31 Mayıs 2011 Salı

ORGANİK TARIM NEDİR?

Son yıllarda sıkça sözedilen organik tarım hakkında her gün bir haber duyuyoruz. Bu konuda Türkiye'de en yetkili kurum olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın organik tarım tanımı pek çok soruları yanıtlıyor.



23/03/2011 - 12:32


Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Organik tarımın geçmişi 20.yüzyıla dayanmaktadır. Zira çevre bilinci ve ozon tabakasındaki incelme ve dünya geleceğinin tehlikeye girmesi gibi konular gündeme gelmiştir.






Önceleri çok çeşitli yöntemler ve teoriler geliştirilmiş, hatta bu yöntemlere astrolojik boyutlar katılarak ay ve yıldızların etkisini de üretime katan ekoller ortaya çıkmıştır. Tüm bu ekoller incelendiğinde görülen temel öğe; ekolojik dengenin korunarak, bitkisel ve hayvansal üretimin birlikte aile işletmeciliği şeklinde yapılması, dolayısıyla üretimden tüketime kısa devrelerin kurularak kendi kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.






Bu özelliği nedeni ile 1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan organik tarım 1950 yılından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Marshall yardımı ile önemini yitirmiş, sağlanan ekonomik katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu entansif tarım (yoğun tarım) süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlanılmıştır. 60’lı yılların sonunda Avrupa Topluluğu'nun uyguladığı tarımsal destekleme politikaları, 1970'te pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfi de bu gelişmeye katkıda bulunmuştur.






Ancak "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan bu tarımsal üretim artışının dünyadaki açlık sorununa bir çözüm getirmediğini, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını süratle bozduğunu gören kişi ve gruplar bu konuda araştırmalara başlamışlardır. Bu araştırmaların sonucunda bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin baskısıyla 1979 yılından itibaren DDT grubu pestisitlerin kullanımı ABD'den başlayarak tüm dünyada yasaklanmıştır. Bu durumda organik tarım tekrar gündeme gelmiş, 1980 yılından sonrada tüketicilerin baskısıyla aile işletmeciliği şeklinden çıkarak ticari bir boyut kazanmıştır. ABD'de 0-2 yaş grubu çocuk mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu tutan yasanın da bu ticari boyuta katkısını belirtmek gerekir.














Organik ürünler ticarete konu olunca beraberinde kontrol ve sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir. Avrupa'da önceleri her ülke kendine göre bazı düzenlemeler yapmış, daha sonra 24 Haziran 1991 tarihinde Avrupa Topluluğu içinde organik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.






Ülkemizde organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa'daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğunun yukarıda adı geçen Yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Daha sonra 2092/ 91 sayılı yönetmeliğin 14 Ocak 1992 tarihinde yayımlanan 94 /92 sayılı ekinde; Avrupa Topluluğuna organik ürün ihraç edecek ülkelerin uymak zorunda olduğu hususlar ayrıntıları ile belirtilmiş ve ülkelerin kendi mevzuatlarını uygulamaya koymaları ve bu mevzuatın da dahil olduğu çeşitli teknik ve idari konuları içeren bir dosya ile Avrupa Topluluğuna başvurmaları zorunluluğu getirilmiştir.






Avrupa Topluluğu'ndaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile Yönetmelik hazırlama çalışmalarına başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 24.12. 1994 tarihli ve 22145 sayılı Resmi Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin bazı maddelerinde uygulamada rastlanılan aksaklıkları gidermek ve organik tarım faaliyetleri sırasında yapılacak kusur ve hatalara karşı uygulanacak yaptırımların da yönetmelikte yer alması için, 29.06.1995 tarihli ve 22328 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile değişiklik yapılmıştır. Daha sonra 11.07.2002 tarihli ve 24812 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin acil eylem planı içerisinde yer almış ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” 03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Kanuna gereğince hazırlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.






Organik Tarım Kanun ve Yönetmelik esaslarına göre üretilen bitkisel ve hayvansal tüm ürünler organik olarak değerlendirilir ve Yönetmelikte ayrıntıları verilen etiket ve özel organik tarım logosu ile pazarlanır.






"Avrupa Topluluğuna Organik Ürün İhraç Eden 3.Ülkeler" listesinde yer almak üzere de gerekli bilgileri içeren bir "Teknik Dosya" hazırlanarak öngörülen süre içinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla resmi başvuru yapılmıştır.














YÜRÜTME VE İZLEME ORGANLARI






Organik Tarım Ulusal Yönlendirme Komitesi; Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdür’ün başkanlığında TÜGEM temsilcileri, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü temsilcileri, TÜBİTAK, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, yetkilendirilmiş kuruluşların temsilcisi, üniversiteler ve özel sektör temsilcileri ile Komitenin toplantı gündemiyle ilgili görüşlerinin alınmasında yarar gördüğü kurum ve kuruluşların temsilcilerinden olmak üzere en az on kişiden oluşur.






Komite organik tarımın geliştirilmesi ve uygulanması ile ilgili stratejileri belirlemek üzere yılda en az bir kez toplanır ve alınan kararları tavsiye niteliğinde olmak üzere Organik Tarım Komitesine iletir.






Organik Tarım Komitesi (OTK); Komitenin oluşumu; Bakanlık, Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü, Strateji Geliştirme Başkanlığı ile Dış İlişkiler ve Avrupa Topluluğu Koordinasyon Dairesi Başkanlığı tarafından görevlendirilecek temsilcilerinden, Bakan veya yetkilendireceği müsteşar veya müsteşar yardımcısının onayı ile kurulur. Yukarıda adı belirtilen kuruluşlardan en az bir üye olmak üzere komiteye alınacak üye sayısını Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü belirler. İhtiyaç duyulması halinde Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Hukuk Müşavirliği’nden Komiteye birer üye alınabilir. Komite başkanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürü veya yetki vereceği Genel Müdür Yardımcısı veya Alternatif Tarımsal Üretim Teknikleri Daire Başkanı tarafından, Komite sekreteryası ise Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Alternatif Tarımsal Üretim Teknikleri Daire Başkanlığınca yürütülür.






Bu komite ülkedeki organik tarım faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, geliştirilmesi, tanıtılması, takip ve kontrolünden sorumludur. Kontrol ve kuruluşlarına çalışma izni vermek ve çalışmalarını denetlemek görevleri arasındadır. Başa Dön






TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI TARAFINDAN YETKİLENDİRİLEN ORGANİK TARIM KONTROL VE SERTİFİKASYON KURULUŞLARI






ORGANİK (EKOLOJİK, BİYOLOJİK) TARIM ÜRÜNLERİ (BİTKİSEL VE HAYVANSAL ÜRÜNLER, SU ÜRÜNLERİ, TOHUM, GÜBRE, FİDE, FİDAN VE TÜM DİĞER GİRDİLER, GIDALAR, VİTAMİNLER VE DİĞER TÜM KATKI MADDELERİ İLE HAMMADDESİ TARIM OLAN TÜM SANAYİ ÜRÜNLERİ) ÜRETECEK, İŞLEYECEK, PAZARLAYACAK, İTHAL VEYA İHRAÇ EDECEK ÖZEL VEYA TÜZEL KİŞİLERİN FAALİYETTE BULUNABİLMELERİ İÇİN AŞAĞIDA İSİM VE ADRESLERİ VERİLEN, BAKANLIĞIMIZDAN YETKİ ALMIŞ KONTROL VE SERTİFİKASYON KURULUŞLARINDAN BİRİYLE SÖZLEŞME YAPMALARI ZORUNLUDUR. GEREKLİ OLAN SÖZLEŞME YAPILMADAN BU FAALİYETLERDE BULUNULAMAZ.!!!!






Kaynak: www.tarim.gov.tr






NAMAZ

Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;



Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım.


Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!


Yaşayadursun insan, hayat dediği zanla.






Necip Fazıl Kısakürek


29 Mayıs 2011 Pazar

fetihler fatihler bitmez











Tarih 627 yılını gösteriyordu. Tozu dumana katan bir haberci, Medine sokaklarında dolaşıyor, Allah Resulünü(s.a.v) arıyordu.






Getirdiği haberin ehemmiyetini anlamak için bu habercinin gözlerine bakmak yeterliydi. Peygamberimizin mescitte olduğu söylenince o tarafa yöneldi. Mescide vardı, peygamberimizin kulağına bir şeyler söyledi. İki cihan Serveri, aldığı haber üzerine derhal bir meşveret meclisini topladı. 'Mekkeliler büyük bir orduyla Medine'ye doğru yola çıkmışlardı.' Bu küffar ordusunun hedefi -kendilerince- Uhud savaşında yarım kalan işlerini nihayete erdirmekti.






Ashabı-ı Kiram(r.a)'ın gözleri, peygambere çevrildi, mübarek dudaklarından çıkacak emri harfiyen yerine getirmek için yay gibi gerildi.






Peygamberimiz, 'Medine de kalalım. Şehri savunalım. Meydan savaşından uzak duralım.' buyurdular. Tek bir ses ashabın ağzından 'Olur ya Resûllulah!'






Medine de telaşlı, hummalı bir gayret var! Kılıçlar bileniyor, zırhlar yağlanıyor' Bu esnada pür edeple birisi yaklaşıyor cihan Serverinin yanına. Allah resulüne söyleyeceği bir şeyler var. Peygamberimiz doğruluyor, 'Buyur ya Selman'' Selman-ı Farisi(r.a), 'Anam babam sana feda olsun Ya Resullah! Bilirsiniz ki ben Farisiyim. Biz savaşçı bir milletiz. Bizde pek çok savaş usul ve kaidesi var. Atalarım, kendilerinden daha kalabalık bir orduyla cenk edeceklerse savunmaya çekilirler. Savundukları yerin etrafını da bir atlının geçemeyeceği derinlik ve genişlikte kazarlar. Şayet uygun görürseniz bizde Medine'nin etrafına hendek kazalım.'






Selman-ı Farisi hazretlerinin teklifini muvafık gören Allah Resulü (s.a.v), şehrin etrafına hendek kazılmasını emretti. Ashabı kiram hummalı bir çalışmanın içine girdi. Gökyüzünün yıldızları, Medine'nin etrafına hendek kazarken, başka bir tarihin, başka bir beldenin temellerini de kazdıklarını bilmiyorlardı. Çok değil az sonra Allah Resulünün ağzından, o kutlu müjdeyi alacaklardı:






'İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.' (Ahmed b. Hanbel, el Müsned, 4/235)






Dilerseniz bu kıssanın geri kalan bölümünü Asım Köksal Hoca Efendinin, 'İslam Tarihi' adlı eserinden takip edelim.






Amr b. Avf der ki:


'Ben, Selman, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ve Ensardan alt kişi, kendimize ayrılmış olan kırk arşınlık yeri kazıyorduk.Zübab'ın dibinden kazarak nemli tabakaya kadar inmiştik ki, karşımıza bembeyaz ve parlak bir kaya çıktı.Onunla uğraşırken, balyoz, kazma, kürek, külünk.. gibi demir araçlarımız kırıldı, kazı işinden aciz kaldık. Bunun üzerine, Selman'a: 'Ey Selman! Resûlullah Aleyhisselama git de, şu kayadan dolayı çektiğimizi haber ver!' dedik.






Selman: 'Yâ Rasûlallah! Babalarımız, analarımız sana feda olsun! Hendeğin içinde, karşımıza ak bir kaya çıktı. Onunla uğraşırken, bütün demir araçlarımız kırıldı, kazmaktan aciz kaldık!


Peygamber Efendimiz:'Ver bana balyozu ey Selman!' buyurdu. Selman'ın balyozunu aldıktan sonra, hendeğin içine, yanımıza indi. Biz, dokuz kişi, hendeğin bir tarafına çekildik. Allah Resulü kayaya elindeki balyozla öyle bir darbe indirdi ki, kaya yarılıverdi! Sonra, kayaya balyozla ikinci bir darbe daha indirdi. Kayadan karanlık bir evdeki kandil gibi Medine'nin iki kayalığı (dağı) arasını aydınlatan bir şimşek çaktı. Peygamber Efendimiz, balyozla üçüncü darbeyi indirince, kayayı parçaladı. Daha sonra Selman, Peygamber Efendimizi elinden tutarak hendekten yukarı çıkardı.






Selman:'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben şimdiye kadar hiç görmediğim şeyi gördüm!' dedi.


Peygamber Efendimiz, yanındakilere:'Selman'ın gördüğünü siz de gördünüz mü? diye sordu.'Evet! Babalarımız, analarımız sana feda olsun yâ Rasûlallah!Sen vurduğun zaman kayadan dalga gibi şimşek çaktığını biz de gördük!' dediler.






'Ben kayaya ilk darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin de gördüğünüz şimşek, bana Hîre şehrinin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı üstlü yan dişleri gibi göründü! Cebrail de, ümmetimin oralara hakim olacaklarını haber verdi. Kayaya ikinci darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin de görmüş olduğunuz şimşek, bana Rum ülkesinin kızıl köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı üstlü yan dişleri gibi gözüktüler! Cebrail de, ümmetimin oralara hakim olacaklarını bana haber verdi! buyurdu.










FETİHLER VE FATİHLER BİTMEZ






Fetih tamamlandı mı? Evet! İstanbul'un fethi tamamlandı. Fakat, fetih henüz bitmedi, bitmeyecekte' Fetihler sadece kalelerden mürekkep değil şüphesiz. Allah Teala (c.c)'nın, 'Ben hiçbir yere sığmam, kulumun kalbine sığarım' buyurduğu kalplerin, gönüllerin fethi var. İstanbul'un fethini müjdeleyen, öven bir hadis varken gönüllerin fethini müjdeleyen, öven onlarca, yüzlerce hadis...






Gönül kaleleri nefis ve şeytan tarafından zapt edilmiş binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insan var. Ve insanlar bu düşmanlardan kurtulmak için birer Fatih bekliyor.






Dün, Allah'ın evi olan kalplerden şeytanı ve nefsi kovup gönülleri fetheden Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi, Şah-ı Nakşibend, Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşi veli, Gavs-ı Kasrevi (k.s) gibi Peygamberin övdüğü komutanlar gönülleri fethediyorlardı, bugün başka Fatihler'






Birer fatih olamayacağımıza göre bu komutanların emrinde bir nefer, bir Ulubatlı Hasan da olamaz mıyız'






28 Mayıs 2011 Cumartesi

Rahmetli Başbakan Adnan Menderes'in asılmadan önceki son sözleri

''Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde, değiniz ki Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaksınız. Ama şimdi milletle el ele verecek Adnan Menderesin ölümü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Amma buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.''







Tiryaki Sözler

Tiryaki Sözler



1. Ehliyetleri ile yüksek makamlara çıkanlara gıpta ederim. Kazandıkları makamlarından dolayı değil; kazandıkları ehliyetlerinden dolayıdır.


2. Kundura merakını bermutat ayağı biçimsizlerde görürsün.


3. En acınacak mahlûk kaplumbağalarla beraber yürümeye mahkûm bırakılan küheylanlardır.


4. Hülya ile yola çıkan menzile eli boş varır.


5. Köhne fikirler paslanmış çivilere benzer, çıkarıp atılmaları çok zordur.


6. Beşeri gafletin sınırı yoktur. Tekmesini yediğimiz bir eşek bile olsa başında bir zekâ tacı tevehhüm ederiz.


7. Hiç kimseye benzemek istemeyen bermutat bir karikatüre benzer.


8. Hürriyeti su-i istimal eden ona layık olmadığını gösteriyor demektir.


9. Tembelin iki bahanesi vardır: “Param yok!” “Zamanım yok!”


10. Sayede (gölgede) yaşayanlar güneşi görmezler.


11. Ahmaklar yalnız güzel konuşmayı değil, güzelce susmayı da bilmezler. Sükûtları kilitlenmiş boş dolaba benzer.


12. Alelekser demir kafesi kendimiz yapar ve içine gireriz. Sonra da hürriyetsizlikten şikâyet ederiz.


13. Fırtına saçımı yolsun beis görmem; yeter ki bana bir fikir versin.


14. Hakkı kuvvetlendirmeyenlerdir ki kuvvete hak derler.


15. Hakiki hürriyet yüksek fikirlere esir olmaktır.


16. Tam bîtaraflık insan harcı değildir.


17. Ehliyetli ve mütevazı olmak güç değildir; güç olan ehliyetsiz ve mütevazi olmaktır.


18. Kendi cehlini örtbas etmenin en kolay yolu başkalarının cehlinden yüksek sesle şikâyet etmektir.


19. Esir ruhlu olanlar müstebitlikten lezzet alırlar.


20. Kösmensiz (Koçsuz) sürüde her koyun kösmen kesilir.


21. Sözümüz güzel olsa da ara sıra sükut ile çerçevelemedikçe sevimli olmaz. Gevezeler her ne kadar mîr-i kelâm da olsalar sevimsizdirler.


22. Hürriyet hürriyetin hakkını bilmeyenlerin hakkı değildir.


23. Kanunlar bile gereğinden fazla olursa müptezelleşir. Lüzumsuz kanunlar kanuna istihkar doğurur.


24. İçerisinde inkişafa müsait ruhları neşv-ü nemadan meneden milletler çökmeye mahkûmdur.


25. Halkı kışkırtan doğru fikirler değil; ateşli fikirlerdir. Dürüst düşünen ve mülayim söyleyenlerden hiçbir hükümet endişe etmemelidir.


26. Yüksek tepelerde hem yılanlara hem de kartallara rastlamak mümkündür; fakat biri sürünerek diğeri uçarak çıkmışlardır.


27. Sağanak altında gülen ile ağlayan belli olmaz.


28. En iğrenç yalan gözyaşı şekline girendir.


29. Ahmaklar daima nur ile alevi karıştırırlar; kendini her yakanı güneş zanneder.


30. Kaplan sırtı için en tahammülsüz yük merhamettir.


31. Şen adam güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatır.


32. Yalnız seni seveni sevmek muhabbet değil; mübadeledir.


33. Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha ziyade patırtı çıkarırlar.


34. Saadet gibi şan ve şerefi de dışarıda arama; hakiki nişan göğsün dışına değil; içine takılır.


Cenab ŞEHABETTİN






27 Mayıs 2011 Cuma

ALLAH NAMINA BAŞLA

Nasıl başlayacağını bilene,



Oysa ki sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır. [Sâffât:96]










Başlayâlum söze Bismillâh ile


Bir niyâz eyleyelüm Allâh ile






Allah adın zikredelim evvelâ


Vacip oldur cümle işte her kula










Allah adın her kim ol evvel ana


Her işi âsan ede Allah ona






Besmele, her kitabın anahtarıdır. [Hadis-i Şerif]










Kuran-ı Kerim’de ilk ayet oluşundan maâda, Adem aleyhisselam’a inen ilk ayetin de, Mühr-i Süleyman aleyhisselam’da ilk satırın da “Bismillahirrahmanirrahim” olduğunu okumuştuk vaktiyle…






Allah adı olsa her işin önü


Hergiz ebter olmaya anın sonu






Her nefeste Allah adın de müdâm


Allah adıyla olur her iş tamam










Rabbiyle yola çıkan kimse yolda kalmaz, işi aksamaz; nefsiyle yola çıkanın ise işi zor ve yolu sarp olur. Nihayette başarılı olmanın alameti, başlangıçta Allah’a yönelmektir. [İbn Atâullah el-İskenderî]






Madem Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi bu Cuma mektubuna Bismillah ile başlayalım. Hem zaten başlamalarımın hepsi senin isminle Ey Allahım! Senin adına buyur edildim varlık evine… Adını anışım bile senin izninle… Kimseler adımı anmazken, adımı Sen andığın için, dudağım şimdi seni anmanın eşiğinde… Hatırım sorulmazken, hatırımı bilip kendi şerefli muhatabın olarak seçtiğin için beni, Seni anabiliyorum şimdi… İşte şimdi, burada bana verdiğin hayatla, bana lutfettiğin nefesle, bana bahşettiğin dil, damak, dudakla, bana ihsan ettiğin hidayetle Sana sesleniyorum: Bismillahirrahmanirrahim [287.mestmp3]










Hani Habibi Kibriya Efendimiz’in besmele ile ilgili “Kâinatın bir dili varsa o da besmeledir” hadis-i şerifinin hattatları aynen çok kuvvetli bir ışığın kelebekleri kendisine çekmesi gibi besmeleye çekmiştir ya işte öylece adınla başladığımız satırları Sana doğru çeksin diye çektik can özümüzden besmeleyi: Bismillahirrahmanirrahim






Allah’a hamd ederek başlarız Besmele’yle


Rabb’im, Sen bu fakîri ihvâna feyyâz eyle!










Mecbur değildin ama bana, mektuba, okuyana hayat verdin. Bensiz de edebilirdin ama beni yanında tutmayı diledin, insan olmamı dilemiş olmasaydın kimse hesap sormazdı Sana Ama Sen, bir tek Sen vazgeçmedin benden ey Rahman! Hak etmediğim bu varlığıma, bir de sonsuzluk vaad ettin Ey Rahim! Hiç ummadığım bu insanlığımı, bir de cennet ümidiyle sevindirdin, sonsuz yakınlığınla onurlandırdın: Ey Allah ey Rahman ey Rahim, İyiliğine nasıl karşılık veririm: Bismillahirramanirrahim






[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]










Demek bu hafta da Besmele’den açtık kapıyı dedem…


Öyle ya… Bu açılış Besmele’nin kuvvet ve kudretinin nihayetsizliğindendir. Besmele, her şeyi teshire, her şeyi tesire kadirdir. Elverir ki can özünden besmeleyi çekince, sıdk û ihlâs ile kendini aradan çıkararak söyleyebilesin!






Yemeğe başlarken Bismillah deyip lokmaya uzanırız işte sultanım, nasıl çıkalım kendimizi aradan hem o halde işkembe-i kübrâmız nasıl nasiplenir nimetten!?


Malûmdur ki, her işin başında Besmele, o işe gafletle başlanmayıp Allah’ı bilerek ve düşünerek başlandığına işarettir. Yemeğe başlarken evvela “Besmele” çekilmesi, sonunda “Elhamdülillah” denilmesi İnsanı doyuranın yemek değil, Allah’ın “Rezzâk” sıfatı olduğunu anlatmak içindir.






Şimdi işin bir de madde tarafı yok mudur? Ortada bir sofra var, yumuluyorsun ve doyuyorsun afiyetle, besmeleye ne hacet diye sual edilemez mi? Yani diyeceğimiz o ki işin başında can özünden çekilen bir besmele olmazsa ya işler Allah adıyla başlamazsa ne olur?










Besmele ile başlamayan her mühim iş sonuçsuz kalır. [Hadis-i Şerif]






Ne olacak o işin ortağı şeytan olur. Hadisi şerifte geçer Habib-i Kibriya Efendimiz: “Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan, askerlerine; «Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz.» der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan onlara; «Geceyi geçirecek bir yer buldunuz.» der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse şeytan yine askerlerine; «Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz.» der.” buyuruyor.






Sade bir Besmele şeytandan uzak durmaya yeter mi?


Ah bu besmele cümle kapıları açar. Besmele açar. O Besmele ki içerisindeki Allah, Rahman ve Rahim esmalarıyla derin manalar ihtiva eder. Bizleri maddeden manaya geçiriverir…






Bizim için de açsanız kapıları…


Bizim her işe başlarken Besmele çekmeyi âdet edinmemiz, şiâr edinmemiz lâzım… Yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz? Bilmiyorum! Yalnız böyle can korkusu olduğu zaman, böyle ihtiyar teyzeler filan arabaya binerlerken “Bisssmillaaahirrahmanirrahim” diye biniyorlar çünkü korkuyla gidiyorlar. Tayyareye binerken çok besmele çeken duyuyorum, inerken besmele çeken yok!






“İndik tamam” diyor…


Tabi bu hal de Allah-ı Zülcelel’in yüceliğinin işaretlerinden, göstergelerinden biridir. O’ndan başka sığınacak yer olmadığının kafamıza dank etmiş olması halidir. Ama normalde kalkarken, otururken, eve girerken, evden çıkarken, bir şey yerken, içerken, giyinirken, arabaya binerken hep “besmele” değil mi? Ne diyoruz Besmele ile biz?






Bismillahirrahmanirrahim… Yani Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismi ile…


Peki.. biz bunu söylerken Allah’ı kendimize yardımcı ve uşak mı tayin ediyoruz!






Aman efendim, Sümme hâşa!


Dikkat edin! Çünkü hep sıkıştığımız zaman Besmele çekiyoruz. Demek ki öyle yapıyoruz… Haşa diyoruz ama farkında değiliz, hep yardımcı tayin etmek için yapıyoruz, elbette yardım isteyeceğiz o başka mesele ama Halifetullah olduğumuzu unutuyoruz: “Ya Rabbi ben senin yeryüzünde halifenim, senin nâmına bu işi yapıyorum!” demek olduğunu aklımıza bile getirmiyoruz. Besmele çekmek hakikatte buna denir, yaptığın işini Allah nâmına yapıyorsun, ona göre ne yapacaksan yap hadi, buyur ona göre yap! Öyleyse Besmeleyi çekerken “Ben yeryüzünde Allah’ın halifesiyim, yaptığım her işi O’nun halifesi sıfatı ile yapıyorum” diyerek yaparsak o zaman hem Rabbimizi yardımcı tayin etme, O’nu şahsi hizmetimizde kullanma gibi küstahlıktan vazgeçmiş oluruz, hem de yaptığımız iş daha başka türlü olur, bereketlenir…






Rahman ve Rahim olan Allah’ın tecellisiyle bereketleniyor işimiz, günümüz, ömrümüz…


Kur’ân’ın ilk cümlesi olan “Besmele”de “Rahman” ve “Rahîm” isimleriyle sıfatlanan “Allah” ismi, fiili tecellîdir. İnsân başladığı her işe “Besmele” ile başlar ve Rahman ve Rahîm olan Allah’tan başka fâil, yâni yapan ve işleyen olmadığını düşünür, aynı zamanda kendisini en küçük işlediği işlerden tamamıyle fânî (kendisinin işlediği bu işlerde en küçük bir katkısının olmadığını) bilirse, işbu tecellî Allah’ın insâna olan fiili tecellîsinden ibârettir. Bu tecellî Hakîkat yoluna girmenin başlangıcıdır.






Yani bu tecelli ile Besmele, âlemin ve Kur’anî hakikatlerin kapılarını açan bir anahtar oluyor…


Hem nasıl anahtar… Her can için, “Bismillahirahmanirrahim” sevgili Rabbimizle olan sonsuz irtibatı, ruhumuzun gerçek yuvasını, cennetteki ebedi saadete açılan kapının anahtarını temsil eder… Her hayırlı işe başlarken okunan “Besmele”, “Ben bir ‘hiç’ hükmündeyim. Bu işi de kendim için değil, Allah rızası ve O’nun izni ve adına yapıyorum” demektir. O’nun “rızası, izni ve adı” ile yapınca kötü bir şey yapmak söz konusu olamaz. Kâinat her zerresi ile “besmele” ile hareket ettiğinden, “besmeleyi” tanır, besmeleli kulları varlık âlemi sever…






Dikkatle etrafına bakarsan görürsün ki Allah ganîdir, yani çok zengindir. Herkes ona nazaran fakir, herkes kederli, dertli, herkesin suratı asık. Hayat şartları herkesi perişan etmiş, didinmeler, çırpınmalar, çekişmeler, boş yere kavgalar hayatı zehir etmiş; zengin ve neşeli gördüğün insanların yüzleri gülüyor ama hırslarından içleri kan ağlıyor. Dilenciden bir şey dilenmek akıl karı değildir. Dünya bir dilencidir. Sen de asıl padişahı unutuyor, dünyadan bir şeyler istiyorsun. Zavallı dünya! O da yüksek bir şarap içmiş de mest olmuş bir yerde duramıyor, dönüp duruyor. Bülbül gülün kulağına eğildi de bir şeyler söyledi. Gizlice ona; “İşe Besmeleyle başla, şükranı nimet ile sırla da Allah’ın lütfu, ihsanı asla bizden eksilmesin.” dedi. [Hz. Pir Mevlana]






Ey Gâni Mevlam, bizleri BESMELE SIRRI ile mükerrem kıl, o büyük sırra etmekliğimize tevfikini esirgeme, Besmele’nin ruhaniyetinizi bizlere izhar eyleyiver… Bismillahirrahmanirrahim kelime-i tayyibesinin fazileti hürmetine, cemâli hürmetine, celâli hürmetine, bekâsı hürmetine, heybeti hürmetine, ceberut ve melekûtu hürmetine, izzet, kuvvet ve kudreti hürmetine kadrimizi yücelt, işlerimizi kolaylaştır, fakirliğimizi zenginliğe çevir, üzerimizdeki tembelliği ve uyuşukluğu gider, hayırlı ömürlerimizi uzat, fazlın, keremin ve ihsanın iktizası olarak dünya ve ahrette kendileri için korku ve hüzün olmayan huzur ehli kullarından eyleyiver Ya Rabbi!






Bi ismi zâtike, Ya Allah huu






Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, bir küçük tevbe ayı Cemaziyelahir, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola,






Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,


Muhabbettullah, Marifetullah,


Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler






Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,


sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .










Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;


Yüksek müsaadelerinizle










Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin


Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da


huzur bulasınız efendim

semazen net alıntıdır














23 Mayıs 2011 Pazartesi

Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana....

Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana....



— İlim bil, irfan bil, söz bil.


— İkram bil, kural bil, doyum bil.


— Usul bil, ada...p bil, sınır bil.


— Yol bil, yordam bil.


— Hal bil, ahval bil, gönül bil.


— Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.


— Mert ol, yürekli ol.


— Kimsenin umudunu kırma.






Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana.






~ Şeyh Edebali~

20 Mayıs 2011 Cuma

hayırlı cumalar

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân, Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma, ömür ve şahsiyetlerimiz, âhir ve âkibet, zâhir ve bâtınlarımız hayrola,

19 Mayıs 2011 Perşembe

GÖNÜL

"Gönül öyle yol geçen hanı değil, Dergahtır..! Paldır küldür girip-çıkılmaz, Günahtır..!" (Hz.Mevlana)


18 Mayıs 2011 Çarşamba

DÜŞÜNCE



"Bazı düşünceler dua gibidir...Öyle anlar var ki, bedenin tutumu ne olursa olsun RUH secdeye kapanmıştır" Victor Hugo

17 Mayıs 2011 Salı

Yan fakat tütme!

• Yan fakat tütme!



• Haksız olduğun bir meselede, haklı olduğuna kendine inandırmaya çalışma.






• Hadiselerin iç yüzünü, yani onlara şekil veren gizli eli gören için ‘tesadüf’ sözünün kıymeti yoktur.






• İnsanların kusurlarını gözünde büyütme. Arkadaş, dost, meslektaş ve yakınlarının kabahatlerini değil, meziyetlerini görmeye çalış. Kusurlarını ararsan, onlar da sende arar ve senin bulduğundan fazlasını bulurlar.






• Arabulucu ol, arabozucu olma. İyilik yapmak için fırsat gözle, bulamazsan icat et. Zira kula hizmet, Hakk’a hürmet ve ibadettir.






• Kendinden evvel başkalarını düşünmek seviyesine ermeni çok isterim. Bu olmazsa kendin kadar, bu da olmazsa kendine yakın düşünmek de bir nimettir.






• Kararlarında aceleci olma. Hükümlerini teenni ve basiretle vermek bahtiyarlıktır.






• Düşün ki garp beşikte iken, şarkın sesini dinleye dinleye büyüdü. Eğer o meşhur haçlı seferleri yapılmasaydı, garp belki bugün de şarkın eteğini tutmuş, emekleyen bir çocuk olmaktan kurtulamazdı. Demek ki şarkın gerileyişi sebeplerini zümre ve şahıs menfaatlerinin ihtirasları gibi siyasi ve iktisadi baskı ile sosyolojik sebeplerde, bilhassa menfaatle gözleri dönmüş gafil kütlelerin işine elverişli gelen taassupta aramalıdır.






• Gayeli ve kararlı adam ol. Gel-geç tabiatlıların ideallerine eriştikleri görülmemiştir. Onun için azimli ve sebatkâr ol ki, tuttuğunu koparasın. Herhangi bir meseleyi huşunetle değil, sükûnet ve hoşlukla halletmeyi adet et.






• Sakin, mülayim ve hesaplı konuş. Ağır, kırıcı ve geri dönülmez sözden çekin. Vakarlı ve haysiyetli ol; fakat alıngan olma.






• Öfke gelir göz karartır, öfke gider yüz kızartır.






• Büyüğe, küçüğe saygılı ol. Hürmet et ki hürmet göresin.






• Latifelerin latif olsun.






• Bil ki para gaye değil vasıtadır. Eline bu vasıta bol bol geçtiği takdirde onu hayırlı işlerde kullan.






• Sabırlı ve hazımlı ol. Allah şikâyeti sevmez. Daima şükret, güçlükleri kolayından al, rahat edersin.






• Evlatlarının bedenleri kadar ruhlarını da besle. Onlar sana Hakkın emanetidir. Bu emaneti kurda kuşa kaptırmamaya dikkat et.






• Sana korku, ümit veya herhangi bir menfaatle bağlanan dünya dostlarına güvenme. Hak namına garazsız, ivazsız dostluğunu arz etmiş olanları ise, kusurları olsa da, bağrına bas; onlardan kopup ayrılma ve kendi kendine “benim kusurlarım onlarınkinden çoktur” diyerek hoş gör.






semiha ayverdi


8 Mayıs 2011 Pazar

karatay diyeti

Karatay Diyeti


Canan Efendigil Karatay�ın beklenen kitabı nihayet çıktı. M. Canan Efendigil Karatay, ömrünün 50 yılını hekimlik hizmetine adamış, birçok ünlü isme hocalık yapmış, değerli bir kardiyoloji profesörü. Prof. Dr. Canan Karatay Efendigil Türkiye�de ilk kez uyluk artar damarı yoluyla koroner anjiografi yapan kişi; yani işin duayenlerinden biri. Yıllarca Dünya�nın Avusturalya haricindeki 4 kıtasında ünlü kalp merkezlerinde hekimlik yapmış. Canan Hoca�yi birçok kardiyologdan ayıran önemli bir özelliği var. Hocamız onlar gibi kolesterol masallarına inanmıyor. Türk insanının sağlığı için hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği konulara bilimsel gerçekler ışığında açıklık getiriyor. Halen İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Anabilim Dalları�nda Öğretim Üyesi olan Prof. Karatay, kilo vermenin ABC�sini öğretirken, yıllardır cevabı merak edilen �zayıf kalmanın sırrını� da açıklıyor. Bültenimizin bu sayısında Karatay Diyetini tanıtan iki yazıyı ve Canan hoca ile yapılan bir söyleşiyi bulacaksınız. Taş devri diyeti ile birçok ortak özellik taşıyan Karatay Diyeti kitabını mutlaka okuyunuz.


Canan Efendigil Karatay�ın beklenen kitabı nihayet çıktı. M. Canan Efendigil Karatay, ömrünün 50 yılını hekimlik hizmetine adamış, birçok ünlü isme hocalık yapmış, değerli bir kardiyoloji profesörü. Prof. Dr. Canan Karatay Efendigil Türkiye�de ilk kez uyluk artar damarı yoluyla koroner anjiografi yapan kişi; yani işin duayenlerinden biri. Yıllarca Dünya�nın Avusturalya haricindeki 4 kıtasında ünlü kalp merkezlerinde hekimlik yapmış. Canan Hoca�yi birçok kardiyologdan ayıran önemli bir özelliği var. Hocamız onlar gibi kolesterol masallarına inanmıyor. Türk insanının sağlığı için hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği konulara bilimsel gerçekler ışığında açıklık getiriyor. Halen İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Anabilim Dalları�nda Öğretim Üyesi olan Prof. Karatay, kilo vermenin ABC�sini öğretirken, yıllardır cevabı merak edilen �zayıf kalmanın sırrını� da açıklıyor. Bültenimizin bu sayısında Karatay Diyetini tanıtan iki yazıyı ve Canan hoca ile yapılan bir söyleşiyi bulacaksınız. Taş devri diyeti ile birçok ortak özellik taşıyan Karatay Diyeti kitabını mutlaka okuyunuz.
Karatay Diyeti


Diyetin Doğrularını Alt Üst Eden Karatay Diyeti. Yıllarca kilo vermek için uyguladığımız diyetler ve diyetin doğru bildiğimiz yanlışları ile bir türlü kilo vermeyerek açlık çekerek stres içinde yaşamamıza sebep oldular.
Şu yasak bu yasak kibrit kutusu peynir 1 adet salatalık bir dilim kepekli ekmek kelimelerinde bıkanlar size müjdeler olsun. Prof. Karatay�ın Karatay Diyeti adlı kitabında bazı diyet ve beslenme kabuslarına son vermektedir.
Senelerce doğru bildiğimiz şeyler yanlış ve yanlış ve zararlı bildiğimiz şeylerin de bilindiği gibi olmadığını belirtiyor.
Farklı beslenme ve diyet uzmanlarından yıllardır �az az ve sık sık yiyin� nasihati dinliyoruz. Bu �uzmanlar� çoğunlukla Amerika�dan �ithal� ettikleri diyetlerin virgülüne dokunmadan Türk insanına sunuyorlar.
Sonuçsa hüsran oluyor! Diyet reçetelerini uyguluyor, diyet ürünler yemeye özen gösteriyor, hatta çoğu zaman aç kalıyoruz. Tüm çabalarımızın sonunda bir miktar kilo veriyor ama fazlası ile geri alıyoruz.
Mucize olarak önümüze sunulan diyetlerin balonu kısa sürede patlıyor, yerine bir yenisi geliyor. Ancak ne enteresandır ki, diyet konusu yaz kış demeden hep gündemde kalıyor; halkımız da zayıflayacağına giderek şişmanlıyor.
Ülkemizdeki en büyük sağlık sorunlarından biri aşırı şişmanlık ve obezite. Bu sorunların sebep olduğu hastalıklar ise karaciğer yağlanması ile başlayıp, diyabet, hipertansiyon, kalp krizi, felç, inme, Alzheimer, erken bunama, kronik artritler, bel ağrıları, fibromiyosit, polikistik meme hastalığı, erken adet görme, polikistik over sendromu ile devam ediyor ve kanserle son buluyor!
Peki, bu hastalıkların hiçbirinin genetik olmadığını ve önlenebilir hastalıklar olduğunu biliyor muydunuz?
Tüm bu hastalıklardan korunmanın, sağlıklı bir şekilde zayıflayarak, daima zayıf, dinç, enerjik ve mutlu yaşamın aslında ilkokuldaki ABC harflerini çözmek kadar kolay olduğunu söylesek kulaklarınıza inanır mısınız?
Kolesterolün aslında mutluluk hormonu, stres hormonu ve seks hormonlarının besin kaynağı, yani insan hayatı için �can simidi� olduğunu söylesek dünyanız tersine dönmez değil mi?
Ya tereyağlı pastırmalı yumurtayı özgürce yiyebilirsiniz desek, kuruyemişler kilo aldırmıyor aksine kilo verdiriyor desek? Aslında yağ depolamanın asıl kaynağı yıllardır bize öğretilen bu yanlışlar desek hayrete düşmezsiniz değil mi?
Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay, mesleğe 50 yılını vermiş değerli bir hekim. 4 farklı kıtada hekimlik yaptı, gezdi, gördü, farklı ülkelerin beslenme alışkanlıklarını gözlemledi. Sonuçta Türk insanı için �en uygun�, �en iyi sonuç� veren diyeti geliştirdi.
Prof. Karatay�ın Hayy kitap�tan yayınlanan Karatay Diyeti kitabı, işte bu 50 yılın kazandırdığı bilimsel deneyimin bir sonucu. Prof. Karatay, bu diyetin eksiksiz uygulanması durumunda başarı şansının yüzde 100�e yakın olduğunu vurguluyor.
Kitabında hem zayıflama konusunda doğru bilinen yanlışları anlatıyor hem de yukarıda saydığımız kronik hastalıklardan korunmanın basit formülünü bize açıklıyor.
Yıllardır yasaklanan, kokusunu özlediğimiz sağlıklı gıdalarımızı da (kırmızı et, balık, süt, peynir, yoğurt, tereyağı, yumurta, pastırma, kuru fasulye ve turşu, sebze ve meyve, kuruyemişler) bilimsel gerçeklerle serbest bırakıyor.
Bu kitap, klasik bir diyet kitabı değil. �1 kibrit kutusu peynir�, � �iki yemek kaşığı fasülye� gibi anlamsız ölçülerle insanları strese sokmuyor. Karatay Diyeti bir yaşam biçimi. Yıllardır pazarlanan beslenme balonlarını patlatıyor, doğru beslenmenin ne demek olduğunu.




Pastırmalı tereyağlı Karatay diyeti
Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay pek çoğumuzun doğru sandığı beslenme şeklinin aslında yanlış olduğunu söylüyor. Soyadını taşıyan diyetiyle konuşulan Karatay �Sofranızda yumurtaya, cevize, tereyağına, kırmızı ete yer açın� diyor
KİLO vermek istiyorsunuz ya da kolesterol değerleriniz yüksek. Bu durumda beslenme şeklinizi değiştirmeniz şart. Elinizdeki listeye bakıyorsunuz: Kırmızı et yasak! Yumurta yasak! Yağlı peynir, süt, yoğurt, tereyağı yasak! Fındık, fıstık, ceviz, badem yiyebilirsiniz ama sınırlı sayıda. Yediğiniz peynir bir kibrit kutusunu geçmemeli. Ekmeğiniz tam buğday olmalı. Bol bol meyve, taze sıkılmış meyve suları, light etiketli ürünleri tüketmek serbest! Aman ha, ara öğünleri sakın atlamayın.
Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, Karatay Diyeti adlı kitabında bütün bu saydıklarımızın yanlış olduğunu söylüyor. Tüm dünyayı tehdit eden obezitenin yağların yasaklanması, karbonhidratın ise aşırı tüketilmesinden kaynaklandığı hatırlatan Karatay�la sağlıklı beslenmenin temellerini konuştuk.
Kolesterol fazla kilolu ya da yaşı ilerlemiş kişilerin kabusu. Kolesterol seviyesi yüksek olanlar birçok gıdadan mahrum bırakılıyor. Özellikle kalp hastalıklarının nedeni olarak gösterilen kolesterolün hastalık sayılmasının yanlış olduğunu belirten Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, nasıl beslenirsek beslenelim vücudumuzun her gün iki bin 500 mg kolesterol ürettiğini anlatıyor. Karatay hayatta kalmamızın en önemli nedenlerinden birinin vücudumuzdaki kolesterol olduğunun altını çiziyor: �Beynin yüzde 90�ı kolesterolden oluşur. Sinir sisteminde kolesterol olmazsa ileti olmaz. İyi ya da kötü kolesterol diye birşey de olmaz. Vücudun en önemli antioksidanıdır kolesterol, vücudunuzda toksik bir madde varsa onu yok etmek için üretilir.�
Yumurtayı yasaklamak cinayettir.
Kırmızı et, yağ, yumurta özellikle kolesterolü yüksek kişilere önerilmez. Karatay bu gıdaların değil asıl şeker ve karbonhidratın zararlı olduğunun altını çiziyor: �Kırmızı eti yasaklayan Amerikan diyet listeleri. Çünkü ABD�deki kırmızı etle bizim yediğimiz arasında büyük fark var. Oradaki hormonla büyütülmüş sığır! Onlar kuzu, koyun, dana bilmezler. Koyun, kuzu eti en sağlıklı etlerdir ama hayvanlar hür dolaşıyorsa... En sağlıklı yağlar soğuk baskı zeytinyağı ve doğal köy tereyağıdır. Örneğin Trabzon yağı... En tehlikelisi ise Omega 6, kanserojendir ve maalesef ayçiçeği, mısırözü ve margarin gibi bitkisel yağlarda bolca bulunur. Çiftlikte koşup oynayan, börtü böcek yiyen, hür tavuk yumurtası hiç zararlı değil. Bu açıdan yumurta yasaklamak kadar büyük bir cinayet yok!�
Pişirme tekniğinin de çok önemli olduğunu hatırlatan Karatay, tehlikeli trans yağların pişirme sırasında ortaya çıktığını vurguluyor: �Etin kızartılması veya şinitzel olarak servis edilmesi tehlikelidir. Örneğin hamsi çok sağlıklıdır ama onu mısır ununa bulayıp kızartırsanız kanserojendir. Mısırözü veya ayçiçeği yağı yüksek ısıda bozulur ve trans yağa dönüşür. Oysa zeytinyağı ve tereyağı ısıya dayanıklıdır. Yumurtayı kavurduğunuz zaman ya da çok katı haşladığınız zaman zararlıdır. Sarısının etrafı yeşile dönüşür, ağızda un gibi dağılır. Yumurtayı tavaya koyup biraz zeytinyağı veya saf tereyağıyla karıştırıp üstünü kapatır, kendi buharında pişmeye bırakırsanız bol bol yiyebilirsiniz.�
Ara öğünlere gerek yok
Karatay, meyve suları ve ekmeğin her türünün kilo vermenin önündeki en büyük engel olan insülin direncine neden olduğunu anlatıyor. Meyve ve meyve sularının barındırdığı früktozun (meyve şekeri) çok tehlikeli olduğuna da değinen Karatay her türlü hazır gıdanın früktoz içerdiğini söylüyor. Karatay pekmez, bal gibi sağlıklı sanılan gıdaların da insülin direncini başlatıp sürdürdüğünü hatırlatıyor: �İnsülin direncini başlatan şey hareketsizlik. Üstüne meyve yemek, üstüne ekmek, simit, baklava, börek yemek. Herkes akşam yemeğinden sonra televizyonun karşısında iki tane portakal, iki tane elma, bir tane muz yiyip yatağa giriyor. Eğer kilo vermek istiyorsanız vücudunuzun leptin salgılamasına izin vermelisiniz. Çünkü insülin hormonu yağları biriktirir, leptin de eritir. �Sık sık yiyin� diyor, ara öğün öneriyorlar. Oysa ağzınıza bir şey attığınızda insülin salgılanıyor. Evet metabolizmanız çalışıyor, hızlanıyor ama yağları eritmek için değil depo etmek için! İnsülin yüksek kaldığı sürece kilo vermenize ihtimal yok. İnsülin direncini kırmak için sağlıklı yağlar tüketilmeli. Zeytinyağı, tereyağı ve balık yağı dediğimiz Omega 3. Ancak balık yağı çabuk bozulur, bu yüzden mutlaka yüksek bir antioksidanla alınmalı. Örneğin bir avuç taze böğürtlen, ahududu, çilek, kiraz ya da yaban mersini...�
Ekmekten vazgeçebilirsiniz
KARATAY �Ekmeği hayatınızdan çıkarın� deyince şaşırıyoruz. Belki diğer öğünleri geçiştirebiliriz ama kahvaltı ekmeksiz olur mu hiç? Karatay bunun mümkün olduğunu söylüyor: �Sabah kahvaltısında iki yumurtayla yapılmış omlet, avucunuz kadar peynir. Diyet olmayacak ama tansiyonu yüksek olanlar suya koyup tuzunu alabilir. Bunların yanında ince belli bir çay bardağı ceviz yiyebilirsiniz ekmek yerine. Bana gelen hastalar �Ekmek yemezsek B vitaminini nereden alacağız?� diyorlar. Fındık, fıstık, ceviz bunlarla dolu. �Her gün iki, üç ceviz yiyorum� diyorlar. İki ceviz 80 kiloluk insanın nesine yarar ama onun yerine sekiz dilim ekmek yiyor. İşte terslik burada. Çeviri diyet listelerinde zeytin yer almaz çünkü adamların memleketinde zeytin yok. Bir tek kokteyl zeytinini biliyorlar. Sabah kahvaltısında 9-10 isterseniz 20 tane zeytin yiyebilirsiniz. Pastırma en sağlıklı et çünkü kurutulmuş. Kahvaltıda rahatlıkla pastırmalı yumurta yiyebilirsiniz. Böyle bir kahvaltı yaptığınızda size iki öğün bile yeter. Eğer bir şeyler yedikten iki saat sonra acıkıyorsanız o zaman sorun var! Zaten kilo vermenin karşısındaki en büyük korku da açlık korkusu. Düşük glisemik indeksli gıdalar açlığı önlüyor. Siz her öğün arasında 3-4 saat verdiğinizde leptin hormonu devreye giriyor, yağlarımızı ara öğün olarak kullanıyor ve böylece kilo veriyoruz.�
Her akşam 20 dakika kolbastı
HIZLA artan obezitenin nedenlerinden birinin de hareketsizlik olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay her gün en az 20 dakika yürünmesi gerektiğini belirtiyor: �Her gün yapamıyorsanız haftanın beş günü yürüyüş yapın. Eve geç geliyorsanız eşinizi alın karşınıza, beraber dans edin. 20 dakika boyunca ister kolbastı yapın, ister vals, ister çayda çıra. Yemekten sonra televizyonun karşısına oturup kucağımıza meyveyi alıyoruz. Bu yanlış! Akşam saat 20.00�den sonra leptin üretilebilmesi için yemek yememeli, sadece su içmelisiniz. Adetlerimiz gereği akşamları misafirliğe gidiyoruz, davetler oluyor. Böyle bir durumda da yatmadan önce 20 dakika yürümelisiniz. Yiyerek aldığınız enerjiyi kullanın ki leptin salgılanması mümkün olsun.�






KARATAY DİYETİ�NİN BAŞARISININ SIRRI
Hocam Karatay Diyeti nasıl ortaya çıktı?
Ben yurtdışında 17 yıl kaldım. İngiltere, Güney Afrika, Amerika ve Anadolu�da olmak üzere 4 kıtada hekimlik yaptım. Özellikle yurtdışında yaşadığım süre içinde gördüm ki, her halkın beslenme ve yaşam biçimi değişik. Amerika veya Avrupa�da mucize diye ortaya atılan diyetler, Türk halkının alışkanlıklarına uymuyor. Onların diyetleri tamamen kendi halklarının alışkanlıklarına yönelik! İşte bu çok önemli farklılığı orada yaşadım ve gördüm. Amerika�da yaşarken kendi yoğurdumu yapıyor, yemeklerimi kendim pişiriyordum. Örnek olarak, kahvaltıda sucuklu yumurta, beyaz peynir, zeytin vb ile besleniyorduk. Hiç bir zaman Amerikanların meşhur bir kâse süt ve mısır gevreği kahvaltısına alışamadık. Özellikle boş kalori ve işlenmiş gıda olduğu, birçok katkı maddesi içerdikleri için evimize sokmadım. Herkes şaşırıyordu.
Türk halkında problem ne? İşte orada bunu gözledim. Çünkü çocukluğumdan itibaren Türkiye�de büyümüşüm, Anadolu adetleri ile yetişmişim� Türk halkındaki en büyük problem hareketsizlik! Spor yapan küçük bir kitle var ama genel olarak çocukluktan itibaren aktif değiliz.
İkincisi, Türk halkı maalesef çok fazla ekmek ve unlu gıdalar tüketiyor. Tamam, ekmek lezzetli ona bir şey demiyorum. Ben de yurt dışında yaşarken buradaki ekmeği, ekmeğin kokusunu çok özledim. 1995 yılında Amerika�dan döner dönmez ilk yaptığımız şey, Türk ekmeğine saldırmak oldu. Ve ondan sonra birden bire şiştik. Samimi söylüyorum ekmek, pide, simit bunları özlemişiz. Tabii bunlara saldırır saldırmaz şişmeye başladık, eşimin ve benim tansiyonumuz birden yükseldi, halsizliğimiz başladı. Burada önemli bir nokta var ki, eşim ve ben çok hareketli olduğumuz halde bu sorunları yaşadık.
Sonra önce tuzsuz ekmeğe geçtik. Tabii ben hekim olarak bu konuyu ele alıp çalışmaya başlayınca, önce fırınları dolaştım. İstanbul Kadıköy�deki fırınların birçoğuna gittim ve ekmek hamuruna ne kadar tuz atıyorsunuz diye sordum? Doktor olduğumu falan bilmiyorlar, bana �Bir ölçümüz yok� dediler. Kömür küreği ile hamura tuz atıldığını gördüm. Ölçü falan yok, artık Allah o gün ne verdiyse atıp gidiyorlar. Ondan sonra biz ekmek yemeyi tamamen kestik. Tuzu azalttık ve rahatladık. Amerika�dan gelen arkadaşlarımın çoğu hep benzer olayı yaşadılar. Hatta başları ağrıyıp, çarpıntıları başlayınca kardiyoloğa bile gittiler. Bana telefonla danıştıklarında, �Ekmeği kesin� dedim ve rahatladılar. İşte böyle yakın yaşanmış bir gözlem oldu.
Üçüncüsü ülkemiz taze meyve cenneti. Tabii bunun yanında aynı zamanda kuruyemiş cenneti. Fakat halkımız sağlıklı sanarak her gün neredeyse 2-3 kg meyve yiyor. Meyve şekerinin çok tehlikeli olduğu bilimsel makalelerde zaten yazılıyor. Bu tespitler aslında çok basit şeyler.
Dördüncüsü, o dönemde Türkiye�de elime aldığım diyet listelerinde (1995 yılından bahsediyorum) �Yumurta sakın yemeyin!�, �Kırmızı et sakın yemeyin!� , �Kuru yemişler yağlıdır ellemeyin� diye görünce, bunların sağlıklı olduğunu düşündüğüm için araştırmalarıma başladım. Üstelik dünyanın en sağlıklı meyvesi olan zeytin de yasaklanıyordu. Buna da şaşırmıştım. Sonra düşündüm ki Amerika�da kahvaltıda zeytin yok!!! Orada yalnız kokteyl zeytini vardır. O nedenle hiç bir diyet listesinde yer almıyor. Merak bu noktadan çıkmış oldu.
Tabii Amerika�da kaldığım dönemde de beslenme konusuna çok merakım vardı devamlı okuyup notlar alıyordum. Orada ilgimi çeken konulardan biri de, sağlıklı olduğu için çok ceviz tüketilmesi idi. Türkiye�ye geldiğimde de herkese ceviz öneriyordum. O dönemde Gaziantep�te Sani Konukoğlu Hastanesi (Sanko) Kalp Bölümü�nün kurulması için davet edildim. Oraya gidip 5 profesör arkadaşla birlikte çalışmalara başladım ve Sanko Kalp Bölümü�nü kurdum. Gelen hastalara ceviz yemelerini önermemin ardından bir gün, Gaziantep fıstık üreticileri gelip �Hocam fıstık satışlarımız düştü. Fıstık, sağlıklı değil mi? Biraz da fıstık önerseniz � dediler. Ve benden fıstığın sağlığa faydaları ile ilgili bir yazı yazmamı istediler. İşte o anda Amerika�da yalnız ceviz bulunduğu (Kaliforniya�da yetişir) ve konuşulduğu için ben de burada herkese ceviz yeyin dediğimi fark ettim. Hâlbuki Türkiye�de hem ceviz, hem fıstık, hem fındık, hem de badem yetişiyor. Sonra hepsinin faydalarını inceledim. Bu olay bana her ülkenin kendine has doğal besinleri olduğunu öğretti. Hiçbir ülkenin ne besinleri ne de alışkanlıkları aynı değildi. Mesela öğrendim ki, Eskimolar ve Çinliler hiç ekmek tüketmiyorlar, son derece hareketli insanlar. Çinliler her sabah bir saat jimnastik yapmadan işlerine gitmiyorlar, işe giderken de bisiklet kullanıyorlar.
Bu olayın ardından hazırladığım �Fındık, Fıstık Çıtır Çıtır Ham Kan Yapar Hem Isıtır� başlıklı yazı Hürriyet gazetesinde yayınlandı. Bu başlık bugün Karatay Diyeti kitabının da bir bölüm başlığı oldu.
Hocam, bu noktada ceviz ile ilgili bir sorum olacak. Son yıllarda özellikle İstanbul�da hemen hemen bütün kuruyemişçilerde aynı boyda, kolay kırılan, içinden hiç kurt çıkmayan ithal cevizler yaygınlaştı. Bunları tüketmek doğru mu?
Doğal ve doğamıza uygun olan yerli cevizimizi tüketmek şart! Bizim cevizimize �Akdeniz cevizi� deniyor. Bu yabancı kaynaklı diyetlerde de �en sağlıklı ceviz� olarak kabul edilen ceviz türüdür. Ben ithal cevizlere karşıyım. Herhalde bir anlaşma yapılmış. O bakımdan ithal ediyoruz. Kendi tarımımızı desteklememiz gerekiyor. Çünkü hem cevizin bolca yetiştiği bir ülkede yaşıyoruz, hem de kurtlanmaması ilaçlandığını gösterir ki, ilaçlanmış ya da fabrikasyon anlamda herhangi bir işlem görmüş bütün yiyecekler sağlık açısından çok sakıncalıdır. Üstüne üstlük de bu kimyasal maddeler kanserojendir. Bu konuyu Karatay Diyeti kitabında da vurguluyorum, biliyorsunuz Prof. Dr. Ahmet Aydın da 7�den 70�e Taş Devri Diyeti kitabında aynı konuyu etraflıca dile getiriyor.
İthalatçılar bize kızmasınlar! Yerli alıp, yerli satsınlar. Daha fazla kâr yerine insan sağlığını düşünmek gerekiyor. Türkiye�de doğal yetişen cevizler yerlere dökülürken ve büyük çoğunluğu toplanmazken ceviz ithal etmeye gerek var mı? Bu konuya biraz yatırım yapılması gerekiyor. Ben aslen Elazığlıyım. Orada da çok ceviz yetişir. Elazığ�a gittiğimde gözlerimle gördüm ağaçlardan yerlere dökülmüş cevizleri sadece çevresindeki insanlar toplayıp yiyor. Kalan kalıyor. Fındık alanında iyiyiz, en fazla fındık ihraç eden ülke biziz. Cevizimiz de çok kaliteli, yer fıstığımız da, Antep fıstığımız da� Örneğin Antep fıstığı İran fıstığından çok üstündür ve çok daha lezzetlidir. Ama Amerika�da Antep fıstığı bulamazsınız, İran fıstığı bulursunuz! Tatsız ve lezzetsiz bir şeydir.
Bir insan doğal ve organik beslenmeye özen gösteriyor, her şeye dikkat ediyor ve halen kilo veremiyorsa altında yatan sebep ne olabilir? Vücudunda hangi problemler olabilir? Nelere baktırması gerekir?
Bir kere en başta doğal dediğimiz gıdalar vücuda fazla geliyor olabilir. Mesela portakal suyu. Evet, çok faydalı ama belli bir yaştan sonra fazla enerji yüklüyor. Doğal olduğu halde meyve, bal ve pekmez gibi gıdalarda fazla meyve şekeri (früktoz) olduğu için pankreası ve karaciğeri yoruyor. Karaciğer yorgunluğu başlayınca da bütün sistem alt üst oluyor. Bu sebeple kilo verilemiyor. (Karatay Diyeti kitabında rafine şeker, şekerle yapılan yiyecekler, meyve, meyve suyu, bal ve pekmez konusunda merak edilen tüm soruları cevapladık.)
Bunun dışında eğer kişide gizli bir alerji varsa kilo veremez. Hareket de etse de istediği kiloya gelemez. Bu gibi durumlarda mutlaka alerji testi yaptırılması gerekiyor!
D vitamini eksikliği varsa yine kilo verilemez. Karatay Diyeti kitabında D vitamininin, hangi miktarlarda olması gerektiği yer alıyor. D vitamini yağda eriyen bir vitamin, dolayısı ile kilo artırır korkusu ile sağlıklı yağlar yenilmediği için toplumumuzda eksikliği çok yaygın. Özellikle İstanbul ve diğer büyük şehirler için D vitamininin vücuda girememesinin diğer bir sebebi de hava kirliliğidir. Müthiş bir hava kirliliği yaşanıyor ve güneşin faydalı ışınları cilt tarafından emilemiyor. Tabii bir de yaz aylarında güneşten korunmak için sürülen koruyucu kremler var. O koruyucular da hem güneşten gelecek faydalı UV ışınlarının cilt tarafından emilmesini engelliyor hem de kanserojen. Bu konulara dikkat etmek, D vitamini eksikliği varsa gerekli durumlarda takviye vermek gerekir.
Karatay Diyeti�ni uygularken en güzel şey özgürlük duygusunu yaşamak� Siz birçok diyet balonunu söndürürken, aynı zamanda yıllardır yasaklanan birçok gıdayı da serbest bırakıyorsunuz. Bunlardan biri de tereyağlı pastırmalı yumurta. Hem pastırma hem yumurta hem de tereyağı bir arada sağlıklı mı?
İşlenmiş sucuk, sosis ve salam yerine pastırma. Pastırma işlenmemiş olduğu için en sağlıklı ettir. Tereyağında pastırmalı yumurta ile vücudun hem sağlıklı yağ hem de protein ihtiyacı karşılanmış olur. �Yağların her türlüsü zararlıdır� açıklamaları ile sağlıklı yağlar vücuda girmemeye başladı. Oysa bütün hücrelerimizin çevresi yağdan ibarettir. Beynimiz ve bütün sinir hücrelerimiz, omuriliğimizin tümü %70-80�i yağdır. İşte bu sebeple sağlıklı temel yağlar vücut için çok önemlidir. George Bernard Shaw diyor ki, �Beynin % 90�u yağdır, bunu hiçbir diyet ve hiçbir ilaç yok edemez!� Hakikaten biz ne yaparsak yapalım, beynimiz ve bütün sinir hücrelerimiz, omuriliğimiz hayatta kalabilme ve işlevlerini yürütebilme amacıyla her gün kendi yağ ve kolesterollerini üretiyorlar. Bu nedenle, Karatay Diyeti kitabında da anlattığım gibi, ne yaparsak yapalım insan vücudu her gün kendi ihtiyacı olan 2.500 mg kolesterolü üretiyor. Şaka değil, bu bilimsel olarak biliniyor. Bu şekilde doğal olan bir madde nasıl zararlı olabilir ki, soruyorum size?
Kırmızı et sağlıklıdır diyorsunuz. Türkiye�de artık ithal et satılmaya başlandı. Bu Türk halkı için sağlıklı mı?
Burada iki konu var. Birincisi kırmızı etin sağlıksız olduğu konusu Amerika�da ortaya atıldı. Ancak Amerika�da tüketilen kırmızı etler tamamen aşırı besili sığır etleridir. Hayvanlar besili olsun diye tahıl, suni yem ve hormon yüklenerek şişirilir. Kan akıtılmadan kesilir. (Bakın çeşitli ülke farklarından biri de budur!) Ayrıca Amerikalılar bir porsiyonda bu tür etlerden yarım kilo kızartarak, yakarak, isleyerek yerler. İşte sakıncalı ve sağlıksız olanı da bu kırmızı etlerdir.
Kuzu, koyun, keçi etleri sağlıklıdır. Ama Amerika veya İngiltere�de kuzu eti yemezler. Yalnız Ortadoğu�dan giden küçük bir kesim bulabilirse kuzu etini yer. �Kırmızı et tehlikelidir ve kanserojendir� lafları Amerika�dan çıkmıştır. Sebebi hayvanların �stilbestrol� dediğimiz büyüme hormonu ile yapay olarak büyütülmesi ve bunların etinin ızgarada yakılmasıdır. Ama bizim beslenme tarzımızdaki haşlama usulü pişirilmiş kuzu, keçi ve geyik gibi av hayvanlarının etleri çok sağlıklıdır. Tabii bu hayvanlar kesinlikle suni yemle beslenmeyecek ve özgür dolaşan hayvanlar olacak. Kesimleri de biz de kan akıtarak oluyor biliyorsunuz. Bu fark da son derece önemlidir, ama nedense hiçbir kitap ya da diyet listesinde dile getirilmiyor.
İkinci konu ülkemize ithal edilen etler. Bunlar canlı olarak mı geliyor yoksa kesilmiş olarak mı? Öncelikle bu konu çok önemli! Ayrıca kapalı çiftliklerde suni yemle mi besleniyor yoksa özgür dolaşan hayvanlar mı? Sağlıklı et olup olmadıkları bu soruların cevabında saklı!
Peki, Amerikan diyetleri Amerika�da başarılı olabiliyor mu?
Hayır. Çünkü bir diyet başarılı olmuş olsaydı bu kadar çok diyet ortaya çıkmazdı. Biliyorsunuz Karatay Diyeti kitabında da bu �tercüme diyetler�den bahsettim. Bu diyetlere Yo-Yo diyet deniyor. Aç kalan herkes bir miktar kilo verir. Kalori hesabı yapınca ilk başta her şey düzene girmiş gibi görünür. Ama uygulamalar ve sonuçlarından sonra kalori hesabının da tehlikeli olduğu bilimsel olarak gösterildi. Artık kalori hesabı yapılmıyor. Aç kalarak veya düşük kalorili bir diyeti uyguladığınızda kilo veriliyor fakat beyinde �vücut kıtlık içinde� algılaması oluşuyor ve beyin metabolizmayı yavaşlatıyor. Bir miktar kilo verilse bile normal yemek alışkanlıklarına geçer geçmez, beyinden hemen �vücut tekrar kıtlığa girebilir diye� depolama mesajı geliyor. Ayrıca, insanlarımız da doğal olarak �hep aç mı dolaşacağım diye� bıkıyorlar. Ancak bu mesaj da beyinden geliyor tabii. Yani beyinden �yiyin depolayın bir sonraki kıtlık için hazır olsun vücudunuz� diye uyarı geliyor. İşte yemeklere saldırıp, sürekli yemek yeme duygusu da böyle gelişiyor. Çünkü beyin, tüm vücudu idare ediyor. Beyinden tüm mesajları gönderen ise Karatay Diyeti kitabında ayrıntılı olarak anlattığım �leptin hormonu�dur. Bütün açlık veya tokluk duygularımızı leptin hormonu yönetir. Orkestra şefi gibi bütün vücut hormonlarını idare eder.
�Karatay Diyeti�ni eksiksiz uygulayan herkes kesinlikle kalıcı kilo verir� diyebilir misiniz? Bunun garantisini verebilir misiniz?
Bugüne kadar 1500�den fazla hastam bu programı uyguladı ve uygulayanların hastalarımın hepsi çok memnun. Sağlıklarına kavuştular ve gençlik kıyafetlerini giymeye başladılar. Verdikleri kiloları hiçbir zaman geri almadılar. Mutlular, neşeliler, kafaları dinçleşti ve enerji kazandılar. Binlerce hastanın yaşadığı sonuçlar bize bu diyetin başarısını birebir gösterdi.
Karatay Diyeti�ni nasıl uygulayacağız?
Bu diyeti ülkemizde yetişen kendi yiyeceklerimizle uyguluyoruz. Biz bir Akdeniz ülkesiyiz. Akdeniz ikliminde yetişen yiyecekler en sağlıklı gıdalardır. Fakat bu gıdaları biz kendimiz bazı pişirme usulleri ve kullandığımız tehlikeli yağlar ile zararlı hale sokabiliyoruz. Kilo alma sebebi de işte bu uygulamalar ve tehlikeli yağlar. Karatay Diyeti kitabında da anlattığımız gibi, öncelikle sağlıklı yağlar ile sağlıksız olanları birbirinden ayırmak gerekiyor. �Yağ yenilince vücutta yağ oluşur� düşüncesi tamamen yanlıştır. Sağlıklı yağlar kilo aldırmaz, kilo verdirir. Çünkü kilo aldıran yağlar değil, karbonhidratlardır. Bu tüm dünyada kabul ediliyor ama ilaç firmaları ve gıda endüstrisi tarafından dile getirilmesi engelleniyor. Çünkü tüm gıda firmaları yağsız yiyecek üretmek üzere yatırımlarının yapmış durumda. Tabii insanların sağlığı gün geçtikçe bozulduğu için ilaç firmaları da büyük rant elde ediyor.
Tıp fakültesi ikinci sınıfında biyoloji dersinde yağ yenildiğinde vücuda yağ olarak girmeyeceği öğretilir. Yani biyoloji konusunu biraz bilen biri, bu konuyu bilir. Yumurta yediğimiz zaman vücuda yumurta olarak girmez işte bu sebeple yumurta kolesterole neden olmaz. Tavuk yediğimiz zaman tavuk mu oluyoruz? Ki yumurta yediğimiz zaman kolesterolümüz yükselsin? Balık yerken vücuda balık olarak mı giriyor? Bunlar yenildiği zaman bağırsaktan kırılır, yıkılır emiler ve kan dolaşımı ile karaciğere gelir. Karaciğer, bütün vücudun ihtiyacına göre yağını da, proteinini de, şekerini de üretir. Karatay Diyeti zor bir şey değil. Beslenme konusunda doğru bildiğimiz yanlışları düzeltip, fizik hareketimizi biraz artırıp, leptin hormonunun gündüz ve gece salgılanmasını sağlayabilirsek, birikmiş yağlar yıkılarak gider zaten�
Malumunuz halkımız biraz sabırsız. Özellikle diyette çok çabuk sonuç almak istiyor. Karatay Diyeti kitabını alıp uygulamaya başlayacaklar ya da bir hastalığı varsa size gelip uygulamaya başlayacaklar bu diyeti nasıl uygulayacak, hayatlarında neler değişecek, ne kadar zamanda sonuç alabilecekler? Tabii kişiye göre mutlaka değişecektir ama ortalama bir süre verebilir misiniz?
Tek bedeni herkese giydiremiyoruz. Herkes kendine özeldir. Yaşam biçimi, yaş durumu, doğurganlık çağında olup olmaması, hamile olup olmaması, sporcu olup olmaması, sedanter (hareketsiz) olup olmaması, menopozda olup olmaması ve kullandığı ilaçlar kilo verme sürecini etkiler. Karatay Diyeti�nin amacı, sağlıklı beslenme ve yaşam biçimini yerleştirmektir. Alışkanlıklarımızı sağlıklı yönde değiştirmektir. Alışkanlıklar kolay kolay değişmediği için bu diyette birden bire kilo verilmez. Çünkü maalesef yıllarca vücutta birikmiş yağlar kızgın tavadaymış gibi erimez. Metabolizmanın terse dönmesi gerekiyor.
Karatay Diyeti ile önce vücudun kilo alması yani yağların birikmesi önleniyor. Daha sonra bir durağanlık devresi oluyor. Ondan sonra da birikmiş olan yağlar yıkılarak kalıcı olarak kilo veriliyor. Bu diyeti uygulamaya başladıktan sonra yediklerimiz bizi acıktırmıyorsa işte bu iyileşmenin ilk belirtisidir. İlk haftalardan itibaren bu iyileşme başladı ise doğru yoldayız demektir.
İlk hafta hemen herkes farkı hissediyor. Daha sonra ortalama altı aya kadar sonuç alınabiliyor. Ancak önemli hastalığı olanlarda iki seneye kadar süren takipler de var. Bu sebeple sabretmek gerekiyor. Gençlerde çok hızlı sonuç alınabildiği gibi 60 yaş üstü menopozdaki hanımlarda daha yavaş yol alınıyor. Günde 5 km yol yürüyen çok hızlı hedefe ulaşabildiği gibi, günde 20 dakika yürüyen daha yavaş ilerliyor.
Karatay Diyeti�ni uygularken yediğiniz her şey doğal ve mevsimsel olacak. Katkı maddesi içeren ve işlenmiş hiçbir şey yenmeyecek. Yemek yenilen zamanlara dikkat edilecek. En önemli nokta, akşam sekizden sonra hiçbir şey yememek, bol su içmek ve hareket etmek� Hareket çok önemli, bunun için herkesin bahane ortaya koymadan vakit ayırması gerekiyor. Ben özellikle büyük iş adamlarımız, banka veya şirket müdürleri ya da memurlarımız geldiğinde öğle tatilinde, dışarı çıkıp 15-20 dakika yürümelerini öneriyorum. Başlangıçta bu bile yeterli. Yatmadan önce yaşadığınız binanın etrafında birkaç tur atabilir veya çocuğunuz varsa hiç evden çıkamıyorsanız, eşinizi alın müziği açın, bir saat dans edin� Kol bastı mı yaparsınız, vals mi yaparsınız, rock�n roll mu yaparsınız tercih sizin!