31 Aralık 2010 Cuma

Necip Fazıl Kısakürek - MUHASEBE

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide!
Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide.
Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?
Evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.
Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! !
Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!
Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle...
Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç!
İşte bütün meselem, her meselenin başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?
Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım!
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

28 Aralık 2010 Salı

Yılbaşında Müslüman olmanın gereği nedir?

Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef...







Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline “dindarlık” diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten.






Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz.






Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet’e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır.






Nitekim İsa Peygamber’in doğumu ile Hazret-i Muhammed’in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz.






Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki:






— Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi.. demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor.






Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, - ister ikrar et, ister inkâr - kabire, öteki dünyaya doğrudur.






İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır. Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok. Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler.. Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler. Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte...






Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm’ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır.






Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek...






Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir.






Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes’ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir.






Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır.






Demek imtihan dünyasıdır bu. Her ikisine de yol açık. İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir. Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ...






Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize.






Bizim yılbaşı anlayışımız ne olmalıdır? Ölmeden önce hesaba çekilmek için ne yapmak gerekir?






Bazıları yılbaşını, 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine dönüştürüyorlar, sanki ömürlerinden bir sene gitmemiş, aksine bir sene kazanmışlar gibi sevinç çığlıkları atarak işi sarhoşlaşmaya kadar götürüyorlar.






Herhalde kaybettikleri bir yılı düşünmemek için başvuruyorlar böylesine şuur ve muhakeme iptaline...






Harcanan vakti nakitten de kıymetli gören İslam büyükleri ise böylesine bir şuur iptaline asla rıza göstermiyorlar, aksine kaybettiğimiz yılın sonunda tam bir nefis muhasebesine girmemizi, harcadığımız seneyi nasıl bir yaşantı içinde tükettiğimizin muhasebesini yapmayı ısrarla tavsiye ediyorlar. İsterseniz bir de onları dinleyelim de nasıl bir muhasebe ve muhakeme içinde olmamız gerekiyor, harcadığımız yılın sonunda görelim.






Hicri 334 senesinde Bağdat'ta vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Şibli Hazretleri, Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlıyordu:






- Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!






Her vaazına bu cümleyle başlayan Şibli Hazretleri'ne bir hürmetkârı, bir gün şöyle bir soru sordu:






- Hep 'Ahirette hesaba çekilmeden önce kendinizi dünyada hesaba çekin!' buyuruyorsunuz. Dünyada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki ahirette hesaba çekilmeyecek miyiz?






- Evet, dedi, burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Efendimiz (sas) Hazretleri; "Ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada kendinizi hesaba çekin!" buyuruyor, öyle ise burada hayatını hesaba çekerek yaşayan orada hesaba çekilmeyebilir. En azından hesabını kolay verir. Bunun üzerine soru sahibi, kendini burada hesaba çekerek yaşamaya başlar. İbadetlerini eksiksiz yerine getirme gayretine girer. Günahlardan kaçınıp sevaplarını, hayır hasenatlarını çoğaltma titizliğine yönelir. Yani ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmama kararı alır. Böylece hayatını tam bir şuur içinde hesaba çekerek yaşamaya başlayan genç, bir gece rüyasında hocası Şibli Hazretleri'ni beyaz bir ata binmiş, bulutlara, yukarı uçup gidiyor halde görür. Arkasından seslenir:






- Hocam bekle ben de geleyim seninle!.. Şibli Hazretleri'nin cevabı kesin: "Ben bu hapishaneden bir kurtuldum, bir daha bekler miyim burada?"






Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk iş olarak üstadını ziyarete giden talebesi, hocasının kapısında cenaze hazırlığını görünce, onun dünya hapishanesinden gece kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez. Ama çok üzülür bu ani gidişine de o günün akşamında Rabb'ine dua ve niyazda bulunarak üstadını rüyada görme niyetiyle yatağına uzanır, az sonra kendisini hocasının huzurunda bulur. İlk sorusu, vaazlarında tekrar ettiği cümle olur:






- Sen dünyada kendini hesaba çekerek yaşardın, orada hesaptan kurtuldun mu, durum nasıl? İmam tebessüm ederek cevap verir. Meleklerin beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb'imden hitap geldi:






- O kuluma hesap sormayınız. Çünkü o hesabını yaparak yaşadı, buraya temiz bir amel defteriyle geldi!.. Siz onun amel defterine bakın yeter, hesabını göreceksiniz orada... Şibli Hazretleri, talebesine; "Siz de" der, "kendinizi orada hesaba çekerek yaşayın.. Hesabını veremeyeceğiniz işlerle gelmeyin buraya. Size de; 'O kulum hesabını yaparak yaşadı, temiz bir amel defteriyle geldi buraya, defterine bakın yeter', denebilir!.."






- Ne dersiniz? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek mi? Yılbaşında bari bu muhasebeyi yapsak mı? Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrar etsek?






- Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin!.. Fakat unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda. Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğimle... (Ahmed Şahin)














Selam ve dua ile..

Yılbaşı Neyimiz Olur ?

Milâdî yılbaşı, sıra dışı (ulü'l-azm) bir peygamber olan Hz. İsa (as)'nın doğum yıldönümüdür. Böyle bir yıldönümü için tercih edilen, sergilenen etkinlikler, davranışlar hiçbir şekilde bir peygamberin saygınlığı ile bağdaşmıyor. Çünkü bu etkinlikler, yılbaşı dolayısıyla içine girilen bu psikoloji; yeni bir yılı idrak etme sebebiyle gülmek, eğlenmek; beklentilerin gerçekleşmesini ümit etmek; ziyaretler yapmak, hediye alıp vermek gibi masum duygu ve çabaları çok aşıyor. Ölçüsüz ve sınırsız alkol tüketildiği, kumar tutkusunun zirveleri aştığı, bunlara bağlı, bunların sonucu olan olumsuzlukların doruklara tırmandığı bir zamanı simgeliyor. Zamanımızda yılbaşı dolayısıyla yaşanan bu olumsuzlukları eleştirmek, "gericilikle", "çağdışılıkla" yaftalanmayı göze almayı gerektiriyor. Bu nedenle Arif nihat asya nın kitabında ne yazmış ona bakalım neol ve noel baba ile alakalı...







Noel Baba






-Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum. Fakat,






-29 Ekim'imiz midir, 30 Ağustos'umuz mudur, Şeker Bayramı'mız mı, Kandilimiz mi, Kurban Bayramı'mız mı? diye sual açmak da yersiz olmazdı.






Biz muharremlerle, martlarla başlayan yıllar da biliriz... ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı.






Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pirimiz mi?






İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir?






Bir resmine bakarsanız Havarilere, öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir... bunu hiç merak ettiniz mi?






Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılınç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.






O evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir... Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.






O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır.






Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?






Bırakın onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer çıktı.






Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler.






Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin, yahut bırakın: Haç'ında çarmıha gereyim onu.






Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.










NOEL BABA,ARİF NİHAT ASYA (1960)






26 Aralık 2010 Pazar

Serdar Tuncer Bir ah etmem


9 Serdar Tuncer Bir ah etmem TRT
Bir Ah Etmem




Elde mızrap dilde türkü değilsin

Nasıl çalsın söylesene saz beni

Bende ben ol herkes beni sen bilsin

Bak aynaya senden gizli süz beni



Sultan iken baş üstünde tuttuğun

Viran edip kölem diye sattığın

Hasretlere ilmek ilmek attığın

Kördüğümüm, vuslatım ol çöz beni



Bir ah etmem senden gelen bin derde

Arat beni vur emriyle her yerde

Katilime bir resmini gösterde

Görmüş olsun seni gören göz beni



Suya kanar aşka susar niceler

Gözyaşımı mesken tutar geceler

Harf çıldırsa deli olsa heceler

Anlatamaz seni bilmez söz beni



Serdar Tuncer

25 Aralık 2010 Cumartesi

Cep Telefonunda Gizlenen Gerçekler

Nobel ödüllü Amerikan onkolog Devra Davis: "6 yıl öncesine kadar cep telefonlarını güvenli zannederdim. Ama öyle deney sonuçları gördüm ve baskıya şahit oldum ki, artık sağlığa alarm derecesinde zararlı olduğunu düşünüyorum."





Dünyanın en önemli kanser uzmanlarından biri olarak bilinen Nobel ödüllü Amerikalı Devra Davis, yeni kitabı “Disconnect” (Bağlantıyı kes) ile gündeme oturdu.






Davis, cep telefonlarının sağlığa etkileri konusunda “küresel bir alarm durumu” ilan edilmesi gerekirken, cep telefonu endüstrisinin büyük çabaları sonucunda bu cihazın zararlarını göstermeye çalışan saygın bilim adamlarının karalandığını, hatta dünyanın bir numaralı sağlık otoritesi Dünya Sağlık Örgütü’nde (WHO) bile cep telefonu zararları konusunda entrikalar döndüğünü yazdı.






İşte Pittsburg Üniversitesi Onkoloji Departmanı direktörü olan ve sayısız ödüle layık görülen Davis’in kitabından çok çarpıcı satır başları:






"Bir bilim adamı olarak bundan 6 yıl öncesine kadar cep telefonlarının güvenli olduğuna inanıyordum. Hükümetlerin, sağlık kurumlarının insan sağlığını böylesine tehdit edeceğinden şüphelenilen bir cihazın tüm dünyada hızla yaygınlaşmasına bile bile izin vermeyeceklerini düşünüyordum. Ancak son 6 yılda öğrendiklerim beni bu düşünceden vazgeçirdi.


Kanserli bir hücrenin şu anki modern cihazlar tarafından tespit edilebilmesi için binlerce kez bölünüp çoğalması gerekiyor. Ambulans aramak için kullandığınız cep telefonu aslında ambulansı aramanızın ana sebebi olabilir."






"Sigorta şirketleri cep telefonu firmalarına sigorta hizmeti vermiyor çünkü bu firmaların ileride cep telefonlarının ileride sağlık sorunlarından zarar gören insanların açacağı davaların hedefi olacağını düşünüyorlar. 25 yaşına kadar insanların beyinleri gelişmeye devam eder. Çocuklar bundan 5 sene öncesine kadar bu kadar yoğun bir elektromanyetik dalgaların yoğun olduğu bir ortamda yaşamıyordu.






Son araştırmalar açıkça ortaya koyuyor ki radyo dalgaları da yarattıkları radyasyonla yaşayan hücrelerin bozulmasına sebep olabiliyor. Bu zarar çocuk beyinleri için çok da riskli. Rus bilim adamlarının cep telefonu kullanan 5-12 yaş arası çocuklar üzerinde yaptıkları 5 yıllık araştırma sonucunda bu çocukların cep kullanmayan yaşıtlarına oranla beyin kapasitesinde düşme, dikkat dağınıklığı ve öğrenme bozuklukları görüldü."














İşte Kanıtlar






İnsanlarda kansere yol açtığı bilinen maddelere maruz kalan fareler de mutlaka ama mutlaka bu hastalığa yakalanıyor. Bu nedenle farelere başka maddelerden gelecek zararların da insanları aynı şekilde etkileyebileceği düşünülerek cep konusunda fareler üzerinde birçok araştırma yapılıyor.










5 Saatte Büyük Değişim










Atina Üniversitesi’nde fareler uzerinde yapılan deneyde de 1 saat cep telefonu ve wifi bulunan ortamda kalan farelerin öğrenme bozukluğu çektiği, uzun süre bu dalgalara maruz kalan farelerin de 5 saat önce öğrendiklerini bile unuttukları görüldü. Hamile farelerin de bu dönemde cep telefonu dalgasına maruz kalmalarının ardından hücrelerinin bozulduğu, bu bozukluğun yavrularında da beyin zararına yol açtığı belirlendi.






Beyin Duvarını İnceltti






İsveç’teki Rausing Laboratuvarı tarafından yapılan araştırma sonucunda günde 2 saat cep telefonunun tehlikeli dalgalarına maruz kalan hayvanlarda beyni zararları maddelerden koruyan beyin-kan duvarının inceldiğini ve güçsüzleştiğini gözlemledi. Ve vücuttaki hücre bozulmalarını tedavi eden genlerin de bu işlevlerini yerine getiremedikleri belirlendi.










En Çok Zararı Çocuklara










2010 yılında Avusturyalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre çocukların kemik ilikleri yetişkinlere oranla 10 kat daha fazla radyasyon emiyor.






Kanserde 3 Kat Artış






Dünyanın en çok cep telefonu kullanan ülkesi olan İsrail’de 20 yaş altındaki kişilerde başın cep telefonunun tutulduğu bölgesindeki organlardaki kanserlerle ilgili vakalarda 3 kat artış kaydedildi. Kullanım kılavuzlarında iPhone için 1.5, Blackberry içinse 2.5 santimetre ‘kulağınızdan uzak tutun’ deniyor.










WHO’da Cep Telefonu Krizi






2003 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nde kimsenin çok da haberi olmayan bir cep telefonu krizi yaşandı. WHO’nun Harvard mezunu Norveçli başkanı Gro Harlem Brundtland WHO’daki ofisi içerisinde cep telefonu kullanılmasını yasakladı.










Gro Harlem Brundtland






Ofisin çevresine odaya girenlerin mutlaka cep telefonlarını kapatması yönünde uyarılar da asıldı. Bir gün, ziyarete gelen gazetecilerle konuşurken röportaj sırasında başı ağrıyınca “Kimsenin telefonu açık mı?” diye sordu. Fotoğrafçının telefonunu titreşime aldığı ortaya çıktı.






Uzun süredir cep dalgalarına maruz kalmadığı için odada bir cep telefonunun açık olması bile onu etkilemişti. Dünya Sağlık Örgütü’nün cep tehlikesi konusunda daha aktif olması gerektiğini savundu. Ancak bu kaygıları dile getirmesinden 5 ay sonra görevinden oldu. Arkasında cep telefonu endüstrisinin adamı olarak bilinen ve “cep telefonları zararsız” kampanyasının dünyadaki en önemli temsilcisi olarak görülen yardımcılarından Avustralyalı Michael Repacholi’nin olduğu savunuldu.






Repacholi, 3 yıl sonra elektromanyetik dalgaların zararlarıyla ilgili yapılan ve “zararsız” sonucuna varılan çalışmada cep telefon endüstrisinden para aldığı ortaya çıkınca WHO’daki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Başkan’ın “deli” olduğuna WHO yönetim kurulunu ikna ederek görevden alınmasını sağlayan Rapacholi hakkında 2008’de, Amerika’da “insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle” dava edildi.






Dava dilekçesinde Nazi doktoru Joseph Mengele’ye benzetilen Repacholi’nin tıp eğitimi almış bir kişi olmamasına rağmen WHO’da cep telefonlarıyla ilgili ilk çalışmanın başına getirildiğini, onun da cep telefonu şirketlerinin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ileri sürüldü.










Michael Repacholi






Önce Sigara Şimdi ‘Cep’e karşı






Sigaranın zararlarının tartışıldığı 1970’lerde sigara konusunda çok önemli araştırmalara imza atan Alman profesör Franz Adlkofer, şimdiye dek cep telefonları için yapılan ve AB’nin 3 milyon euro’luk fonla desteklediği REFLEX çalışmasında da başroldeydi.






Cep telefonu konusunda kararı “belirsiz” olarak açıklanan bu çalışmanın açıklanmayan sonuçlarından biri radyo dalgalarının hücrelerin normal olarak çalışmasına engel olduğunun tespit edilmesi, bu durumun yeni çıkan 3G telefonlarda önceki telefonlara oranla çok daha ciddi şekilde görülmesiydi.










Franz Adlkofer






Cep telefonlarını üzerinde taşıyan, günde 2 ile 4 saat arasında kullanan erkeklerin sağlıklı sperm sayıları diğer erkeklere göre çok daha düşük. 2006 yılında GATA’daki bilim adamları tarafından yapılan araştırma sık cep telefonu kullanan erkeklerde spermlerin daha az hareketli ve daha az sağlıklı olduğunu gösterdi. Bu çalışma 7 farklı ülkedeki uzmanların araştırmalarıyla da desteklendi.






Cep’in Mucidi Şimdi En Azılı Düşmanı






Şu anda dünyada cep telefonlarıyla ilgili en önemli araştırmaları daha önce cep telefonu endüstrisinde bilim adamı olarak çalışan ve modern cep telefonlarının tasarlanmasında büyük rol oynayan Utah Üniversitesi profesörü Om Gandhi yapıyor.






Amerikan senatosunda 5 yaşındaki çocukların beyinlerinin cep telefonu dalgalarından nasıl etkilendiğine dair bir sunum da yapan Gandhi, bu kaygılarını dile getirmeye başlamasının ardından cep telefonu üreticilerinin bir numaralı hedefi oldu. 2000’li yıllardan itibaren yaptığı araştırmalara hiçbir fon sağlanmadı, onu karalamak için cep telefonu firmaları tarafından uzmanlar çalışmalarında hatalar bulsunlar diye özel olarak tutuldu.










Om Gandhi






Gandhi cep telefonu firmalarının cihazların sağlığa etkilerini test ederken cihazın kafatasından 1.5 santim uzakta tutulduğunu varsaydığını , oysa ki telefon beyinden her 1 milimetre uzaklaştırıldığında beyne elektromanyetik dalgaların erişiminde yüzde 10 azalma görüldüğünü, bu nedenle testlerde cihazların zararsız çıkmasının da çok normal olduğunu söyledi. Yeni nesil telefonlar konusunda ise şu uyarıda bulunuyor: İlk cep telefonlarında sadece tek bir anten vardı. Ancak şimdiki akıllı telefonlarda hem GPS anteni, hem telefon anteni, hem internet için özel anten bulunuyor. Bu da radyasyonun 3’e katlanması demek.














Cep Telefonu Tehlikesinden Korunma yolları






Kitapta cep telefonu dalgalarının zararlı etkilerinden korunmak için bir reçete de sunuluyor.






- Kesinlikle ama kesinlikle cep telefonunu kulaklıkla kullanın. Mümkünse kablolu bir kulaklık ile konuşun. Wireless ve Bluetooth kulaklıkları kullanmadığınız sürece açık tutmayın.






- SAR değeri düşük bir telefon alın. (Değişik telefonlar için SAR değerlerini www.sarvalues.com adresinden öğrenebilirsiniz)






- Asansör gibi kapalı alanlarda ve otomobil, metro, tren gibi toplu taşıma araçlarında telefon kullanmamaya özen gösterin. Düşük sinyal seviyesi olan yerlerde görüşmelerinizi mümkün olduğunca kısa tutun.






- Telefonun elektromanyetik dalga yayan antenleri arka bölümündedir. Telefonu mutlaka cebinizde taşıyacaksanız vücudunuza temas eden yön ekranın olduğu taraf olsun.






- Hamile kadınlar cep telefonunu karın bölgelerinden uzak tutsunlar.






- Kulaklık kullanamadığınızda telefonu hoparlörden kullanmaya özen gösterin.






- Haberleşmenizi mümkün olduğunca SMS aracılığıyla yapın.






- Telefonu uyurken kapatmayacaksanız kesinlikle yastığınızın altına koymayın, yatağınıza da mümkün olduğunca uzakta tutun.










Mucize Kaynağı Cevizin Bilinmeyenleri







Ceviz, özellikle çocukların zeka gelişiminde büyük rol oynuyor.






Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi de olan Prof. Dr. Yaşar Akça, bir programa katılmak için geldiği Bursa'da AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'de ceviz üretiminin istatistiklerde yer aldığının aksine 70 bin tonla sınırlı olduğunu belirtti.


Üretiminin az olması nedeniyle yüksek fiyatının da etkisiyle ceviz tüketiminin az olduğuna dikkati çeken Akça, böylesine önemli bir ürünün ülkedeki çocukların önemli bölümü tarafından tüketilemediğini bildirdi.


Akça, cevizin insan sağlığı ve beslenmesinde çok önemli bir yer tuttuğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:


''Özellikle kış aylarında en önemli enerji kaynaklarından biri olan cevizin 100 gramından 700 kilo kalori enerji elde edilebiliyor. Mineral, protein, vitamin ve yağ açısından oldukça zengin bir ürün. Halen üzerinde ciddi araştırmalar yapılıyor. Kolesterolü düşüren, tansiyonu düzenleyen, kalp ve damar sağlığı açısından büyük faydaları bulunan cevizin en önemli özelliği zekayı geliştirmesi. Beyin ve ceviz, şekil açısından olduğu kadar içerik olarak da çok benziyorlar. İnsan vücudunda gümüşü kullanan tek organ beyindir. Bu açıdan gümüş içeren ceviz, özellikle çocukların zeka gelişiminde büyük rol oynuyor.''






TÜRKİYE'DEKİ CEVİZLER TAMAMEN ORGANİK


"Cevizdeki gümüşün, beynin sağ ve sol tarafındaki bilgi alışverişinin hızını artırdığını'' belirten Akça, ''Fazla ceviz tüketenlerde zeka gelişiminin yüksek olduğu bir gerçek. Özellikle Türkiye'deki cevizler, gübreleme ve ilaçlama olmadığı için tamamen organik. Bu açıdan da Türkiye'de üretilen cevizlerin insana en küçük bir zararı yok'' dedi.


Akça, cevizin çocukların beslenmesine mutlaka girmesi gereken çok önemli bir ürün olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:


''Sağlıklı ve zeki bir nesil için okullarda sadece süt değil çocukların ceviz, badem ve fındık tüketmesi de sağlanmalı. Bu, Milli Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca ulusal politika haline getirilmeli. Her sabah, bir ilköğretim çocuğu masaya oturduğunda mutlaka 3 ceviz içi yemeli. Bu tüketim badem ve fındık gibi ürünlerle desteklenmelidir.''


DONDURMALARINDA BİLE CEVİZ VAR


Yetişkinlerin ise günde 5 ceviz içi yemelerini öneren Akça, ''Dünyanın en iyi kalpçileri mutfağa 5 ceviz girmesini öneriyor. Ceviz üretimini ve tüketimini artırmamız gerekiyor. Sağlıklı bir gelecek için cevize daha büyük önem vermeliyiz. Gelişmiş ülkeler, sabah kahvaltısında ceviz tüketiyor. Dondurmalarında bile ceviz kullanıyorlar'' diye konuştu.


Kaynak: ensonhaber.com










Asıl Hayret Edilecek Şey

BİR GÜN bir adam, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının uzunluk ve genişliği birkaç karıştan ibaretken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, her oyunu mutlaka öbüründen farklı olur. Hiçbiri diğerine benzemez



Hz. Ömer de ona şu cevabı verdi:


“Bundan daha çok hayrete ve dikkate şayan olanı vardır. O da şudur ki, insanın uzunluk ve genişlik itibarıyla bir karıştan ibaret olan şu yüzünde, kaşlar, gözler, burun, ağız gibi organların yerleri değişmediği halde, yine de, dünyanın dört bir yanında, yüzleri birbirinin tıpatıp aynı iki kişi bulamazsın. Şu ufacık, el ayası kadar bir yerde, böyle sonsuz farklılıklar yaratan Allah’ın kudret ve hikmeti ne kadar büyüktür.”

24 Aralık 2010 Cuma

Gönüllere gir,

Her yerde olmak gibi bir Duan varsa..



Gönüllere gir,


çünkü sevenler sevdiklerini gönüllerinde taşırlar..


Ve nereye gitseler oraya götürürler..


Aşık neredeyse Maşuk da oradadır...


(Hz. Mevlana)






Allah'ım bizleri sevdiklerinden, Sevenlerinden ve Sevdiklerini Sevenlerinden Olmayı Nasip Eyle.... Amin


edep yahu (cumanız mübarek olsun)

EDEB YÂ HÛ



















‘Yâ Hû!’ hitabı


‘Hû’ya aşina olana yapılır, O’nu bilen O’nun edebini bilir


















23 Aralık 2010 Perşembe

KARAKTER

Kendini tanımak istiyorsan, çevrendeki insanlara bak.



Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN


















Profesyonel davranmak,insanlıktan uzaklaşmaksa ben amatör kalmayı tercih ediyorum.


Funda Türkmen


















Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.


Nurdan Tüzmen


















Elimizde olan şeyleri çok seyrek düşünürüz. Eksik olanları ise daima.


Arthur Schopenhauer


















Bir çiçeğin kokusu ne ise bir insanin şahsiyeti de odur.


C. W. Shwab


















Kendimizden ne kadar habersiz olduğumuzu, yazdıklarımızı yeniden okurken anlarız.


Paul Valery


















İnsana olanlar değil, o insanın içinde olanlar önemlidir.


Louis Mann


















Başkasını övmeyenlere, yerenlere, kimseden hoşnut olmayanlara bakın; bunlar kimsenin beğenmediği insanlardır.


La Bruyere


















Giysilerini kendilerinin en önemli yanı sayanlar genellikle giysilerinden daha değerli olamazlar.


William Hazlitt


















Şahsiyet, görünen cemiyet içinde görünmeyen cemiyeti seçip, tahtını onun bağrında kurmakla fethedilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, bir olacağa bağlanıştır


Cemil Meriç


















Karakter çok süratle elde edilir, fakat yeniden ona erişmek çok daha güçtür.


Thomas Paine


















Karakter, güç ve uzun süren bir alışkanlıktan başka bir şey değildir.


Plutarch


















Bir insanın asıl karakteri eğlence tarzının içinde saklıdır.


Reynolds


















Karakter çelik gibidir kırılmaz, fakat bükülebilir. İnat ise beton gibidir, ancak kırılabilir, bükülmez.


Laedri


















Karakter ağaç ise, şan ve şeref de o ağacın gölgesi gibidir. Biz hep gölgeyi düşünürüz. Oysa karakter ağacın kendisidir.


Abraham Lincoln


















İnsanların mutlulukları ya da mutsuzlukları, kaderin olduğu kadar da karakterlerinin eseridir.


La Rochefoucauld


















Bütün cihanı araştırdım, güzel ahlaktan daha üstün bir liyakat bulamadım.


Mevlana


















Bir insanın hayatı onun karakteridir.


Alexis Carrel


















Şahsiyetimize bir şey katmayan her hareket şahsiyetimizden mutlaka bir şey götürür.


Dale Carneige


















Hayatımız karakterimizin değil, karakterimiz hayatımızın ürünüdür.














22 Aralık 2010 Çarşamba

BOYKOTA DAVET



NİKE YENİ AYAKKABI MODELİNİN ARKASINA ALLAH'IN C.C) İSMİNİ YAZMIŞ.TÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİ NIKE 'I BOYKOTA


DAVET EDİYORUZ














Hadis-i Şerif






Bir kötülük gördüğünde elinle, gücün yetmezse dilinle, ona da gücün yetmezse kalben değiştir (hiç olmazsa buğzet)...Nebevi














































Sır ve Hızır...




Bir garip hikaye bir meçhul konu

Ne başı malumdur ne belli sonu

Bilmem ki nereden tanırdım O'nu

Kırık bir aynada gördüm galiba



Saç dağınık boyu benim kadardı

Buruşmuş suratı sanki mezardı

Neyin var deseydim belki kızardı

Sadece bir selam verdim galiba



Duruşu vakarlı tavrı ağırdı

O gün sokaklar lal gece sağırdı

Yürüdüm şair gel diye bağırdı

İrkildim aniden durdum galiba



Yavaşça yaklaştım kaşını çattı

Öfkeli bakışı sanki tokattı

Saatlerce bana beni anlattı

Korkmasam sen kimsin derdim galiba



Söyledi ağladım sustu inledim

Bir tek bakışında aşkı dinledim

Sükutu şerh eden sözü anladım

Şiir defterini dürdüm galiba



Ateştim hem aşkın külü değildim

O gülzar ben bağın gülü değildim

O geceden evvel deli değildim

Ruhuyla ruhumu ördüm galiba



Ve güldü yüzünde sonsuzu tattım

Kapat gözlerini dedi kapattım

Eyvah diye birden etrafa baktım

Bir gölgem bir de ben vardım galiba



Terk etmek reva mı kalbimi çelip

Al beni de götür bir daha gelip

Sırrın hududunu aşkınla delip

Aklın zincirini kırdım galiba.



Serdar TUNCER

21 Aralık 2010 Salı

şems-i tebrizi

Gönül ayinesi sofi



Eğer kalır isen safi


Açılır sana bir kapı


Ayan olur cemalullah






Şems-i Tebrizi

MEDYATİK MANZARAMIZ

Her şeyin basite indirgendiği, magazinleştiği ve eğlence showları ile insanları ekranlara ya da gazete-dergi sahifelerine hapsetmek medyacılık sanılıyor. Değerler alt üst olmuş, özel yaşantı alanları fütursuzca çiğnenmiş, yalanın biri bin para olduğu ortamda Avrupa Birliği, dış politika ve ekonomi kimin umurunda. Böyle giderse toplumun hafızası silinerek toplumsal cinnete giden bir akibetle karşı karşıya kalacağız demektir.



Yapılmak istenen galiba düşünemeyen toplum üretmek ve beyinleri uyuşturulmuş insanları dedikodu ile oyalamak olsa gerektir. Sunumcuların eline tutuşturulmuş ipe sapa gelmez show programları ile onarılmaz yaralar açıp azınlık dediğimiz ‘Bir eli yağda bir eli balda’ kesimin kaprisleri uğruna toplumu heba etmek marifetten sayılıyor artık. Oysaki çoğunluğun bunca az elitist tabakanın eline terk edildiği görülmemişti bu topraklarda. Görünen köy kılavuz istemez, değer aşınması apaçık ortada. Bir de işin içine ideolojik ayırımcılık da eklenince yaşadığımız manzara içinden çıkılmaz bir hal aldı maalesef Bu durum geleceğimizi karartıyor. Medya gücünü halktan alması gerekirken azınlık dediğimiz seçkinci zümrenin istek ve doğrultularına ram olmuş. Reklam pastasından pay almak uğruna toplumun değerlerini hiçe sayan yayınların pompalanması sağlıksız kuşakların doğmasına yol açıyor; hem manen hem de maddeten.. Genç beyinlerin zihnine pranga vurulduğunun hala farkında değiliz. Medyanın dördüncü kuvvet olduğunun şişirilmiş balonuyla kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması vahim sonuçlara yol açacağı aşikâr.


Dördüncü kuvvet dedik ama aslında birinci kuvvet. Çünkü medyamız etik anlayışdan uzak olduğu için çıkarlarına ters düşen her ne olursa olsun bir anda karalama kampanya metotları ile rakiplerini diskalifiye etme şansına sahipler de. Bu durum yıllardır hala temizleyemediğimiz derin ilişkilerde gizli. Devlet içine sızmış ‘çeteler–sermaye-medya’ üçgeni ile kurulan düzenek toplumsal aydınlanmayı baltalamak üzere kurulmuş adeta. Halkı iyi anlayan ve halkla hemhal olan anlayışlara kapalı bu sistem var oldukça medyaya yönelik hayıflanmalar bitmeyecek gibi.


İdealimizde ki medya anlayışından kastımız; Analitik yorum yapabilen, analitik haber olarak kaynağından araştıran ve objektif kriterleri esas alarak halkın denetimine açık olan bir medyayı amaçlıyoruz. Bu tür medyacılık ancak kabulümüzdür. Bakalım bu hastalıklı yapımızla nereye kadar gidecek bu gemi. Gemi şuan hızla su alıyor. Kimin umurunda ki, bir batarsa hepimiz batarız hassasiyeti de ortada yok zaten.


Osmanlı’nın kendini anlatma diye bir derdi yoktu. Niye olsun ki, Osmanlı’nın kendisini enforme etmesine gerekte yoktu. Çünkü Osmanlı sistemini adalet ve özgürlükler üzerine inşa ettiği için bu tür şeylere kafa yormadılar. Onlar yöneticisi ile yönetileni arasında muhabbet iklimi oluşturmuşlardı hep. İdare edenler ve idare edilenler el ele gönül gönüle sadece Allah’a abd olmuşlardı. Allah’tan gayri sahte mabutlara itibar etmiyorlardı. Şu anda yaşadığımız süreçte medya toplumu sahte sanal cennetine çağırmaktan başka bir görev yapmıyor diyebiliriz. Böyle olunca da toplum nezdinde git gide güven kaybına uğruyorlar. Osmanlı toplumu ‘Yaratana kul olmakla’ mutluluğun şerefini tadıyordu. Geçici dünyevi lezzetlerin cazibesine kapılmadan yaşıyorlardı. Osmanlıda sadece çok elzem durumlarda duyuru mahiyetinde ‘Duyduk duymadık demeyin..’ tarzda kulaktan kulağa yayılan dilden dile aktarılan bir kültür vardı. Kelimenin tam anlamıyla Osmanlı’nın enformasyonu sözlü kültür dediğimiz bir ağdır. Hiçbir zaman sömürgecilik anlayışı ile hareket etmemişlerdir.


Türkiye medyası bu noktada problemli... 1950’lerden bu günlere geldiğimiz süreçte kimi zaman medya alaylıların, kimi zaman mülkiyelilerin, kimi zamanda güç odaklarının sesi olmuşlardı. Neyse ki Özal’ın serbest düşünce ve serbes piyasa ekonomik politikaları ile çok sesliliğe geçiş yapmanın neticesinde geçicide olsa toparlanıp insanımızın ufkunda zihni değişimler yaşandığı ortaya çıktı. Zihni değişim ister istemez kimlik değiştirmeyi de beraberinde getirdi. Öyle ki Anadolu insanı tarlasından toprağından çıkıp şehirlere yerleşerek kabuk değişikliği yaşandı, aynı zamanda kentler sol merkezli olmaktan çıkıp hızlı bir süreç yaşandı. Fakat bu durum çok uzun sürmedi 1990’ın eşiğini geldiğimizde bildiğimiz aktörler devreye girerek zihni dönüşümün önüne engel olmak adına ister adına kadife darbe denilsin, isterse postmodern denilsin, bu tür müdahelelerle toplumun hızlı bir şekilde kabuk değişimini baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Basın bu tür ortamlarda halktan yana tavır alması gerekirken zinde güçlerden yana tavır alarak derin güçlerle işbirliği yapmayı tercih ettiler. Bu durum düşündürücüdür. Sadece tavır alsa bir noktada görmezlikten gelinebilirdi. Bilakis yangına körükle gitme işlevini üstlenmişlerdir.


Medya yönlendirilmek yerine yönlendirmeyi, yani toplumsal mühendisliği tercih ediyor hala. Kendi dünyalarında belirlemiş oldukları kalıplarla hareket eden toplum görmek istiyorlar. Toplumsal mühendislik uygulamalarında yeterince mesafe alamamaları onları zaman zaman sinirlendirerek intikam almaya dönüştürebiliyor da. Şöyle ki toplumu baskıyla, cinsellik ve dedikodu haberleriyle evcilleştirme yoluna gidiyorlar. Yazıklar olsun böyle bir anlayışa. Zaten okuma oranı düşük olan bir toplumuz, birde bunun üzerine yalan asparagas haberlerle insanımızın ruh dünyasını yıkmak ne kadar etik. Üstelik anlı şanlı medyamız toplumun belirlediği, sempati duyduğu kişileri değil, kendisinin belirlediği birkaç isimlerle zihinleri karıştıracak proğramlar yapmaktan da yüksünmüyorlar da.


Hâsılı kelam evlerimizin yatak odalarına kadar bile destursuz girecek kadar ölçüyü kaçıran bir medya var karşımızda. Ne zaman adam oluruz, galiba kendi özümüzde var olan dürüst, yalandandan uzak, merhametini yitirmemiş bizim diyebileceğimi medya anlayışına döndüğümüzde galiba.
alıntı