’a]


(Ömründe bir defa ’ı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.)
[Tirmizi]


(ü teâlâ buyurdu ki
"Ey kulum af dilediğin müddetçe günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de yine affederim.


Yer dolusu günahla gelsen yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!")
[Tirmizi]


ü teâlâ Davud aleyhisselama vahyetti ki:


- Ya Davud beni sev beni seveni sev! Beni de kullarıma sevdir!


- Ya Rabbi bunu nasıl yapayım?


- Nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat onlar benden ancak iyilik beklesinler.




ü teâlâya hüsn-i zan


Müslüman ömrünün sonlarına doğru öleceği zaman ü teâlâya daha çok hüsn-i zan etmelidir!


Yani (Ben her ne kadar günahkâr isem de ü teâlâ beni affeder) diye ümit etmelidir!





Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Ölürken mutlaka ü teâlâya hüsn-i zan etmelisiniz.)
[Müslim]


(ü teâlâ "Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl zannederse öyle bulur" buyurdu.)
[İbni Hibban]


(Yani " beni affeder" diye ümit ediyorsa onu affeder. ’tan ümidini keserek "Ben mutlaka Cehennemliğim" diyorsa Cehenneme gider.)


Ölüm döşeğindeki birisi Peygamber efendimize
(Cehenneme gitmekten korkuyorum; fakat ’ın rahmetinden de ümidimi kesmiyorum) dedi.


Resul-i ekrem
(Müminin kalbinde korku ile ümit varsa ü teâlâ da ona umduğunu verir korktuğundan da emin eder) buyurdu.
(Tirmizi)



************



Sual: Tevbe ettiğimiz bir günah ahirette yine karşımıza çıkar mı?


CEVAP


Hayır. Tevbe eden hiç günah işlememiş gibi olur.


Bir hadis-i şerif meali şöyledir:


(ü teâlâ tevbe edenin günahlarını yazıcı meleklerine unutturduğu gibi kulun kendi organlarına ve dünyada bunu bilenlere de unutturur.


O kimse ü teâlâya kavuşunca artık günahı sebebiyle aleyhine şahitlik edecek kimse kalmaz.)
[İ.Asakir]


Sual: Bir arkadaş içki kumar faiz zina ve livata gibi hemen her büyük günahı işlemiş. Tevbe edip bunların hepsini bırakmış ama


beni kesinlikle affetmez diyor. hangi günahları affetmez?


CEVAP


ü teâlâ tevbe edilen her günahı affeder. Affetmediği tek günah yoktur. Müşrikleri kâfirleri bile tevbe edince affediyor.


İki hadis-i şerif şu mealdedir:


(Hak teâlâ buyurdu ki:
Ey Âdemoğlu dua edip benden af dilersen günahların ne kadar çok ne kadar büyük olursa olsun hiç birine bakmadan seni affederim.


Göklere ulaşacak kadar günah işlesen; ama rahmetimden ümidini kesmeyip benden mağfiret dilersen seni affederim.)
[Tirmizi]



(Tevbe eden kimse hiç günah işlememiş gibi olur.)
[İbni Mace]



Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Ey günahı çok olan kullarım ’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! bütün günahları affeder. O sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.)
[Zümer 53]


Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifler gösteriyor ki tevbe edince her günah affolur.





***********


Sual: Bütün günahlarına değil de bunlardan birine mesela kumar oynamaya tevbe edilse diğer günahlar geciktirilse tevbe edilen günah affedilir mi?


CEVAP


Günahlar birbirine bağlı değildir. Elbette tevbe edilen ve bir daha yapılmayan günah affolur. Bu kumar olur içki olur fark etmez.


Fakat diğer günahları geciktirmek doğru değildir.


Tevbe ederken şu üç şartı gözetmeli:


1- İşlediği günaha pişman olup üzülmeli


2- Günahtan hemen vazgeçmeli


3- Bir daha yapmamaya karar vermelidir.


Bu üç şartı yapmadan yalnız dil ile tevbe etmek yalancılık olur. Günahtan sonra hemen tevbe etmek farzdır.


Tevbeyi geciktirmek bu günahı işlemekten daha büyük günahtır. Bu günah her gün bir misli artar. Bunun için de ayrıca tevbe etmek gerekir.
(Berika)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Leyla


Selçuk Küpçük - Leyla

ESKİ VE YENİ KUTUP


ESKİ VE YENİ KUTUP



Bir gün ihlaslı bir mürid mürşidine

“Efendim bana büyük bir merak ve keder olmuş.

İstiyorum ki bana zamanın Kutbunu gösteresiniz.” Der.

Mürşidi

“Falan çarşıya git.

Orada çanak ve testi satan bir yaşlı adam var.

İşte O Bizim Kutbumuzdur”

der.

Talebe denen yere gider.

Bakar yaşlı bir amca testi satıyor.

Testilerden birini alıp pazarlar.

Bu arada elinden düşmüş gibi yapar ve testiyi kırar.

“Af edersin amca yanlışlıklı oldu” der

Yaşlı adam:

“Önemli değil oğlum bişi olmaz” der.

Başka birini eline alır

ve onu da

yanlışlıkla elinden düşmüş gibi kırar.

Yine özür diler.

Yaşlı adam yine:

“Bişi olmaz”

Der

O talebe bu şekilde

pazarlık etme bahanesiyle yedi testi kırar

ve testi de almadan oradan ayrılır.

Aradan zaman geçer.

Talebe yine hocasına

“Efendim şu an zamanın kutbu kim?”

diye sorar

Hocası

“Eski kutup vefat etmiş

onun yerine geçen Kutup da

aynı çarşıda onunla aynı mesleği yapıyor”

der.

Bizm talebe söylenen yere gider

bakar yaşlı bir adam testi satıyor.

Yüzü heybetli ve kaşları çatık,

ciddi bir kişi.

Bizimki bir testi eline alıp fiyatını sorar.

Elinde evirip çevirirken ve

tam düşürecekken

Kutup seslenir

“Ben eski bildiğin fakir kişi değilim.

Eğer bir testimi düşürüp kırarsan

kafanı yedi yerden kırarım ona göre dikkat et!”

Talebe korkup testiyi bırakır

ve hocasının yanına gelip olanları anlatır.

“Bundan önceki kutup

7 testisini kırmama rağmen

sesini bile etmedi

bu kutup ise

testi daha elimdeyken

bana eğer onu kırarsan kafanı yedi yerden kırarım dedi.

İkisi de Kutuptu peki ama neden aynı davranmadılar”

diye sordu.

Hocası

“Bundan önceki kutup Hz İsa a.s’ın meşrebi ve kalbi üzerine idi.

Şimdiki kutup ise

Hz Musa a.s’ın meşrebi ve kalbi üzerinedir.

Ondan dolayı sana öyle söylemiştir.” der

HZ ALİ(R.A)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

SÖYLEYENE BAKMA DİNLEYENE BAK

Şeyhin birisi müritlerini toplamış, ders veriyormuş. Fakat şeyh, görünüşte şeyh, aslında şeyhlik makamına hiç layık değil, sıradan bir insanmış. Ama müritleri arasında öyle bir safi kalpli insan varmış ki, şeyhine öyle hüsn-ü niyetle bakıyor, öyle bir inançla dinliyormuş ki onu, o hüsn-ü niyetinin eseri olarak, tekamül ede ede keramet gösterecek kadar yükselmiş ve nihayet bir kerametle şeyhinin makamını keşfetmiş. Bakmış ki, şeyhi kuyu dibinde, kendisi minare başında. Şeyh çok düşük mertebede. Ama o şeyh sebebiyle kendisi de minarenin başına çıkmış.



Şeyh de bu durumu farketmekte gecikmemiş. O zaman mürit demiş ki:
"Efendi Hazretleri, şimdi senin mahiyetini Cenab-ı Hak bana keşfetmeyi nasip etti. Ama seni kuyu dibinde gördüğüm halde, sana olan hürmetim, itaatim, sevgim devam edecektir. Çünkü ben bu minare başına senin irşadınla, sana olan hüsn-ü niyetimle, senin vesilenle çık'tım. Senin mahiyetini keşfedecek makama çıkmam yine senin irşadınla oldu. Bunun için sana olan itaatim hiç azalmayacak, devam edeceğim."
Evet, bu bir gerçektir. Dinlediğiniz insanlar belki yüksek makamda olmayabilir, belki söyledikleriyle amel de etmeyebilirler. Ama mühim olan sizin dinlerken duyduğunuz hüsn-ü niyettir. Bundan dolayı atalarımız demişler ki: "Söyleyenden ziyade dinleyen arif olmak gerektir." Evet, söyleyene bakma, dinleyene bak.
Bu konuya tam misal olacak bir olayı daha anlatmak istiyorum Yeni Camide vaaz eden hocaefendi diyor ki: "Kur'ân-ı Kerim, Fatiha'nın içinde toplanmıştır. Öyle olduğu içindir ki, namazda her rekâtta Fatiha'yı okuyoruz. Fatiha da Besmelenin içinde gizlenmiştir. Bu itibarla Kur'an demek Fatiha demek, Fatiha da besmele demektir. Bir insan denizin kenarına gelse de, Bismillâhirrahmânirrahim dese, o besmele hürmetine suya batmadan karşı tarafa geçebilir."
Bunu dinleyen adam öylesine halis, öylesine safi bir niyetle dinliyor ki, kendi içinden, "Oh ne güzel. Ben hergün vapurla Sarayburnu'ndan Kadıköy'e gidiyorum. Şimdi niye vapuru bekleyeyim bilet masrafı ödeyeyim. Nasıl olsa duayı öğrendim. İşim bitince Sarayburnu'na gider, besmeleyi çekerim, denizin üzerinden yürüyerek Kadıköy'e geçerim."
Öylesine samimi, öylesine safiyane niyet ediyor, inanıyor ki, böyle olur mu, olmaz mı diye bir tereddüdü yok. Belki bunu söyleyen hocaefendinin tereddüdü var, ama dinleyen adamın yok. O gün işini bitirdikten sonra Sarayburnu'na gidiyor. En kısa yeri tahmin ediyor. Bütün duygularıyla inanarak, "Bismillâhirrahmânirrahim" diyor, denizin üzerinden yürüyerek, boğazın öbür tarafına geçiyor.
Bu iki-üç gün devam edince hanımı merak ediyor, diyor ki: "Efendi, nasıl oluyor, sen eve erken gelmeye başladın. Vapuru beklemiyor musun?"
Diyor ki adam: "Hanım, Yeni Cami'de bir hocaefendi bana bir dua öğretti. O duanın hürmetine hiç vapur falan beklediğim yok. Sarayburnu'nda besmeleyi çekiyorum, denizin üzerinden yürüyerek geliyorum."
Hanım şaşırıyor, "Ne güzel. O zaman o hocaefendi çok
büyük zattır. Sana bu iyiliği yapan hocaya biz de bir iyilik yapalım. Ben bir akşam yemek yapayım. Sen de hocaefendiyi al getir de, bir çorbamızı içsin bari" diyor.
Adam, ertesi gün Yeni Cami'de hocaefendinin yine vaazını dinliyor. Vaazdan sonra hocaefendinin yanına geliyor: "Hocam," diyor, "bizim hanım bir çorba hazırlamış. Lütfen gidelim de fakirhaneye, şu çorbadan içelim."
Hoca tereddüt ediyorsa da ısrara dayanamayarak kalkıyorlar, camiden çıkıp Sarayburnu'na geliyorlar. Hoca bir bakıyor, iskele yan tarafta kaldı, adam başka bir yere gidiyor. Tam köşeye kadar varıyorlar.
"Hocam Allah razı olsun" diyerekten anlatmaya başlıyor adam. "Bana öyle bir dua öğrettiniz ki, o duayı öğrendiğimgünden bu yana ben hep Besmele çekiyorum" diyor ve "Bismillâhirrahmânirrahim" diyerek suyun üzerinde yürümeye devam ediyor: "Onu bana öğrettiğinizden bu yana, hep böyle denizin üzerinden yürüyerek geçiyorum, ayağımın içerisine dahi su girmiyor, iyilik yaptınız" derken bakıyor ki, hoca yanında yok, hoca geride, sahilde, hayran hayran Bakıyor.
"Hocaefendi niye bekliyorsunuz, buyursanız ya!" Hoca boynunu büküyor, "Yürüyemem" diyor.
"Niye yürüyemiyorsun? Bu duayı bana siz öğrettiniz. Ondan sonra ben hep böyle geçiyorum."
O zaman hoca şunu söylüyor: "Evladım, o sözü söyleyen dil bende, fakat ona inanan kalp de sende. Eğer senin kalbin bende olsaydı, ben de senin gibi Bismillâhirrahmânirrahim der, bu denizin üzerinde yürür, sana arkadaşlık ederdim. Ne yazık ki, bende o dil var, fakat o kalp yok."
Evet, söyleyene bakma, dinleyene bak! Bu da onu gösteriyor. Hocaefendi onun kadar inanamıyor. Ama dinleyici hocaefendiden çok daha ileri safhada inanıyor.
Size bu konuda bir misal daha arzedeyim:
Abdülkadir Geylani Hazretlerine birisi bir köle hediye ediyor, diyor ki: "Bu köleyi alın, zatınıza hizmetçi olsun."
Köle, hiçbir hakkı olmayan, efendisinin arzusuna tabi insan demektir. Daha doğrusu beşeri haklarının yarısı efendisinin elinde olan kimsedir.
Abdülkadir Geylani Hazretleri köleyi alıyor, evine getiriyor, "Evladım, bak," diyor, "şu odalar yatma yeridir, şu elbiseler de giyilebilir. Yemek istiyorsan işte şu yemekler var."
Ondan sonra soruyor: "Şimdi gördün bunları, nerede yatmak istersin?"
Kölenin cevabı: "Nereyi münasip görürseniz." "Peki hangi elbiseyi giymek istersin?" "Hangisini uygun görürseniz." "Hangi yemeği seversin?" "Hangisini verirseniz."
Köle böyle cevaplar verince, Abdülkadir Geylani Hazretleri gözyaşı dökmeye başlıyor. Köle bu sefer tereddüt ediyor, üzülüyor, acaba hatalı bir cevap mı verdim diye. Geylani Hazretlerinin gözyaşları sürekli akınca köle yaklaşıyor, "Efendi Hazretleri, kusur ettiysem, özür dilerim, hata mı ettim acaba?"
"Yok evladım yok, hata etmedin, tam isabet ettin" diyor.
"Niye ağlıyorsunuz öyleyse?" deyince: "Söylediklerini dinledim de ondan."
"Ben yanlış birşey mi söyledim?"
"Yok, doğru söyledin. Keşke senin bana bu yaptığın itaat gibi, ben de Rabbime böyle bir itaatte, kullukta bulunsam da ömrümde bir defa olsun, Ya Rabbi, Senden hiçbir şey istemiyorum. Nereyi uygun bulursan o evde yatarım, hangi elbiseyi münasip görürsen onu giyerim, hangi rızkı verirsen onu yerim. Başka bir talebim yok Senden' diyebilseydim. onun için ağlıyorum" diyor.
Evet, söyleyenden ziyade dinleyen arif olmak gerektir. Köle böyle söylemiş, ama dinleyen ne anlamış, ne mânâ çıkarmış oradan ve hakikat nasıl yerine oturmuş? Biz de Abdülkadir Geylani gibi diyebiliyor muyuz?
Yavuz Sultan Selim, İslâm birliğini sağlayan ve ihlasta da zirveye ulaşan bir Osmanlı sultanı ve Müslümanların da halifesidir. Mukaddes beldeleri Osmanlı hudutları içerisine o almış, ilk defa o hâdimü'l  harameyn olmuştur. Zaferden döndükten sonra bütün İstanbul onu karşılamak için ayağa kalkmıştır. Fakat o ordusuna dur emri vermiş, Kadıköy'den gemilere binip de gündüzleyin karşıya geçmemektedir. Diyorlar ki: "Sultanım, tam vaktidir. Şimdi ikindi üzeri. Kayıklara binip karşıya geçmeliyiz, İstanbul halkı bizi bekliyor."
"Hayır," diyor, "giriş yasak, kimse bulunduğu yerden kıpırdamasın."
Gecenin sessizliğinde Yavuz Sultan Selim yanına üç-beş tane muhafızını, subayını alarak sessizce mütevazi bir kayığa biniyor ve karşıya geçiyor. Topkapı Sarayına giriyor.
Sabah halk kalkıyor, bakıyor ki, Padişah gece gelmiş, sarayına girmiş, alayiş yok. Soruyorlar: "Sultanım, bütün İstanbul sizi bekliyordu. Merak ediyorlardı. Siz Harameyn-i Şerifeyni hudutlar dahiline aldınız. Sultan olmanızın ötesinde bir de halife oldunuz."
Yavuz'un cevabı şu oluyor: "Biz bunu yalnız Allah rızası için yaptık. Halk bizi alkışlasın diye değil."
Halk neyi bekliyor, o nasıl düşünüyor, ne anlıyor.? İşte Yavuz Sultan Selim'in ihlası da budur.
Bu padişah vefat etmiştir. Türbesi Fatih'teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: "Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel."
Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar, "Tamam" der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, "Hani kiraz, almadın mı?" diye sorar.
Boynunu büker, "Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım" der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. "Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?" der.
O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapım Sultanın sandukasına vurur. Der ki: "Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam."
Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, "Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek" diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?
Akşam hanım yine, "Hani kiraz?" deyince, boynunu büker, "Hanım, yarın mutlaka alacağım" der.
Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. "Efendi, türbedar sen misin?" der.
"Evet, benim" der.
"Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz"
Adam şaşırır. Abdülhamid'in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, "Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur" derken, "Türbedar sen değil misin?" diye emir subayı tekrar eder. "Benim" deyince de, "O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk" der.
Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid'in huzuruna çıkarırlar.
Abdülhamid, "Türbedar sen misin?" diye sorar.
"Evet, efendim, bendenizim" der.
"Söyle bakayım, dedem Yavuz'un türbesinde dün neler oldu?"
Şaşırır, "Birşey olmadı efendim."
Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!"
Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: "Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim."
Abdülhamid, "Anladım" der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. "Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. 'Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?' diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel" der.
Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: "Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır." Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarır.
Ne demiştik?
"Söyleyene bakma, dinleyene bak." Türbedara bakma, sandukasına vurduğu kimseye bak. Söyleyen bir türbedar, ama dinleyen koca Yavuz Sultan Selim Han.

15 Temmuz 2010 Perşembe

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN

Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, vuslat vesilesi , ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah, Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola

taşların dili

RENKLER




Renkler hayatımızın parçası. Peki renklerin hayatımızı nasıl etkilediğini biliyor musunuz? Renk seçiminin kimi zaman karakterimizi yansıttığından ya da seçtiğimiz rengin bize olumlu ve olumsuz etkileri olduğundan haberiniz var mı?



KIRMIZI : Bu renk canlılık ve dinamizmle ilgili bir renktir. Mutluluğu temsil eder. Kırmızı renk, fiziksel olarak; ataklığı, canlılığı ve duygusal bağlamda; bir işi sonuna kadar götüren azmi ve kararlılığı gösterir.



İştah açar. O yüzden dünyadaki gıda firmalarının çoğu logosunda kırmızıyı kullanır. Kırmızı tansiyonu yükseltir, kan akışını hızlandırır. Yanlış bir inanış vardır; boğaların kırmızıya saldırdığı sanılır. Oysa boğalar renk körüdür. Kırmızıya değil, kendilerine sallanan koyu renkli beze saldırır.



YEŞİL : Duygusal olarak bizi en çok etkileyen bir organımız olan kalp organının , bu rengin yaydığı enerji alanında olduğu düşünülür. Doğanın ve baharın rengidir. Güven veren renktir. O yüzden bankaların logolarında hakim renktir. Yeşil yaratıcılığı körükler. Bu yüzden büyük lokanta mutfaklarında yeşil tercih edilir. Hastanelerde de yeşil rahatlatıcı özelliği nedeniyle kullanılır. Yeşil alanda insanların daha az mide rahatsızlığı çektiği saptanmıştır.



SİYAH : Duygusallığı ve hüznü simgeler. Gücü ve tutkuyu temsil eder. Bizde ve batıda siyah matemi temsil ederken, Japonya'da siyah mutluluktur. Siyah fonda kullanılırsa karamsarlığı çağrıştırır. Einstein konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan odaları tercih ederdi.



MAVİ : Vücudumuzda boğaz bölgesini yansıtan bir renktir. Mavi renk gökyüzünün ve geniş ufukların, denizin simgesidir. Sınırsızlığı ve uzak bakışlılığı simgeler. Huzuru temsil eder ve sakinleştirir. Araplar mavinin kan akışını yavaşlattığına inanır, nazar boncuğu o yüzden mavidir. Batıda intiharları azaltmak için köprü ayaklarını maviye boyarlar. Duvarları mavi olan okullarda çocukların daha az yaramazlık yaptığı saptanmıştır.



LACİVERT : Kozmik renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi, verimliliği simgeler. O yüzden dünyadaki firmaların yarıdan fazlası logolarında laciverdi kullanır. Lacivert giyen kişiler kendilerini çok daha karizmatik ve inandırıcı hissederler. İnsanların üzerinde başarılı ve güçlü imajı bırakır.



MOR : Eskiden beri ihtişam ve lüksün son basamağı olarak düşünülür. Tarih , yüksek sınıfların, saray mensuplarının daima morla bezendiklerini kaydeder. Nevrotik duyguları açığa çıkardığından, insanların bilinçaltını korkuttuğu saptanmıştır. İntihar edenlerin beğendiği renktir.





PEMBE : Uyum ,neşe , şirinliğin ve sevginin simgesi. Rahat hissettiren ve dinlendiren bir renktir. Bu yüzden bazı büyük mağazalar tezgahtarlarına pembe üniforma giydirir ki, müşteriler kendilerini rahat hissetsin diye. Pembe aynı zamanda çocuk rengidir.



SARI : Sarı zeka , incelik ve pratiklikle ilgilidir. Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı yansıtan bir anlamı vardır. Geçiciliğin ve dikkat çekiciliğin sembolüdür. Dikkat çekiciliğinden dolayı dünyada taksiler sarıdır. Sarı ayrıca hüzün ve özlemin rengidir. Sonbaharın tüm hüzünlü güzelliğinde onun her rengini izlemek mümkündür.





BEYAZ: Temizliği ve saflığı temsil eder. İstikrarı, devamlılığı simgeler. Politikacılar beyazı pek severler, çünkü temiz, dürüst izlenimi vermek isterler...



KAHVERENGİ : Gerçekçiliğin, plan ve sistemin rengidir. Kansas Ünv.’de bir sergide, duvarların rengi değiştirilebilir hale getirilmiş. Fonda beyaz kullanıldığında insanlar sergide yavaş hareket etmiş. Fon kahverengiye döndüğünde ise insanlar müzede daha çok yeri daha az zamanda gezmişler. Kahverengi insanı hızlandırır. Bu yüzden fastfoodlar iç mekanda kahverengi kullanır. Kahverengi toprak rengidir. Kıyafetlerde pek tercih edilmez, çünkü kahverengi giyen insanlar kalabalıkta dikkat çekmezler.

renklerin dili

RENKLER




Renkler hayatımızın parçası. Peki renklerin hayatımızı nasıl etkilediğini biliyor musunuz? Renk seçiminin kimi zaman karakterimizi yansıttığından ya da seçtiğimiz rengin bize olumlu ve olumsuz etkileri olduğundan haberiniz var mı?



KIRMIZI : Bu renk canlılık ve dinamizmle ilgili bir renktir. Mutluluğu temsil eder. Kırmızı renk, fiziksel olarak; ataklığı, canlılığı ve duygusal bağlamda; bir işi sonuna kadar götüren azmi ve kararlılığı gösterir.



İştah açar. O yüzden dünyadaki gıda firmalarının çoğu logosunda kırmızıyı kullanır. Kırmızı tansiyonu yükseltir, kan akışını hızlandırır. Yanlış bir inanış vardır; boğaların kırmızıya saldırdığı sanılır. Oysa boğalar renk körüdür. Kırmızıya değil, kendilerine sallanan koyu renkli beze saldırır.



YEŞİL : Duygusal olarak bizi en çok etkileyen bir organımız olan kalp organının , bu rengin yaydığı enerji alanında olduğu düşünülür. Doğanın ve baharın rengidir. Güven veren renktir. O yüzden bankaların logolarında hakim renktir. Yeşil yaratıcılığı körükler. Bu yüzden büyük lokanta mutfaklarında yeşil tercih edilir. Hastanelerde de yeşil rahatlatıcı özelliği nedeniyle kullanılır. Yeşil alanda insanların daha az mide rahatsızlığı çektiği saptanmıştır.



SİYAH : Duygusallığı ve hüznü simgeler. Gücü ve tutkuyu temsil eder. Bizde ve batıda siyah matemi temsil ederken, Japonya'da siyah mutluluktur. Siyah fonda kullanılırsa karamsarlığı çağrıştırır. Einstein konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan odaları tercih ederdi.



MAVİ : Vücudumuzda boğaz bölgesini yansıtan bir renktir. Mavi renk gökyüzünün ve geniş ufukların, denizin simgesidir. Sınırsızlığı ve uzak bakışlılığı simgeler. Huzuru temsil eder ve sakinleştirir. Araplar mavinin kan akışını yavaşlattığına inanır, nazar boncuğu o yüzden mavidir. Batıda intiharları azaltmak için köprü ayaklarını maviye boyarlar. Duvarları mavi olan okullarda çocukların daha az yaramazlık yaptığı saptanmıştır.



LACİVERT : Kozmik renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi, verimliliği simgeler. O yüzden dünyadaki firmaların yarıdan fazlası logolarında laciverdi kullanır. Lacivert giyen kişiler kendilerini çok daha karizmatik ve inandırıcı hissederler. İnsanların üzerinde başarılı ve güçlü imajı bırakır.



MOR : Eskiden beri ihtişam ve lüksün son basamağı olarak düşünülür. Tarih , yüksek sınıfların, saray mensuplarının daima morla bezendiklerini kaydeder. Nevrotik duyguları açığa çıkardığından, insanların bilinçaltını korkuttuğu saptanmıştır. İntihar edenlerin beğendiği renktir.





PEMBE : Uyum ,neşe , şirinliğin ve sevginin simgesi. Rahat hissettiren ve dinlendiren bir renktir. Bu yüzden bazı büyük mağazalar tezgahtarlarına pembe üniforma giydirir ki, müşteriler kendilerini rahat hissetsin diye. Pembe aynı zamanda çocuk rengidir.



SARI : Sarı zeka , incelik ve pratiklikle ilgilidir. Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı yansıtan bir anlamı vardır. Geçiciliğin ve dikkat çekiciliğin sembolüdür. Dikkat çekiciliğinden dolayı dünyada taksiler sarıdır. Sarı ayrıca hüzün ve özlemin rengidir. Sonbaharın tüm hüzünlü güzelliğinde onun her rengini izlemek mümkündür.





BEYAZ: Temizliği ve saflığı temsil eder. İstikrarı, devamlılığı simgeler. Politikacılar beyazı pek severler, çünkü temiz, dürüst izlenimi vermek isterler...



KAHVERENGİ : Gerçekçiliğin, plan ve sistemin rengidir. Kansas Ünv.’de bir sergide, duvarların rengi değiştirilebilir hale getirilmiş. Fonda beyaz kullanıldığında insanlar sergide yavaş hareket etmiş. Fon kahverengiye döndüğünde ise insanlar müzede daha çok yeri daha az zamanda gezmişler. Kahverengi insanı hızlandırır. Bu yüzden fastfoodlar iç mekanda kahverengi kullanır. Kahverengi toprak rengidir. Kıyafetlerde pek tercih edilmez, çünkü kahverengi giyen insanlar kalabalıkta dikkat çekmezler.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

güldüşleri



*Hatırımıza düştün, hatırına düşür bizi.


Sevdik seni, sevindir bizi.






Uzaktayız yakınına vardır bizi; yandık pınarına kandır bizi.


Sıcak yaz günlerinde yaş dalların titreyişi gibi yandır bizi serin


kuyulardan;






koyu gecenin yıldızlarına karşı uyandır bizi derin uykulardan.














Gözyaşı değil nice demdir gözümüzden akan; belki eriyip biten ruhumuzdur


damlayan!..






Gül sözleri edelim çok çok, ve gonca sükutu az az.














Gül düşleri görelim gül gecelerinde, Gül'ün aşkını derelim gül hecelerinde.










Gözü sürmeli ile ağlayanın arasına gül serpelim, güle yeminler edip.










Gönülleri yıkayalım gül suyuyla. Gönüldendir şikayet kimseden feryâdımız


yoktur.










Gönlüm ki Gül'e hasret... Üçüncü halin imkansızlığında... Ve kozanın amansız


yırtılışında...










Cevher Gül'e düştü, mıknatıs bana, güzellik Gül'e, sevgi bana...






Güzeller güzelleri severmiş ve sadıklar sadıkları.


Güzelliğimi arttır benim


Gül'üm,


ve arındır ayrık güzelliklerden sevgilerimi... Senden yüzüne bakma lezzetini


isterim ve titrerim vefadan sonra ayrılığına düşme dehşetiyle.






Genişlet sana indirilene yaslanmakta sinemi, ve sade kıl sensiz


düşüncelerden gönül ayinemi.










Bir yankı ol, ses kat sesime; bir nazar kıl can ver nefesime. Düşümde ya


hayalde gel, bitirdi gerçek beni; geldir bizi her halde gel ya yanına çek


beni!.






Gel Efendim! Sen gelmeyince hatıra bilsen neler gelir!..






Gönül ki Gül'e hasret...






Güzellik kendisine sıfat değil ad olan... Gül olmayınca bahçeler berbad


olan...






Bakışındandır başlangıcı bütün hadiselerin; ve en büyük yangın aşkının bir


kıvılcımından...










Dönüyorsa gökler bir yüzük halkasınca, ve dönmedeyse içinde ne varsa,


kaşındandır yüzüğün, inci tanesi kaşından... İyi hal de hatırlatıyor seni


bize, kötü hal de;


korktuğumuzda da sevgin var içimizde, umduğumuzda da...










Gözyaşlarımız gözbebeklerimizi boğazlıyor sensiz, duru şaraplar içinde


zehirler yutuyoruz... Gökkuşaklarını toprağa gömenler de, nurunu ağızlarında


söndürmek isteyenler de senden öte sınavlarda değiller aslında.






Nefis kendini içine üflemekte daim...














Gülü kendi sesinde solduranların seni beklemekle geçecektir yüzyıllar süren


ömürleri. Ah bir bilseler!.. Hâb-ı gaflette geçen ömrümü rü'yâ gördüm.






Gönüller ki Gül'e hasret...






Gönül ki kana boyandı, ve Gül'ün aşkına yandı...






***






Aşk, bir Gül'ün adıydı... İmdat ki seven unuttu, vefa yine sevgiliye


düştü!.. Gel ey, unutma bizi!... Seni bir seven aşkına sev hepimizi!..


Kararlıyım bu gece, bütün varlığımla seni öveceğim... Seni sevdiğim gibi...






İskender Pala *






perdeler

PERDELER (95564 Hit)




Perdeler, hep perdeler...

Her yerde, her yerdeler.

Pencerede, kapıda,

Geçitte, kemerdeler...

Perdeler, hep perdeler...



Ya benim sevdiklerim,

Şimdi nemde, nemdeler?

Onu bomboş perdenin;

İçerde, içerdeler!

Perdeler, hep perdeler...



Gönülde asil perde;

Onu hangi göz deler?

Surat maske altında,

Sis altında beldeler.

Perdeler, hep perdeler...



Perdeye doğru akın;

Atlılar, piyadeler.

Yollar, yönler dolaşık;

Değişik ifadeler.

Perdeler, hep perdelere.



Bir tohumda bin gömlek.

Giyim fideler.

Kalbiler dilini yutmuş;

Bangır bangır mideler.

Perdeler, hep perdeler...



Son noktada son perde;

Çevrilmiş seccadeler.

Orada işte işte,

Ölümden azadeler!

Perdeler, hep perdeler...



NECİP FAZIL KISAKÜREK

hz ali (r.a)

DUA /ZERRE-İ ESRAR-I FATİHA

DUA /ZERRE-İ ESRAR-I FATİHA



BİSMİLLAHİRRAHMANIRRAHIM


Elhamdülillah elhamdülillah elhamdülillahi rabbil alemın Vesselatu vessalamu ala rasulina muhammedın ve ala alihi ve sahbihi ecmaın.


Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.senden korkarak, seni severek ,sana sıgınarak sana yalvararak!celle celaluhu celle şanuhu af olmayan günahlarımız ı sen affet ya rab!Def olmayan belaları sen üzerimizden kaldır ya rab!


Bil cümle peygamberler rehberi,bizim peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimiz olmakla şefaatlerine sen nail eyle!Bil cümle sahabeler rehberi Hz.Ebubekir Sıddık (r.a; k.s)olmakla himmetlerini sen nasip eyle ya Rab!Bil cümle Ehlullah, Arif-i billah,fenafillah ,Kutbul aktablar rehberi Hz.Veysel Karani (k.s)olmakla himmetlerini sen nasip eyle!


El emeği alın teri helalinden kazanıp helal yere sarfetmesini sen nasip eyle ya Rab!Ol bakinin hizmetinde bulunup nasibini alan kullarının zümresine ilhak eyle ya Rab!


Yürüdüğümüz zaman ayağımıza,uzattığımız zaman elimize,yediğimiz zaman lokmamıza,konuştuğumuz zaman lisanımıza düşündüğümüz zaman kalbimize sen sahip ol ya Rab,sen sahip ol ya Rab ,sen sahip ol ya Rab!


Çöküntüye ugramış harabe olmuş kalblerimizin mimarı sensin;


“Settar” isminle setreyle,”Kuddüs” ism-i şerifinle harab olan kalblerimizi sen temizle ya Rab! “Latif” isminle lutfeyle,”Muin”isminle yardımcımız sen ol ya Rab!İla ve akıbetimizi hayreyleyip;hakkıyla Allaha kul Peygamberimize ümmet olmamızı sen nasip eyle ya Rab!Lillahil Fatiha.


Hz. Pir Sırrı Sultan Ahmedi Devran (k.s)