18 Şubat 2013 Pazartesi

derviş olan kişiler


DERVİŞ OLAN KİŞİLER

Derviş olan kişiler acep nice dirile,
Yok takazası budur bir ola her bir ile.

İkilik eylemeye, hiç yalan söylemeye,
Âlem bulanır ise, bulanmadan durula.

Acep öyle kim ola, bulanmadan durula,
Öylelik ister isen, yoldaş olgıl er ile.

Erile yoldaş olan key olası gönülden,
Âlem yoldaş olurdu olur ise dil ile.

Dilden nesne gelemez, su ile gönül yunmaz,
Gerçeğin gelenleri yederler bir kıl ile.

Dün-ü günün çekerler, o kıl üzülsün deyi,
Ömrün anda berkitmiş yedilir bir kıl ile.

İnce sanman o kılı, güzaf sanman bu yolu,
Erenler geçti geldi, her biri bir hal ile.

Her kim hali hallendi, o bey oldu kullandı,
Yunus sen kul olugör, bey söyleşir kul ile.

Yunus Emre

16 Şubat 2013 Cumartesi

dünya menfaat dünyası değildir


Dünya, menfaat dünyası değildir

Yazımıza bir soruyla başlayalım: Hassasiyet nedir?

Ali Yakup Hoca, Yugoslavya hükümeti tarafından tutuklanıp hapse atılır. Tam sekiz sene hapis yatar. Bu sekiz sene boyunca, domuz eti yedirirler korkusuyla, sadece ekmek ve su tüketir. Ve sağ salim 'cezasını' tamamlayıp tahliye olur.

Hassasiyet, tek kelimeyle, işte budur. Osman Konuk'un da dediği gibi: 'Çok basit bir çabayla hayatımızı sürdürebiliriz.' Bu basitlik, bizi, hayatın yıkıcı zorluklarından ve kötülerin şerrinden korur.

Öte yandan, İsmet Özel'e göre, mekânımız piyasadır ve artık hiç kimsenin akrabası kalmamıştır. Bu cümlenin çok sert olduğunun farkındayım. Tam da burada, sorumuz şu olsun: Para lazım olunca, akraba ve dostlarımıza mı, yoksa bankalara mı müracaat ediyoruz?

Mekânımızın piyasa olması, en çok da hassasiyetlerimize zarar veriyor. Konuyla alakasız gibi görünen bir örnekle yazımıza devam edelim: Kâr-zarar hesabı açtıranların, bir ay 'kâr payı' alamadıklarını düşünün. Ne olur dersiniz?

Piyasa, menfaat kavramını da beraberinde getirir. Mekânı piyasa olan, pekala, 'dünya, menfaat dünyasıdır' diyebilir. Her şeye ve herkese kâr duygusuyla yaklaşır.

Nurettin Topçu, menfaati, ayağımızdaki zincirlere benzetir ve onlarla cennete gidilemeyeceğini söyler. Bir de şunu: 'Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister. Bir arada barınamazlar.'

Birçok meseleye işte bu pencereden bakıyorum: Yaşamak mı, yaşatmak mı?

Aslında bu sorunun 'basit' bir cevabı var: Yaşatırsanız, yaşarsınız.

***

Denilir ki, 'menfaat her türlü dili konuşur, her kılığa girer, hatta menfaatlere karşı kayıtsız biri gibi görünmesini de bilir.'

Örneğin, vefasızdır ama vefa der. Onca haksızlığa imza atıp haktan ve hukuktan bahseder.

Herkesi kendisi gibi gördüğü için, en samimi insanlara bile menfaatçi damgası vurmaktan çekinmez.

Berat Demirci'den ilhamla söylersek; sıkışınca özgürlükçü, acıkınca toplumcu, zenginleşince serbest piyasacı, kendini gizlemesi gerekince millici olur.

Rüzgâr nereden eserse, hangisi daha kazançlıysa, oraya döner. Münasebetlerini ona göre kurar. Prensipleri yoktur yahut budur.

Sizin dava dediğiniz şeye, o, imkân gözüyle bakar. Bu öyle bir ruh halidir ki, on yıllık partiyi, kırk yıllık partili gibi savunur.

Öte yandan, yıkıcıdır. Dahil olamadığı işleri ve yerleri karalamaktan çekinmez. Bunu yaparken, ölçü, iyi olup olmadıkları değildir. Sözgelimi, gönderdiği şiiri yayınlamayan dergiye savaş açar.

Onlarla, yapmak için birlik oluşturamazsınız. Fakat yıkmak için gönüllü bir araya gelirler.

Bir özellikleri de, televizyondan sosyal medyaya kadar, bulundukları her yerde tartışma çıkarma çabalarıdır. Bağırarak konuşmalarından, muhataplarının sözlerini kesmelerinden, laf atmalarından ve hakaret etmelerinden bilirsiniz onları.

Tedbir olarak, Ebu Hanife'nin şu nasihati hep aklımızda bulunsun: 'Çıkar elde etmek için tartışanlarla tartışma.'

***

Burada, sadece bir kesimden bahsetmiyorum.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Halk Partililerin Hitler bıyığı bırakmalarını hatırlayın. Sonra da mütedeyyin camiadan birçok kimseyi takıyyeyle suçlamalarını. Sükût.

Mihail Nuayme'nin Çağdaş Putlar isimli önemli bir kitabı var. Eserde, para, güç, iktidar ve medya, 'çağdaş put' olarak tanımlanıyor.

Put yahut mühür (yetki) kimin elindeyse, onun yanında, o çemberin içinde yer almak. Anlatmaya çalıştığımız şey, tam olarak bu. On binlerce insanın aynı anda taht mücadelesi yapması gibi bir şey.

Amaç bu olunca, insanlar dahil, her şey araç olarak görülüyor. İster istemez, hassasiyetler köreliyor, ölçüler değişiyor: İşime yarar mı, yaramaz mı? Kullanışlı mı, değil mi?

Diyelim ki, elinizde bir imkân vardı ve gitti. Size olan ilgileri bir anda dağılır. Hem sizi terk ederler, hem de yanınızda kalanları 'menfaatçi olmakla' suçlarlar. Tekrar imkân sahibi olduğunuzda ise ilk arayan, ilk hayırlı olsuna gelen, yine onlardır.

İşte bu insanlar, birbirlerini nerede olsa tanır, bulur ve görülmemiş bir dayanışma örneği sergilerler. İşin garip tarafı, bu çıkar toplaşmasına karşı geldiğiniz vakit, kendi sıfatlarını size vermeye çalışırlar: 'Menfaatçi.'

Dikkat ederseniz, böyle kimselerin, milletin katında hiçbir karşılığı yoktur. Kim olurlarsa olsunlar, nereye gelirlerse gelsinler.

Boşuna söylenmemiş: İyiliği yalnız iyiler anlar, kötülüğü ise herkes

ibrahim tenekeci

14 Şubat 2013 Perşembe

Tekbir erkan oğur


insan3


İnsanı özel ve üstün kılan nedir?



Dünyada çok çesitli inanç sistemlerinde olan insanlar görüyoruz. Kitaplı dinlerin dışında kitabı olmayan dinlere tabi olan insanlar da görüyoruz. Hatta zulmani eğilimleri olanlar da görüyoruz.


Allahu Teala, biliyoruz ki herşeyi insan için yarattı. Göklerde ve arzda olan herşeyi insanın emrine musahhar kıldı. Başka yaratıklardan bahsetmiyor, cinlerden, meleklerden bahsetmiyor. İnsan diyor Allahu Teala, insanın emrine musahhar kıldım diyor.

Böyle bir dizaynda herşey çok güzel, hersey bir insanlar için yaratılmış. Diğer mahluklar bir yana, insan bir yanadır. İnsan kendisi için, kainatın yaratıldığı bir yaratıktır. İnsan bir yaratık mıdır, evet bir yaratıktır. Allahu Teala’nın halk ettiği bir mahlukudur ama en kıymetlisidir. Eşrefi mahlukattır.
Bu çok önemli bir konu. En üst seviyede yaratılmışsak eğer bu en üst seviyede yaratılmanın hamdini ve şükrünü Allahu Tealaya eda etmek mecburiyetindeyiz. İnsan olarak yaratılmak bir üstünlüktür Allah’ın bir lütfu keremidir. Sadece insan olarak yaratıldığımız için Allah’a ne kadar hamd etsek şükretsek azdır.
İnsan olmak farklıdır. İnsan, başka hiç bir yaratıkta olmayan bir nesnenin sahibidir. Ne cinlerde, ne melekelerde, ne hayvanlarda, ne de bitkilerde; hiçbirşeyde olmayan bir muhseteşem donanımla donatıldık. Çünkü bizlerde Allahın ruhu var veya vardı.
Allahu Teala bizleri ruhu ile donattı. Bütün insanlar doğduğu zaman Allah onlara ruhundan üfürür. Secde suresinin 9. ayetinde buyuruyor ki
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve 
onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz
Allah insanın içine ruhundan üfürdü. İşte o üfürülen ruh bütün insanlarda doğduğu anda vardır. Diğer mahluklarda ruh yoktur.
Allah’a ulaşan, Allah’ın zatında yok olan, Allah’a ait olan bir ruh şu anda hepinizde mevcuttur. Ruhunu Allaha doğru yola çıkartmamış olan herkeste bu ruh şu an mevcuttur.
Ve insan Ruh, Nefs ve fizik beden olarak 3 vucuttan oluşur. 3 vücüttan oluşan baska bir mahluk mevcut degildir. Cinler nefs ve fizik bedenden olusur.
Allah insanı niçin yarattı?
Allah için olmak, Allah için yaşamak... işte en önemli konu.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Biz, insanları ve cinleri bize abd (kul) olsun diye yarattık diyor, abit olsunlar yani ibadet etsinler diye yarattık demiyor.
Birbirinden son derece farklı 2 tane kavram abd (kul) olmak ve abit (ibadet eden) olmak. Örnek vermek gerekirse, namaz kılmak, hacca gitmek, kelimei şahadet getirmek, zekat vermek, oruç tutmak; islamın 5 şartı olarak değerlendirilir ve de derler ki bunları yaptın mı doğru posta cennete gidersin. Hayır hiçkimse islamın 5 şartı ile cennete gidemez. Bu 5 şart farzdır ama ilaverleri var. Allaha ulaşmayı dilemek ve Allaha teslim olmak farzdır. Bu 7 farzın icine zikri de koymak zorundayız. İbadetlerin en büyüğü olan zikri, islamın 5 şartında yerleştirmemişiz yerli yerine.
Allahu Teala’nın indinde insanın yeri nedir? Peygamber Efendimizin (SAV) özelliği nedir?
İnsandan başka hiçbir mahlukta ruh yoktur. Allahın en sevdiği mahlukunun birşeylerle donanmış olması lazımdır ki üstün olduğu ortaya çıksın. İşte bu donanan şey, Allahın ona üfürdüğü ruhtur. Allahu Teala ona ruhundan üfürdü. Bu sebeple insan alemlere üstün kılındı.
Allahu Teala Enbiya suresi 107. ayeti kerimesinde Peygamber efendimize diyor ki:
“Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Bütün alemlere rahmet olmak üzere yaratılan son nebi, son peygamber, hatemül nebiin.
Diyor ki Allahu Teala :33/AHZÂB-40: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Peygamber efendimiz (SAV) bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir ve O peygamberlerin sonuncusudur. Nübüvet O’nunla mühürlenmiştir.

insan2


  1. HOŞÇA BAK ZATINA KİM ZÜBDE-İ ALEMSİN SEN






    1- Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen
    Gerçi virane isen genç-i mutalsamsın sen
    Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
    ... Bildiğin gibi değil cümleden akdemsin sen
    Ruhsun nefha-i cibril ile tev’emsin sen
    Sırr-ı Hak’sın mesele-i ısi-i meryemsin sen

    Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.

    1- Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkık döküksün ama tılsımlı bir definesin. (Eskiden,parayı hazineyi, defineyi dikkati çekmek için harap yerlere gömerler; bulunmaması için de üfürükçülere tılsım yaptırırlar ve bu sebeple buna dokunmak isteyene büyük bir yılanın görüneceğine inanırlardı. Bu yüzden edebiyatımızda define, harap yer ve yılan genellikle beraber kullanılırdı. Keza burada hadis-i kutsi olarak kabul edilen”Ben kırık gönüllerin yanındayım” anlamındaki söze de işaret vardır.)
    Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın; bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin.(Allah Adem Peygamberi yarattıktan sonra,meleklere ona secde etmelerini emretmiş; onlar da secde etmişlerdir. Bu secde de Adem, mihrap durumundadır. Zira secde yalnız Allah’a mahsustur. İnsan, varlığın, yaradılışın gayesi olması bakımından her varlıktan önce sayılır. Adem’e secde bundan dolayı emredilmiştir. Adem’e secde Kuran’ın bir çok suresinde geçmektedir.)
    Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin; Tanrı’nın sırrısın. Meryem’in oğlu İsa gibisin.(Peygamberlere vahiy getirmekle vazifeli olan Cebrail, Tanrı’nın emriyle Meryem’e üfürmüş ve o da Hz. İsa’yı doğurmuştur. Yani İsa, babasız doğmuştur. Kur’an-ın Ali İmran suresi’nin 59. ayetinde, İsa’nın topraktan yaratılmış olan Adem’e benzediği bildirilmiştir ki beyitte bu ayete de işaret olunmaktadır.)
    Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.(Eski inanışa göre, canlılar bitkiler ve cansız şeyler, toprak, su hava ve ateş denen dört unsur ile dokuz gökten meydana gelmiştir. İnsan bütün kainattan süzülüp geldiğine göre alemin özü adeta gözbebeğidir. Şairin”Sen alemin özüsün, gözbebeğisin” demesi bundandır.

    2-Merteben ayn-ı musammadır esma sanma
    Merciin Halık-’ı eşyadır eşya sanma
    Gördüğün emr-i muhakkakları rü’ya sanma
    Başkasın kendini suretle heyula sanma
    Keşf ile sabit olan ma’niyi da’va sanma
    Hakkına söylenen evsafı müdara sanma

    Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    2- Mertebeni adlarda sanma; adların sahibinin kendisindedir. Dönüp varacağın yer, her şeyi yaratandır; eşyaya gideceğini zannetme.(Beyitte Baka suresinin 31. ayetine işaret edilmektedir. Bu ayette, Tanrı’nın bütün isimleri Adem’e öğretip belirttiği bildirilmektedir. Tanrı adlarının hepsi insanda görüldüğü için o, bir bakıma bütün adların sahibi sayılır.)
    Gördüğün gerçekleri rüya sanma; sen başka bir varlıksın, kendini, her sureti kabul eden heyula, yahut heyulanın büründüğü suret zannetme.(Heyula, felsefi bir terim olarak maddenin her surete, şekle bürünmesi kabiliyetine denir. Heyula suretle görülür.)
    Keşifle(gerçekliği) meydana çıkan manayı dava, sanma. Hakkında söylenen vasıfları da gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme(Tasavvufta herhangi bir şeyde ısrar etmek, sözle direnmeye dava denir ve hoş görülmez.)

    Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün; varlıkların gözbebeği olan insansın

    3- İnleyip sırrını faş eyleme ağyara sakın
    Düşme bilmezlik ile varta-i inkara sakın
    Değmesin Ahların kakül-i dil-dara sakın
    Sonra mansur gibi çıkman olur dara sakın
    Arz-i acz etmeyesin yareden ol yara sakın
    Bulduğun cevher-i alileri biçare sakın

    Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    3- Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkar çukuruna düşmekten sakın.
    Ahların, sakın, sevgilinin kakülüne değmesin; sonra Mansur gibi dara çıkarsın.(Mansur, Hallac veya Hallac-ı Mansur diye anılan kişi şeriata aykırı sözlerinden dolayı 922 yılında Bağdat’ta öldürülen meşhur sufidir.)
    Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma; a, çaresiz kişi, bulduğun kadri yüce incileri sakın, koru.(Beyitte, aşığın vücudundaki yaralar inciler gibi düşünülmüştür.)

    Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün;varlıkların gözbebeği olan insansın.

    4- Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende
    Sendedir ma’den-i envar-ı fütüvvet sende
    Gizli gizli dahi vardır nice halet sende
    Ma’rifet sende hüner sende hakıykat sende
    Nazar etsen yer ü gök duzah u cennet sende
    Arş u kürsiyy ü melek sendedir elbet sende

    Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    4- Sevgi sırlarının mahzeni sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende.(Tasavvufta, tekkeyi, zikri hususi giyim ve kuşamı kabul etmeyen sufilere Melami veya Melamet erbabı adı verilir. Bunlar, bu görüşlerini halka yayıp esnaf ve sanatkarları da teşkilatlandırmışlar ve “Fütüvvet ehli” denen bir teşkilat kurmuşlardı. Fütüvvet mertlik, cömertlik demektir.)
    Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner, hakikat sende.
    Baksan görürsün ki yer de, gök de, cehennem de, cennet de sende; arş, kürsi ve melek de sen de sendedir, sende.(Bu beyit temsili bir mana ifade etmektedir. Gök ile yücelik ve feyiz; yer ile aşağılık ve verimlilik; cennet ve cehennem ile zevk ve azap; Arş ve Kıürsi ile kudret, saltanat ve tedbir ile bilgi kastedilmektedir.)

    Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.

    5- Hayıftır şah iken alemde geda olmayasın
    Keder alude-i ümmid u reca olmayasın
    Vadi-i ye’se düşüp hiç ü heba olmayasın
    Yanılıp reh-rev-i sahra-yı bela olmayasın
    Ademe muttasıl ol ta ki cuda olmayasın
    Secdeler eyle ki merdud-i huda olmayasın

    Hoşça bak zatına kim zübdei alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    5- Yazıktır; padişahken alemde yoksul olmayasın, ümit ve yalvarışla kederli bir hale gelmeyesin. Ümitsizlik vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın; yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın. Ademe yapış da geçerken ayrılmayasın; secdeler et ki Tanrı reddetmesin seni.
    Kendine bir hoşça bak, sen alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.

    6- Berk-i hatıf gibi bu kayd-i sivadan güzer et
    Erişen har u hasa ateş-i aşkı siper et
    Damenin tutmaya asar-ı alayık hazer et
    Şems-veş hahiş-i munla ile azm-i sefer et
    Saf kıl ayineni kabil-i aks-i suver et
    Hele bir cem’i havas eyle de galib nazar et

    Hoşça bak zatına kim zübdei alemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    6- Tanrı’dan gayrı bütün varlıklardan, çakıp, sönen, gelip giden bir şimşek gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe karşı aşk ateşini siper et. Gönlü bağlayacak şeylerin eserleri, sakın, eteğin tutmasın”........................”

    Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün; varlıkların gözbebeği olan insansın.

    Be beyti birçok defa gözden geçirmiştik. Şu anda yazarken gönülden de geçirme imkanımız oldu. Gerçekten de insanın içinde-özünde-ruhunda müthiş bir inkılap büyük bir ihtilal meydana getiriyor. İnsanın “mana” alemini, ruh dünyasını nefse karşı vereceği savaşı çok çok güzel anlatıyor. Dolayısıyla uyarıyor, sarsıyor ve nasibi olanları kendisine getiriyor, özüne-içine.. dönderiyor.
    “İnsan gönülden ibarettir. Akıl, az da olsa diğer canlılarda da vardır.” diyen mütefekkir hakikaten doğru söylemektedir muhterem okuyucu. Evet, insan yürekten ibarettir. Bunun içindir ki, sadece dışın insan olması katiyen yetmiyor, içi de yüreği de insanlaştırmak, ruhu, gönül dünyasını da İslamlaştırmak şart!
    Gönül...

    Nedir “Gönül”?

    “İnsanın manevi varlığının ifadesi, inanç ve hislerimizin kaynağı, önüne geçilemeyen iç kuvvet; kalp, dil, istek, arzu, heves, niyet, duygu, his, aşk... gibi manalar ifade etmektedir gönül.” Yerde, gökte ve her ikisinin arasında gönülden daha kıymetli ve daha aziz başka hiçbir kavram mevcut değildir.
    Çok doğrudur; gönülden değerli ve dikkate layık hiçbir şey yoktur. Bunun için denildi ki: “Kabe-i hüdadır dil, yıkmak olmaz. Dil şibast edenler hasmullah olur” (Gönül Allah’ın evidir, asla yıkılmamalıdır. Gönül yıkanlar, kalp kıranlar Allah’ın hasmıdırlar.)
    Bütün kainatı yaratan, canlı cansız her şeyi yoktan var eden yüce Kudret, insan vücuduna girmiş ve insana şah damarından daha yakın olduğunu beyan etmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım.” Bir diğer Hadi-i Kutsi’de yüce Allah: “Beni ne yerim aldı, ne semam; beni bir mü’min kulumun kalbi aldı.” buyurmaktadır. Cihan Peygamberi de şöyle demektedir: “Mü’minin kalbi Allah’ın evidir; mü’minin kalbi
    Allah’ın arşıdır; mü’minin kalbi, Allah’ın hazineleridir.”
    İki cihan güneşi peygamberimiz bir gün sahabelerine Kabe’yi göstererek, “Bu ev çok muazzam ve mübarektir, saygı ve taktise layıktır. Amma Allah’a yemin ederim ki sizin şeref, haysiyet ve izzetiniz ondan çok daha muhteremdir.” der. Çünkü aziz okuyucu, “Mekke’deki Kabe, Azeroğlu Halil’in yaptığı ve maddesi taş olan bir binadır. Hakiki Kabe olan insan kalbi ise Allah’ın binası ve nezargahıdır.
    Bir başka ulu insan da şöyle diyor: “Kalbi insan Azamet Halikının hanesidir; kalbe nispet arşı azam mercimek tanesi gibidir.”
    Alemlerin sultanının gelip yerleştiği, beğendiği, taht kurduğu yerden daha büyük, daha kıymetli neresi olabilir beyin ve gönüldaşım!!
    Bir başka değerli şair bakın ne güzel ifade ediyor:
    “Gönül Hakk’ın barınağı,
    Işığın, kandilin yağı,
    Rabb’in sönmeyen çırağı.
    Hak gönülde birleşir
    Orada barınır yerleşir.”
    Hz. Ali de “İnsan küçük alemdir. Alem büyük insandır.” der.
    Merhum Akif, yüce Ali’nin yukarıdaki sözünden ilham alarak şu beyti söylemiştir:
    “Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvidir,
    Avalim sende pünhardır, cihanlar sende matvidir.”
    Evet evet... “Önce insan olmak lazım. İnsan müsveddesi değil, insan! İnanç ve fikir sonra gelir, tekamülü sağlar, insanlık cevherini asli mihverine oturtur ve ışıl ışıl parlatır. Fıtratın bayramı yaşanır. Şahsiyetiyle insan olamamış birinin inançlarla ve fikirlerle (varmış gibi görünen) alakası suretten ibarettir.”
    İnsan-ı Kamil olmak isteyen; mutlaka beynini ilimle, kalbini sevgiyle ve midesini de helal gıdalarla-dengeli- şekilde beslemesi lazım.
    Mükemmel insan olmak için”Tefekkür” de çok önemlidir. Tefekkürde ise iç zenginliği esastır. İç dünyasını”Fıtrata uygun”biçimde besleyememiş olan insanın düşünmesi , “neden ve niçinlere” cevap verebilmesi çok zordur.

    Nedir Düşünmek?
    İnsan nedir? Niçin yaratıldık? Bu hayatın amacı nedir? Ölüm nedir? Bu aleme nereden ve niçin geldik? Ne

    yapmak için gönderildik? Nereye gideceğiz?
    Ahlak nedir? Nasıl yaşamalıyız? Aile nedir? Mutluluk nedir? Cemiyet nedir? Vatan nedir? Devlet nedir ve vazifesi nelerdir? Vatan nedir? Millet nedir? İnsanın sadece karnını doyurduğu her yer vatan mıdır? Madde nedir?Tabiat nedir? Akrabalık, dostluk, vefa, sevgi nedir? Tekamül nedir? Tefekkür nedir? Görev, sorumluluk nedir?” Akıl,insan, madde-ruh” dengesi nasıl sağlanır? Sevinçli-kederli anlarımızda nasıl davranmalıyız? Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz? İnsanlarla olan münasebetlerimizi nasıl düzenlemeliyiz?
    İşimizi hangi ahlak ölçüsüyle yapmalıyız? Zenginlik-fakirlik meselelerinde neleri gözetmeliyiz? Hayat tarzımız ve üslubumuz ne olmalıdır? İçtimai meselelere nasıl bakacağız?
    Bunlardan başka tabii ki, daha sayılmayacak kadar düşünmek zorunda olduğumuz başka şeyler de vardır.
    O halde; Düşün..Düşün...düşün..Ve, .kendine her şeyi sor...Ve cevabını da ver...
    Evet, Bugün, Din Adına İnsana Zulmediliyor
    Biliyor musunuz,”Din, problem üretmek, karanlık ve mutsuzluk yaratmak için gelmedi; huzur ve çözüm için geldi. Ama insanı horlayıp tekmelemeyi din zanneden karanlık odaklar Allah adına, Allah’ın kullarına zulmettiler; din adına dinsizlik yaptılar. Çünkü dinsizliğin en belirgin özelliği zulümdür.
    Din de bir araçtır. Amaç insanla Allah’ın diyalogu ve insanın mutluluğudur. Dini bir gaye haline getirenler, Allah’ı unuttu, insanı ezdiler; hayatı mengeneye sokmak onlar için bir zafer haline geldi. 16. yüzyılın büyük gönül adamı Hamza Bali, karanlık mollaların fitnesiyle idama mahkum edilmişti. İnfazı denetleyen baş molla, cellatlara şunu söyleyebildi: Başından sarığı alıp öyle asın; sarığa saygısızlık olmasın.” Allah’ın en şerefli yaratığı insanın hem de Hamza Bali gibi bir insanın başını birkaç santim bezden daha değersiz gören bir namertlikti bu...İnsan horlamayı din zannetmenin en beyinsiz sergilenişiydi bu....
    Evet, “Allah”adı altında insana işkenceden zevk alan bir kudreti insanın ensesine bindirdiler. Kur’an’ın Allah’ı bunların tanıttığı işkenceden zevk alan kuvvet değildi.
    Sadece insanlara değil, tüm canlılara eziyet ve işkence zulümdür., hayata ihanettir. İnsana eziyet ve işkence ise Allah’a harp açmaktır. Bir tek düşman vardır: Zalim. Zalime yandaşlık eden de zalimdir.”
    Evet, bu tespitlere katılmamak mümkün değil. Sadece içinde yaşadığımız zaman diliminde değil; asırlar boyu, gerek bizim vatanımızda ve gerekse diğer İslam memleketlerinde, din adına yapılan zulümler, dinsizlik ve din dışı olan ideolojiler adına yapıldığını söylemek maalesef doğru değildir.Bunun en güzel ifadesi;” din adına dinsizlik”tir. Diğer bir söyleyişle, eşref-i mahlukat olan insanı hammadde olarak kullanmak suretiyle, Allah’ın rızasını kazanmak... Cihat adına, Müslüman’ın beynini, kalbini sömürmek ve daha sonra da cebini
    boşaltmak....
    İnsanın en acımasızca sömürülen yanı işte budur.” Dini bilmemek bizim insanımızı, iki sömürünün kahrına uğratmıştır. Dinsiz sömürü, dinci sömürü. Birincisi bilmediği dini insanımızın önünde bir katran çukuru gibi gösterip kitleleri Allahsızlığın süslenmiş iğreti rahatlığına çekmektedir. İkincisi ise, kutsalı sömürerek kitleyi aforoz kılıncı ile korkutmakta ve kendi hesapları yönünde şekillendirmektedir. Kitle iki yılanın ortasında
    kalmıştır. Bu yılanların farkı, birinin kafadan, ötekinin gönülden ısırmasıdır. Gerçek olan bir şey varsa o da ikisinin de zehirli oluşudur.”
    İnsan, eşya ve hadiseler hakkında pek çok şey öğrenmiş, fakat bunların merkezinde insanın, insanın merkezinde de Allah’ın bulunduğu gerçeğini anlayamamıştır. Bu itibarla her şeyi görmeye, anlamaya ve tanımaya çalışmış, fakat kendisiyle alakalı, kendi içiyle-dışıyla ilgili hiçbir şey bilmemektedir. Çünkü bu konuda ne beynini çalıştırmıştır ve ne de kalbini kullanmıştır.

    İnsan Yalnız Balçık mıdır?

    Hayır. Bu balçığın özü Hak nurudur. Hak’ın halifeliğine layık olan bu nurdur. Onun içindir ki,”İnsan cevherdir, gök arazdır. Her şey fer’idir, her şeyden maksat o’dur.
    Bu gerçeği Abdulkadir Ceyli ”İnsan-ı Kamil” isimli muhalled eserinde bakınız ne güzel ifade ediyor:
    “Ben bir suretim, hakikatim O’dur...
    Ben bir aynayım, güneşim O’dur...
    Ben bir kudretim, Kaadir’im O’dur...
    Ben bir sanatım, Saniim O’dur...
    Ben bir eserim, Müessirim O’dur...
    Ben bir kitabım, Katibim O’dur...
    Aç gözünü de bana doğru bak!..
    Bu ne kudret, bu ne sanat, bu ne ilim, bu ne hikmet!..
    Bana bak da bir kez fikret!..
    İlmiyle, kudretiyle, hükmüyle, hikmetiyle, sanatı ve rahmetiyle
    Yerlerde O
    Göklerde O,
    Zerrede O,
    Güneşte O,
    Her eserde O müessir; her eser O’ndan eser...
    Kış gelince öldüren, bahar olunca dirilten, mahşeri örnek verip müminlere gösteren...
    Kara toprağı renk renk, şekil şekil boyayıp rızık eden..
    Bu mülkün Malik’i O...
    O’na kul olmanın gereği bu:
    Rahman ve Rahimi bilmek
    Onun emrine uymak
    Habibi yoluna gitmek
    Fakr ile Rabbine hamdetmek...”

    Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinde İnsan

    “Ey insan, surette en küçük bir alemsin ama hakikatte en büyük alem sensin”
    “En güzel şekil olan insan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz.”
    “Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar.”
    “Kulağınızı bana uzatın. Size, ne olduğunuzu teker teker söyleyeyim:”
    “A güzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki, sen bir alemsin, sen derin bir denizsin.”
    “O senin muazzam varlığın yok mu... O belki dokuz yüz kattır. O, dibi kıyısı bulunmayan bir denizdir. Yüzlerce alem o denizde dalar, gark olur gider.”
    “Hani zahiren peri gözden gizlidir ya... İnsan, perilerden daha gizlidir.
    Akıllıya göre insan, gizli olan periye nazaran yüz kat daha gizli!
    Akıllıya gören insan bu kadar gizli olunca gayb alemindeki seçilmiş insan nasıl olur?”
    “İnsan, Musa’nın asasına benzer. İsa’nın afsunu gibidir.”
    “Bil ki bu ten elbiseye benzer. Yürü bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.”
    “İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir. Göz diye de, dostu gören göze derler.”
    “İnsan dostu görmeyince kör olsun, daha iyi. Böyle adam Süleyman da olsu karınca ondan yeğdir.”
    “İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değildir. Gözü neyi görürse değeri o kadardır insanın.”
    “İnsan, gaybı gören göze malik olmadıkça insan olamaz.”
    “İç yüzü yedi kat göğü bile kaplamış olan insan tam olarak anlaşılamamıştır.”
    “Gerçi insanın aslı gıdası Tanrı nurudur; ona hayvan gıdası layık değildir.”
    “Gönül her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır.”
    “Kısacası, vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz... temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat var.”
    “Herhangi bir huy galipse hüküm onundur. Madende altın, bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır.”

    Biraz önce atıfta bulunduğum eserinin bir başka yerinde Abdülkerim Ceyli ,.insana hitaben şöyle demektedir:
    “Nefyi de, ispatı da bırak... Ve bak, Allah’ü Teala, seni kendi suretinde yarattı.
    Yine bak: Hay, alim, kadir, mürid, semi, basir, mütekellim, (diri, bilen, güçlü, dileyen, işiten, gören, konuşan) sıfatları O’nundur. Ama bunlar sende de var... Bunların sende oluşu, bir gerçektir. Hakikattir... Böyle olunca, onların hangisi senden ayrılıp atabilirsiniz?.. Yapamazsınız. Çünkü elinde değildir; zira onlar yüce Allah’ın sıfatlarıdır. Bir surettir ki, seni o suretin üzerine yaratmıştır.
    Seni güzel sıfatlarıyla süslemiştir. Yüce isimleri ile seni yükseltmiştir.
    Hele bir seyreyle:
    O, haydir, diridir; sen de dirisin...
    O, alimdir, bilendir; sen de bilirsin...
    O, müriddir, diler, ister; sen de dilersin, istersin...
    O, Kadirdir, güçlüdür; senin de gücün var...
    O, semidir, işitir; sen de işitirsin...
    O, basirdir, görür; sen de görürsün...
    O, zattır, kendi başınadır, benzeri yoktur; sen de kendi başınasın, esasta bir benzerin yoktur...
    O, camidir, toplayıcı bir vasıf taşır; sen de öylesin, her şey sende saklıdır, derli topludur...
    O, mevcuttur, vardır; sen de varsın...
    O, rübubiyet sahibidir, besler, büyütür; sen de öyle değil misin?
    “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz...”
    Mealinde gelen Hadis-i Şerif de bu manayı teyit etmiyor mu?
    O, kıdem sahibidir, evveli yoktur; sen de öylesin. Ezelden beri O’nun ilminde mevcutsun. İlmi ise O’ndan hiç ayrılmadı. O vardı, ilim de vardı. İlim, O’nun ayrılmaz bir vasfıdır.
    Bu makamda müşahede gözünü kullan, düşün gör: O’na ne izafe ediyorsa sana da aynısı oluyor. Sana ne izafe ediyorsa O’na da aynısı oluyor.
    Ne var ki, sonradan durum değişti. O, zatını izzet ve kibriya perdesine sardı, tekleşti...
    Sana da, zillet ve acizlikte kalmak düştü. Önce aranızdaki nispet, tamdı; sahihti. Ama, burada o nispet kesildi, görünmez oldu...” (İnsan-ı Kamil, 65)
    Her nedense, can okuyucum, hep dışarı bakıyoruz.Dışımızla, insanların dışıyla, dış dünya ile uğraşıp duruyoruz ... Ne kendi içimize bakıyoruz ve ne de başkaların içiyle meşgul oluyoruz. Hiç içimize bakmıyoruz.
    Hep başkalarıyla meşgulüz; kendimizle, iç dünyamızla pek fazla ilgilendiğimiz yok. Durmadan dinlemeden sürekli başkalarına konuşuyoruz; kendimize, kendi nefsimize bir şey söylemiyoruz... Mütemadiyen başkalarını tenkit ediyoruz, kendimizi, kendi nefsimizi bir kez olsun hesaba çekmiyoruz.....
    “Bunun içindir ki, yabancıyızdır kendi kendimize... Öyle dakikalar, öyle günler, hatta öyle haftalar olur, karşımızda sanki biz değil de bir başkası vardır; bizden uzak, bizden ayrı, duyguları bizim olmayan, belki üstündeki elbise bile...
    Ömür yolunda ilerleyip bir hayli yol aldıktan sonra insan ister istemez şöyle bir arkasına bakıyor. Ordularının bozguna uğradığını acı bir ruh burukluğu, hazin bir alçalma, kahredici bir küçülme hissiyle seyreden bir mağlup kumandanızdır biz o zaman. Her şey bitmiş, her şeyin bir sonu gelmiştir, kendimizin de... Bizim için hayata hayat katan şeylerin boş olduğunu o zaman anlarız ama, iş işten geçmiştir...”

insan 1


"İyi ile kötünün, güzel ile çirkinin aynı anda bulunduğu varlık olan insan hep bir çatışma halindedir. Eserlerinde iyi kötü, güzel-çirkin karşılaştırması yapan mutasavvıflae, iyi ve güzeli benimseyerek kemale ulaşılacağını ifade ederler." 

İnsan nedir? Yüzyıllardır ilmin, felsefenin ve dinin ayrı ayrı cevaplar aradığı ve kısmen cevapladığı zor soru. Yaratılmışların en şereflisi (eşref i mahluk) sayılan insan, hem de en âcizi en bayağı ve en sefili. Dış dünyanın diklerinin yanısıra kendinde bulunan sefâletlerle içinden çıkılması zor olan bir durum ortaya cıkıyor. Kur'an-ı Kerim'de insan için "Andolsun ki biz insanı en güzel, en mükemmel bir kıvamda yarattıktan sonra onu süflilerin süflisine indirdik"(1) deniyor.

İlim adamlarının şekil, dış yapı itibariyle ele aldıkları, filozofların akıl yönüyle inceledikleri insan, onlara göre hâlâ bilinmezliğini devam ettiriyor. Gerek ilim gerekse felsefenin insana bakış noktası bütünü tam olarak veremiyor. Çünkü insan, şekil ve aklın ötesinde "ben"le çevrilmiş olan hislerle, sevgi ile aşkla vardır. İlim ve felsefe disiplini onun yalnızca bir yönünü ele alarak değerlendirmektedir. Bu sebeple de eksik kalmaktadır.

Konumuz insanı ilmî ve felsefî yönden incelemek değildir. Onu İslâmiyetin verdiği ulvîlikle, kendini bilen hir varlık olarak gören mutasavvıfların sözleriyle ifâde etmektedir.

Kendini kendinden başka her yerde arayan insan, hareketleriyle hergün biraz daha kendinden uzaklaşıyor. Ve bu hareketler onu bir nefis muhasebesine götürüyor. Dünyadaki bu hayat onun ulvî mertebesine yakışır durumda olması gerekirken kâbus, ıstırap ve kaçış haline geliyor. Oysa bütün varlıkların üstünde yaratılan, Allah'ın vekîli olan insan, bu mertebeye lâyık şekilde yaşamalıdır.

Şeyh Gâlip, büyük gerçek için şöyle diyor: 

Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen 

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen 

Evet insan âlemlerin en seçkini, göz bebeğidir. Acaba bu seçkinlik ona niçin verilmiştir? Çünkü onunla, onun özüyle Allâh arasında parça-bütün ilişkisi bulunmaktadır. Yûnus'un "Bir ben vardır bende benden içeri" dediği işte bu varlıktır. Ve biz hep onu arıyoruz, so*nunda her şeyde O’nun varlığını buluyonız. O’ndan başka varlık olmadığını biliyor ve "Lâ mevcûde illâ hu" diyoruz. O’ndan ayrı değilken öyleyse neden arıyonız, neden bütünden habersiz yaşıyoruz.

İyi ile kötünün, güzel ile çirkinin aynı anda bulunduğu varlık olan insan hep bir çatışma halindedir. Eserlerinde iyi-kötü, güzel-çirkin karşılaştırması yapan mutasavvıflar, iyi ve güzeli benimseyerek kemale ulaşılacağını ifade ederler.

Biz mutasavvıfların ârife bakışını değerlendirmeye çalışacağız. Bu sebeple önce irfan nedir? sorusunu ce*vaplamalıyız. Sözlük mânâsı bilmedir. Tasavvufi terim olarak ise. ilahî bir feyz olarak kâinatın sırlarını bilme kudretidir.(2) Bu bilgiye sahip olan kişiye de ârif denir. Öyleyse ârif, bilen, bilgili, irfan sahibi, Allah'ı ve melekutunu bilmekle özellik kazanan kişidir.

Bir hadîs-i serifde "Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu"(3) yani nefsini bilen Rabbini bilir denmektedir. Bütün hallerde ve zamanlarda insan için en önemli şey, Allah'ı tanımaktır.(4) Yûnus, ilim kendini bilmektir diyor ve söyle devam ediyor:

Okımakdan ma'na ne kişi Hakk'ı bilmekdir 

Çün okudun bilmezsin ha bir kurı emekdir. 

Okıdum bildüm dime çok taat kıldum dime

................. (52/I.2)`*

Kisi önce kendini bilmeli ki Hakk'a ulaşabilsin. Yûnus'un da ifade ettiği gibi bütün emekleri boşa çakar.

Yûnus Emre'ye göre ömrünü zulmete salan, ma'rifet yoksuludur.(14/6) İrfan sahibi, ma'rifet ehli olmâk için erenlerin sohbetine dahil olmak gerekir. Ancak Yûnus'un cahile hiç tahammülü yoktur. Bu meclisten cahil kişiyi her an sürmek ister. (29/5)

Her gönülde hazır olan ârif sorgusuz, sualsiz kendisini Allah'a teslim eder ve bu sebeple de dedikodudan uzak durur.

Âritlerden nişan budur her gönülde hâzır ola 

Kendüyü teslim eyleye sözde kıyl a kâl olmaya. (4/4)

Yûnus'a göre âriflerin sözü cevher gibidir, kişiyi iyiye ve doğruya götürür. Diğer taraftan câhil bin söz dahi söylese ma'nada bir buçuk dirhemlik değeri yoktur.

Dürr ü cevher ister isen âriflere hıdmet eyle

Câhil bin söz söyler ise ma'nide miskal olmaya.(4/ 6)

XIX. yy'da yaşayan mutasavvıf La'lizâde Abdulbâki Efendi yazmış olduğu Menâkıbnâme'sinde "İnsan iki şeyden mürekkebdir. Birisi zâhirdir ki ten tâbir olunur çeşm-i zâhir anı idrak etmeye kâdirdir ve birisi bâtındır ki nefs ü cân ta'bir olunur çeşm-i zâhir ona idrake kâdir olmayub dîde-i basvet ile idrak olunur. Hakikat-i insan oldur ki ta'rifi gah nefs gah u gah ruhdur."(j) şeklinde ifade ediyor. Yûnus da âriflerin dünyaya gönül gözleri ile bakıp görülen her hâdise ve nesneden hem ibret aldıklarını hem de kendilerini tanıdıklarını söylüyor.

Dîde-i basîretle sezilen, idrak edilen bu âlem, elbetteki çeşm-i zâhirle gören, yalnızca teni farkeden insanlardan farklı değerlendirilir.

Rengi döner günden güne toprağa dökülür gine 

İbret durur anlayana bu ibreti ârif duyar.(16/5) 

İnsan-ı kâmilin ilk mücadelesi nefsiyle olanıdır. Nefs, tasavvufi terim olarak kişinin kütü olan huy ve davranışlarıdır. Bunlar birtakım safhalardan geçerek yenilir ve ruhun emrine verilir. Seyr-i sülûkun son merhalesi nets-i kâmile ile tanımlanır.(6) Bu merhaleleri aşan insan hem kendini keşfeder hem de dış dünyanın sırlarını çözer. Nefsin sıfatlarından olan kibir kişiyi iyi şeyler yapmaktan alıkoyar.

Yûnus, kibir ve gururun âriflerin düşmanı olduğunu bu sebeple de "anladım-bildim" dememek gerektiğini söyler. İnsana lazım olan tevazudur.( 27/7)

Ârifler için bu dünya hayal ve düş gibidir. Çünkü onlar kendilerini Hakk'a vererek ma'na âlemine dalmışlardır. Madde âlemini terkederek rüyadan uyanan ârifler, herşeyden vazgeçerek cihanı yağmaya vermişlerdir.

4 Şubat 2013 Pazartesi

HİÇ KENDİ GÖNLÜNÜ TAVAF ETTİN Mİ?


HİÇ KENDİ GÖNLÜNÜ TAVAF ETTİN Mİ?
Bâyezid-i Bistâmî hazretleri yolda bir grup insanla karşılaşmış. Onlara “Nereden geliyorsunuz?” diye sorunca, Mekke’den döndüklerini ve orada hac ibadetini îfa ettiklerini söylemişler. Bistamî de “Boşuna zahmet etmişsiniz” demiş:

Beytullah’ın aslı orada değil ki burada. Keşke biraz da insanı tavaf etseydiniz.

İyice dikkat edilirse, dervişler, zikrederlerken hep sağdan sola doğru dönerler, kalb istikametine. Kalbe doğru. Aksi istikamete yönelmezler, sırf kalpten uzaklaşmamak için. Kalpten, yani gönülden, yani insandan.

Unutma o halde ey talib, seni senden, hakikatinden uzaklaştıran her ne ise, sen de ondan uzaklaş!
Aynanda görmen gereken kendi zatın, iskeletin değil!
Hadi söyle, hiç kendi gönlünü tavaf ettin mi ey talib?

1 Şubat 2013 Cuma

cumanız mübarek olsun


Cumanız Mubarek Olsun Selam ve Dua ile..
Gözler hangi renk olursa olsun
Gözyasları hep aynı Renktir

Gözlerinle ağlamayı ertelersin müsait bir zamana kadar...
Ama yüreğin ertelenmeyi kabullenmez…
Gözlerinle gerçekleştiremediğin ağlama 
Yüreğinde gerçekleşir ve için
Sırılsıklam olur!
Cam kesiği ağrılara gark olur yüreğin,
için için kanar, için için yanar!
Ağlamak; 
Rahmandan kuluna bir armağan, bir rahmet!...
Ağlamak; 
İçteki sıkıntıları dışa atmaktır... sıkıntılardan arınmaktır!...
Bazen sevgiliye naz!
Bazen sitemdir! 
Bazen de anlaşılamamaktır!...
Bazen pişmanlığın ifadesi... 
Ağlamak; 
Kaybedilene ağıt!
Hüznün doruk noktası!..

Kalp kasveti gözyaşının düşmanıdır.
Kayalardan su çıkar, ama kalbi kasvetle katılaşan kimselerin gözünden bir damla yaş akmaz.
Kur'an-ı Kerim bu hususu şöyle ifade etmektedir: 
“Sonra kalpleriniz yine katılaştı.
Taş gibi, veya daha da katı oldu.
Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar.
Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır.
Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.” (Bakara, 74) 

Bir garipsin şu dünyada 
Gülme gülme, ağla gönül. 
Derdin dahi çoktur senin 
Gülme gülme, ağla gönül.