29 Aralık 2012 Cumartesi

koministler




APTAL AHMAK TÜRKİYELİ KOMÜNİSTLER



İstanbul’da, Gaziosmanpaşa Meydanı’nda DHKP-C militanı bir kız, Mücahid Danışman isimli polis memurumuza, arkadan yaklaşarak 8 kurşun sıktı. Gazetelerimizin yazdığına göre bu kız, Yunanistan’ın Lavrion kampında eğitim gördükten sonra Türkiye’ye gelmiş. 2005 yılında Trabzon’da yapılan bir mitinge katılmış. Orada, halk tarafından linç edilmek istenmiş. Ama polisimiz, halkın linç davranışına mâni olarak. Kızı ölümden kurtarmış. Sonra bu militan, 2009 yılında bir başka kargaşaya katılmış. Orada da onu halkın elinden bizim polisimiz çekip almış. Sonra o militan polisimize minnet borcunu ödemek için, Mücahid Danışman’a arkasından yanaşarak 8 kurşun sıkmış. Danışman evliymiş. 2 yaşında bir kız çocuğu varmış. Eşi de iki aylık hamile imiş. Ben de, bu rezil, bu kahpe cinayet yüzünden, iki günden beri âdeta kolsuz, kanatsız haldeyim. Bugünkü yazımı çok ama çok zor yazıyorum. Kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Yani tam bir saatten beri âdeta çırpınıp duruyorum...


Bu nasıl bir çiledir ya Rabbim? Bu nasıl bir iştir? Bu komünist kafaları, nasıl bir kafadır? Bu komünist ahlâkı, nasıl bir ahlâktır? Bu Yunan milleti nasıl bir millettir? Bu Yunan devleti de, NATO Antlaşmasına, bizimle beraber imza koydu. O antlaşmanın 5. maddesine göre; Bir NATO devletinin toprak bütünlüğüne yapılan saldırı, bütün NATO ülkelerine yapılmış kabul edilecek. Ve bütün NATO devletleri, toprak bütünlüğüne saldırılan devletin yanında yer alarak savaşacaktır. Şu dehşetli tezata bakın: ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Türkiye, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Norveç, Lüksemburg... gibi devletler NATO Antlaşmasına imza koyarak, dost olduklarını ilân ettiler. Bu nasıl dostluktur ki, bütün bu NATO devletleri PKK militanlarını ve bizim ahmak komünistlerimizi, kendi ülkelerinde eğiterek, silahlandırarak Türkiye’ye gönderiyorlar. Şu bizim hainler ve gafiller güruhunun ellerindeki en modern silahlar, bombalar, dinamitler... NATO’dan müttefikimiz olan devletlere ait. Bu nasıl dostluktur? Bu nasıl insanlıktır?


Arif Nihat Asya üstadım derdi ki: “Bu bizim komünistlerimiz, soy sop bakımından, katiyyen Türk değillerdir. Aksine bunlar Türk’e ve İslâm’a düşman olan sütü bozuklar arasından çıkıyor. Rusya bizim dilimizin, dinimizin, vatanımızın, milletimizin... en büyük düşmanlarından biridir. Komünizm de kayıtsız şartsız Rus emperyalizmidir. Bir Türk kendi varlığına düşman olanlarla nasıl birlikte olur? Sor soruştur göreceksin, Türkiyemizde komünist oldukları halde, Türk kanı taşıyan, Türkçü olan bir tek komünist bulamazsın. Bizim komünistlerimiz Kürtçü olurlar, Rusçu, Çinci, Çingeneci... olurlar da katiyyen Türkçü olamazlar. Ve bizim komünistlerimiz çok aptal, çok ahmak kafalı insanlardır. Çağımızın yüzyıl gerisinde kalan küflenmiş çarpık kafalardır. Sanıyorlar ki, şu kadar gencimizi, şu kadar askerimizi, polisimizi öldürürlerse Türkiye komünizme kayacaktır. Aksine, bizim komünistlerimizin işledikleri alçakça cinayetler yüzünden milletimiz komünizmden daha çok nefret ediyor!..”


Mücahid Danışman’ın şehit edilmesinden sonra Arif Nihat Asya’nın söylediklerini bir kere daha hatırladım. Bir genç komünistin kendisini iki defa linçten kurtaran polis teşkilatımıza mensup bir kişiyi öldürmesini çok iyi anlıyorum. Çünkü bu davranış komünist ahlaksızlığının gereklerindendir. Merak ettiğim husus şu: Acaba bu genç komünisti Türk’e düşman hâle getiren kan, hangi milletin soysuz kanıdır?

Edebi Yazılar, Şiirler, Divan Edebiyatı, Gazeller, Şiir Tahlilleri - Benim işbı garib canım aceb düşdü bu sahraya

Edebi Yazılar, Şiirler, Divan Edebiyatı, Gazeller, Şiir Tahlilleri - Benim işbı garib canım aceb düşdü bu sahraya

25 Aralık 2012 Salı

lovely sad turkish music

eski yarem var idi yürekte açıldı yine


Eski yarem var idi yürekte açıldı yine
Yeryüzüne kanlı yaşım yine saçıldı yine

Yüreğimin şerha şerha yareleri bitmedi
Noldu yine noldu yine yare açıldı yine

Yine ayın yenisidir deliliğim depreşir
Akl u fikrim konağından yine içildi yine

Tevbe vermiş idi zahid aşk şarabın içmeyem
Sındı tevbem dolu dolu yine içildi yine

Dediler idi bana kim aşk kitabın okuma
Fala bakayım dedim ol sayfa açıldı yine

Terziye ısmarladım Rumi'ye zahid donu biç
Tutmadı sözümü aşık donu biçildi yine

22 Aralık 2012 Cumartesi

yakında türkiyeye muhtaç olacaz


Yakında Türkiye'ye Muhtaç Olacağız"

Westerwelle, Türkiye'nin sergilediği performansı överek, yakın gelecekte Türkiye'ye muhtaç olacaklarını söyledi.

Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Avrupa Birliği'nin Türkiye ile vakit kaybetmeden müzakare başlıklarını görüşmeye yeniden başlaması gerektiğini söyledi. Almanya'da yayımlanan Saarbrücker gazetesine verdiği röportajda, "Arap dünyasındaki gelişmeler ışığında Türkiye Avrupa'ya eskisinden daha hızlı mı yaklaşıyor" sorusunu yanıtlayan Westerwelle, "AB'ye hızlı bir şekilde üye olunması Türkiye tarafından da talep edilmiyor. Ancak adil davranılması, güvenilirlik ve müzakerelerde saygı konusundaki istekleri haklı. Türkiye son 10 yılda nefes kesen bir başarı hikayesi yazdı" cevabını verdi.
...Devamını Gör
Yakında Türkiye'ye Muhtaç Olacağız"
 
Westerwelle, Türkiye'nin sergilediği performansı överek, yakın gelecekte Türkiye'ye muhtaç olacaklarını söyledi.
 
Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Avrupa Birliği'nin Türkiye ile vakit kaybetmeden müzakare başlıklarını görüşmeye yeniden başlaması gerektiğini söyledi. Almanya'da yayımlanan Saarbrücker gazetesine verdiği röportajda, "Arap dünyasındaki gelişmeler ışığında Türkiye Avrupa'ya eskisinden daha hızlı mı yaklaşıyor" sorusunu yanıtlayan Westerwelle, "AB'ye hızlı bir şekilde üye olunması Türkiye tarafından da talep edilmiyor. Ancak adil davranılması, güvenilirlik ve müzakerelerde saygı konusundaki istekleri haklı. Türkiye son 10 yılda nefes kesen bir başarı hikayesi yazdı" cevabını verdi.
 
TÜRKİYE'DE AB'DEN CAZİP OLACAK
 
Gelişmelerin, Türkiye'nin Avrupa'nın Müslüman komşuları konusunda bir köprü olabileceğini net bir şekilde gösterdiğini' dile getiren Alman Dışişleri Bakanı, "Biz Avrupalılar, 2013 yılının ilk yarısını kullanıp diğer başlıkları müzakereye başlayalım. Aksi takdirde yakın gelecekte, bizim Türkiye'ye olan ilgimiz, Türkiye'nin bize olan ilgisinden fazla olabilir" şeklinde konuştu.
 
ajanslar

yapay zeka


YAPAY ZEKA: Sevgi Dolu(!) Şeytanlar
image
Gerçekte kendileri ruhsuz-sevgisizken; “sevgi” pazarlamadan da geri durmayan uzaylıların; pardon “cin-şeytanlar”ın baş rolleri paylaştığı “Yapay Zeka” filminin bir afişi.
Ünlü Pinokyo masalından ilham alan “Yapay Zeka” filmi, ilk bakışta masum bir yapıt gibi görünüyor. Oysa filmin yapımcıları ve senaristleri, ustaca yöntemlerle seyircinin bilinçaltına öylesine şeytani mesajlar zerk ediyor ki, bunu görmemezlikten gelmek mümkün değildir.
Sinema tarihi boyunca, vermek istediği mesajı açıkça belli eden filmler genellikle başarısız olmuş, propaganda kaygıları  seyirci tarafından hoş karşılanmamıştır. Ancak sinemanın dahi çocukları olarak bilinen bazı yönetmenler vardır ki, onlar, başarılı sinema dili ve etkili kurgu yöntemleriyle seyirciyi rahatsız etmeden, mesajlarını bir hap gibi milyonlarca insana yutturmayı başarmışlardır.
İşte bu isimlerin en başında da Hollywood’un namlı yönetmenleri Stanley Kubrick ve onun mirasçısı kabul edilen Steven Spielberg gelmektedir.
“Yapay Zeka” filmini çekme fikri aslında Stanley Kubrick’e aitti, ancak onun döneminde henüz animasyon teknolojisi olgunlaşmadığından filmi çekmeyi uzun yıllar erteledi. Kubrick bu projesini hayata geçiremeden ölünce, proje en yakın arkadaşı Steven Spielberg’e miras kaldı.
Spielberg, “Yapay Zeka” filminin hem senaryosunu yazdı hem de yönetmenliğini yaptı. Sinema sektörü, Musevi asıllı yönetmeni; Jaws, 3. Türden Yakınlaşmalar, Indiana Jones, “E.T.”(Extra Terrestial=Dünya Dışı Varlık), Geleceğe Dönüş 1-2-3, Jurassic Park 1-2-3, Schindler’in Listesi, Münich, Er Ryan’ı Kurtarmak, Deep Impact(Derin Darbe), Men in Black 1-2 (Siyah Giyen Adamlar), Dünyalar Savaşı, Transformers, Taken gibi yapımlarından tanıyor. Spielberg’in imza attığı filmler çoğunlukla sinematografik açıdan çok başarılı ve arka planında new-age mesajları olan yapımlar olarak dikkat çekiyor. Spielberg’i, sitemiz yazarlarından Dr. Alp Bayraktar, “Transformers” filminin analizini yaparken ayrıntılı bir şekilde anlattığından burada tekrar vermiyoruz. İsteyen bu yazıya göz atabilir.
FİLMİN ÖZETİ VE ANALİZİ
image
Sevgi patlaması yaşayan ruhsuz-robot David.
21. yüzyılın ortalarında, küresel ısınma hat safaya ulaşmış, başta New York olmak üzere Dünya’nın bir çok sahil kenti sular altında kalmıştır. Artık robotlarla iç içe yaşayan insanlık, teknolojiye iyice bağımlı hale gelmiş, adeta mekanik bir yaşam sürmektedir. “Yapay Zeka” üzerine uzmanlaşan bir firma ise, bir adım daha ileri giderek; kendi varlığından haberdar olan, bilinç sahibi, duyguları olan, üstün teknoloji ürünü yeni robotlar geliştirir. Görünürdeki amaç, kendini insan yerine koyabilen bu robotların, küresel ısınma gibi insanlığın ortak sorunlarına çözüm bulmasıdır. Ancak firmanın başındaki çılgın mucidin asıl amacı tanrıcılık oynamak, yaratıcılığa soyunmaktır. Filmde geçen bir diyalog onun bu amacını açıkça ortaya koymaktadır. Ekipteki mühendislerden biri, “peki bu robotların duygularına, insan nasıl karşılık verecek, burada bir etik sorun ortaya çıkmayacak mı?” diye sorar. Mucidin verdiği cevap şöyledir:
“Tanrı, kendisini sevsin diye Adem’i yaratmadı mı?” Mucid kendisini Tanrı ile kıyaslıyor, yarattığı varlıktan koşulsuz, karşılıksız sevgi ve itaat bekliyor. Ve Yüce Yaratcı’nın kölelerine karşı merhametini, rahmetini ve vadettiği lütuflarını görmezlikten geliyor. Sonuçta firma, David adında insani duygularla dolu, sevmeye, sevilmeye muhtaç çok özel bir çocuk robot geliştiriyor.
Tam da o günlerde “Yapay Zeka” firmasının mühendislerinden birinin çocuğu, ölümcül hastalığı yüzünden komaya girmiştir. Aile, doktorların yönlendirmesiyle çocuktan ümidini kesmiştir. Bu trajik durumu fırsat bilen firma sahibi, aileye kederlerini hafifletmek kılıfıyla, bu robot çocuğu evlat edinmelerini teklif eder.
image
Ruhsuz-robot David, kendisini çocuk edinen insan ailesiyle ne kadar da mutlu(!)
Böylece türünün en ileri örneği olan robot çocuğun gelişim süreci de yakından takip edilecektir. David adlı robot çocuğa daha önce aile ile ilgili tüm bilgiler yüklenmiştir. Robot David, aileye hemen intibak eder, onlara öz evlatları gibi davranır. Yazılımı gereği yeri gelir üzülür, yeri gelir sevinir, aile ebeveynlerine anne, baba demeye başlar. İşte tam da bu süreçte gelin görün ki, doktorların ölecek dediği ailenin öz çocuğu da komadan çıkarak hızla iyileşir.
Artık ailenin aynı yaşlarda, biri mekanik diğeri organik iki çocuğu vardır. Ne var ki iyileşip evine dönen çocuk, anne babasını bir robot çocukla paylaşmak istemez. Robot çocuk da yazılımı gereği yoğun kıskançlık duyguları yaşar. Öyle ki robot David, ailenin gerçek çocuğuna kazayla ölüm tehlikesi yaşatır. Sonunda aile, robot çocuktan vazgeçmek zorunda kalır. Prosedür gereği robot çocuğun başka bir aileye evlatlık verilmesi mümkün değildir. Firmaya iade edilmesi ve imha edilmesi gerekmektedir. Ancak robot oğlunu çok seven anne Monica, onun imha edilmesine razı olmaz ve kaçması için ormana terkeder. David, annesine yalvarır; “ne olur beni bırakma, senin için gerçek çocuk olurum” der. Ama Monica, göz yaşları içinde oradan ayrılmak zorunda kalır.
image
Ailenin, iyileşen gerçek çocuğu ve robot çocuk David’in arasından kara kedi geçmiş gibi…
Ormanlar ve şehrin kuytu köşeleri, kırık dökük ancak kendilerini tamir ederek varlıklarını sürdürebilen kaçak robotlarla doludur. İnsanlık, robotların kendilerine olan bağlılığına ve karşılıksız sevgisine çok duyarsız, umursamaz durumdadır. Her gün yeni ve daha kabiliyetli robotlar icat edildiğinden, modası geçen eski robotlar yakalandıkça imha edilir. Bir şekilde kaçarak imha edilmekten kurtulan robotların toplatılması için de, robot avcı ekipleri oluşturulmuştur.
Filmde insanlığın bu yaptığı gaddarlık olarak gösterilmiş, Tanrı-insan ilişkisi baz alındığından bu sonucun ortaya çıktığı vurgulanmıştır. Ancak elbette bu yaklaşım, baştan sona iftira ve haksızlıklarla doludur. Çünkü Yüce Allah, yarattığı insana karşı çok merhametli, çok şefkatli çok lütufkardır.
Filmin bu bölümünde yapılan felsefi göndermenin asıl amacının ne olduğu, finalde ortaya çıkan “uzaylılar”la birlikte daha iyi anlaşılacaktır.
Ormanda robot avcılarından köşe bucak saklanan David’in en büyük hayali, annesinin okuduğu pinokyo masalındaki mavi periyi bulmaktır. Pinokyo masalının kahramanı olan kukla çocuğun en büyük hayali, bir gün gerçek çocuk olabilmektir. Ve onun bu isteğini ormandaki mavi peri gerçekleştirir. İşte bu masalı hiç unutmayan robot David, kendi mavi perisini aramaya başlar. Eğer mavi periyi bulup insan olmayı başarırsa, çok sevdiği annesine yeniden kavuşabilecektir. David her yerde mavi periyi arar ama bir türlü bulamaz. Bu arada yapay zeka firmasının sahibi mucit bilim adamı, tüm bu süreç boyunca uydularla David’i adım adım takip eder. Mavi perinin izini elektronik bilgi bankalarında arayan David’in yolu, mucidinin yönlendirmesiyle icat edildiği fabrikaya çıkar.
image
Robot laboratuvarına dönen robot çocuk David, kendisi gibi robot çocukları görünce hayal kırıklığı yaşar.
Mucit bilim adamı David’e hiç beklemediği bir yüzleşme hazırlamıştır. Laboratuvarı gezen David, orada kendi prototiplerini görür ve üretim aşamalarına gözleriyle şahit olur. David nihayet bir robot olduğunu ve hiç bir zaman insan olamayacağı gerçeğini kavramıştır. Tıpkı bir insan gibi çok derin hüzün yaşayan David için mavi peri masalı da orada biter. Robot David insan olup annesine dönme ümidini kaybedince, yaşamak için bir nedeni olmadığını düşünür ve intihar eder. Ağzından çıkan son sözcük ise “anneciğim”dir. Yarısına kadar sular altında kalan gökdelenin dibini boylayan David, başında taç, elinde meşale olan “dev bir mavi heykel”le karşılaşınca aradığı mavi periyi bulduğuna inanır. Ama artık iş işten geçmiştir. Son bir gayretle yalvarır; “ey güzel mavi peri, ne olur beni insan yap” diye ancak işe yaramaz. Zamanla enerjisi biter, devreleri bir bir kapanır.
Filmin bundan sonrasında zaman atlaması olur ve aradan iki bin yıl geçer. Dünya’da sular çekilmiş, buzul çağı başlamıştır. İnsanlık ise varlığını sürdürememiş, yok olmuştur. Ve bilin bakalım Dünya kime kalmıştır? Elbette robotlara, demeyin… Dünya robotlara değil, “üçgen kafalı, iri gözlü dört parmaklı” Hollywood’un yıllardır her fırsatta pompaladığı uzaylılara; yani”cin şeytanlar”a kalmıştır. İyi kalpli(!) uzaylılar, robot David’i bulur ve insanlıktan kalan nadide bir miras olarak laboratuvara götürüp canlandırır. Orada hafızası okunan robot David’in yaşadığı trajik hikaye, film kareleriyle ekrana yansıtılır. David’in insan olma hayali ve annesine duyduğu derin sevgi, uzaylıları çok etkiler.
Adeta bir iyilik meleği gibi sunulan uzaylılar, insanlığın kendi eliyle yarattığı duygu dolu robotlara bu kadar kötü muamele yapmasını ve onların sevgilerine hiç karşılık vermemesini anlamakta zorluk çeker. Burada verilmeye çalışılan asıl mesaj; “Tanrı’nın da yarattığı insana karşı acımasızlığıdır.” Bu uzaylı maskeli cin-şeytanların, sürekli insanların beynine enjekte ettiğ yılan zehiridir. Uzaylı maskeliler, Tanrı’nın yarattığı insana, insanın da duygu dolu robotlara göstermediği merhamete-sevgiye fazlasıyla sahiptirler(!) Bundan daha büyük bir yalan ve iftira yoktur. Bu filmde de bu yalan sinsice işlenmiştir.
image
Uzaylı geçinen ruhsuz şeytan amca, ruhsuz-robot çocuğa ne anlatıyor acaba?
Uzaylılar(!) işte bu sözde üstün vasıflarını göstermek için, robot David’in tüm arzularını bir bir gerçekleştirirler. Bu amaçla uzaylılardan biri, mavi periolarak David’in karşısına çıkar ve annesinin iki bin sene önce öldüğünü, ama ondan bir parçayı kullanarak onu bir günlüğüne geri getirebileceğini söyler.David yanından hiç ayırmadığı, annesinin bir tutam saçını uzaylıya verir. Neden sadece bir gün diye soran David’e şu cevab verilir:
“Denklemler bize, uzay zamandaki yollar kullanıldığında, bir kez daha kullanılamayacağını gösterdi.” Sonuç olarak uzaylılar David’in hafızasındaki görüntülerden yola çıkarak yaşadığı evi bire bir tasarlar ve David o evde annesi Monica’yı karşısında bulur.
Uzaylı kılığındaki “cin şeytanlar”ın olağanüstü iyiliği ile anne-oğul, sabah güneşin doğuşundan, akşam batışına kadar sevgi dolu bir gün yaşar. Güneş’in batışı ile birlikte önce Monica geri dönüşü olmayan bir uykuya dalar. Robot David sevgi dolu sözlerle annesine veda eder. Ve sıranın kendisine geldiğini anlar. Gözünde iki damla yaş, yüzünde masum bir tebessüm vardır. Annesine sarılarak, o da ölüm uykusuna yatar. İşte bu dramatik sahne ile birlikte koca filmin en önemli anı da perdeye yansır. Ancak bu anı, bir robotun ve uzaylıların inanılmaz sevgi yumağını göz yaşları içinde izleyen kaç seyirci yakalayabilmiştir, orası meçhul.
Final sahnede mavi peri masalı gerçekleşmiş, uzaylılar(!), boyut atlatarak robot David’i insan yapmıştır. Zira makineler insan gibi ağlayamaz ve olmayan ruhunu teslim edemez. Robot David’in duygusal müzik eşliğinde ve törensel bir havada verilen “insani ölüm sahnesi”yle film de bitmiş olur.
SONUÇ
1) Tüm bu salya sümük sahnelerin arka planında; bir gün bu uzaylılar(!), Dünya’ya gelecek ve Tanrı’cılığa soyunacak, hatta insan bile yaratabilecekler. Üstelik, “bu uzaylılar, haşa Tanrı’dan bile daha merhametli, daha şefkatlidir” gibi bir zehir bilinç altına akıtılmaktadır.
2) “İnsanlara, her zaman gıpta ettik”, “İnsanların ruhuna hep özendik”, “insanlar var olmanın anlamı için en önemli anahtardır” gibi cümlelerle, insanların kıymetini Tanrı’nın değil, uzaylıların(!); yani ”cin şeytanlar”ın bileceği ikinci mesajı bilinç altına zerkedilmektedir.
3) İblis’in dünyayı ele geçirmek için seferber ettiği beyin yıkayıcı ajanları; bir taraftan insan dalkavukluğu yaparak ahmakları avlarken; diğer taraftan aslında kin duyduğu insanoğluna, görünmezliği altında sırıtarak müthiş bir ”sevgi edebiyatı” sunmaktadır. Burada ise insanların, yarattıkları ”robotlar”a karşı sevgisizliği karşısında kendilerinin nasılsevgi varlığı(!) olduklarını vurgulamaktadırlar. Hem Yüce Allah’ın, yarattığı insanlarla ilişkisi ve hem de insanın yarattığı robotlarla olan ilşkisi, sinsice eleştirilmekte; kendilerinin sevgi ve merhamet yüklü oldukları palavrası, göz yaşları arasında enjekte edilmektedir.
4) Şu an gerçek dünyada, melek yahut uzaylı sanılan cin-şeytanlar; insanoğlunun hırsını, kan dökücülüğünü, çevreyi ve doğayı talan etmesini ve her türlü vahşetini dile getirerek(ki bu bir gerçektir); evrimleşmesini beklediklerini, ona yardım edecekleri bir zamanı kolladıklarını, UFO’cular vasıtasıyla sürekli işlemektedirler. Bunun için de insanların bir kısmını medyumlar aracılığıyla eğiterek boyut atlatacaklarını; bu yolla oluşturacakları “sevgi dolu ışık işçileri(!)”yle ve bir Mesih(Deccal), vasıtasıyla dünyanın; insanlığın “altın çağı(!)”nı inşa edeceklerini sürekli tekrarlamaktadırlar. Böylece tıpkı”robotlar”a boyut atlatarak insanlaştırdıkları(!) gibi, insanlığa da boyut atlatarak kendileri gibi melek(!) boyutuna çıkaracakları ”İblis yalanı”nı kulaklara fısıldamaktadırlar. Bu asılsız yalan, İblis’in cennette de Adem’e söylediği bir yalan olsa da; bugün aldanmış Ademoğlu, bu yaldızlı yalanlara inanmaya çok daha hevesli gözükmektedir.
5) Buradaki robot David, insanlar tarafından yapılmış ve evlat edinilmiştir. Ancak anne-aile sevgisi bekleyen David, bu sevgiyi bulamamış ve terkedilmiş. Sevgi dolu uzaylılar(ki tamamen yalan) ise, onu alıp sevgi ve şefkatle adeta bağırlarına basmış, insan boyutuna çıkarmışlardır. Bu kurgu, çok güçlü olmasa da; Mesih Deccal çağrışımı yapmaktadır.
Nitekim Deccal, Yahudi bir ailenin oğludur ve kendisine şeytan tohumu karışmıştır. Bir taraftan insandır, diğer taraftan şeytani yeteneklere sahip; robot gibi ruhsuz bir kimsedir. Sözde insanlığı kurtaracak olan bu adamın kıymetini(!) en iyi bilen İblis ve adamlarıdır. Tüm cin-şeytanlar kendisinin emrinde ona güç vereceklerdir.
Mesih Deccal’in ve kendilerini uzaylı diye pazarlayan ”cin-şeytanlar”ın sürekli işledikleri merkezi bir kavram vardır, o da “sevgi”dir. Tüm ”şeytani mistik-tasavvufi felsefeler”, bu anahtar, büyülü kelime ile insanların kalplerini, İblis’e bağlarlar. Gerçek sevgi, Allah’tandır ve Allah’adır. İblis ve avanesinin kullandığı “sevgi”, “İblis’in intikamı”nın “yem”idir. Bu nedenle buradaki İnsan boyutuna çıkarılan David, Mesih Deccal’i çağrıştırmaktadır. Deccal, kendisini Mesih İsa olarak pazarlayacaktır. Mesih İsa ise Davut(Davit) soyundan gelecek olan Mesih(Mesiah)dır.
Ayrıca su altında 2000 yıldır sevgiyle annesini bekleyen robot David, uzaylılar(!) tarafından insan boyutuna çıkarılır ve mavi peri şeytanın yardımıyla annesine kavuşur. Fazla yaşamaz ve annesiyle beraber ölür. Gerçek Deccal, bir rivayete göre, Pasifik denizinde; Solomon adalarının altında, şeytanlar tarafından saklanmakta ve çıkacağı günü beklemektedir. İnsanlığı “sevgi”yle üç kağıda bağlayacak olan Deccal, bu yalancı sevgi mutluluğuna, aldanmış insanlığı kavuşturacak ve 3,5 yıllık şeytani mücadelenin sonunda İsa tarafından öldürülecektir.
Tüm şeytanlar, lanetlidir ve İblis’in köleleridir. Adeta ruhları ölmüş ve robotlaşmışlardır. Şahsi hiçbir istek ve yaşamları yoktur. Kendilerine değil, İblis’in intikam planına hizmet ederler. Maymun İblis, her konuda Allah’ı taklit etmeye, ondan kopya çekmeye çalışır. İblis, emrindeki kendisi gibi lanetli kölelerini, meleklere benzetir ve itaatte kusur edenleri şiddetle cezalandırır. Bir cin, İblis’e köle olduktan sonra tüm özgürlüğünü kaybeder ve köle şeytan olur.
Robot Üretimi
2001 Yılı Yapımı Yapay Zeka (Artificial Intelligence) Filmi
 Anne ve Çocuk
Her ne kadar insanların çoğu Hollywood filmlerini eğlence amaçlı izlese ve farketmese de; filmlerin çoğunda verilmesi gereken gizli bir fikir yatmaktadır. Çoğu zaman bu fikirler şeytana hizmet edebilmektedir.
Uzaylı ve Çocuk
Robot Yüzü
Yahudi Asıllı Yönetmen Steven Spielberg
Yahudi Asıllı ABD’li Sinema Yönetmeni Steven Spielberg
Yahudi Klübü: Hollywood
Yahudiler’in ekonomi ve savaş teknolojisi kadar sinema sektörünü de elerinde tuttuklarını sağır sultan dahi duymuştur. Her ne kadar Amerikan halkı birçok konuda olduğu gibi bu konudan da bihaber olsa da, olanaklarıyla dünyaya dev bir eğlence sektörü sunan Hollywood, Yahudi patronlar tarafından yönetiliyor. Bu nedenle hiçbir Hollywood yapımında İsrail’i veya Yahudiler’i aşağılayan bir kareye rastlamanız mümkün değildir. 
Hollywood, Çalışanlarını Siyonistleştiriyor
 Hollywood’da  Araplar Öcü, Yahudiler Cici!
‘Oscar’ Da Yahudiler’in
Pianist Film
Yahudi Hayranı Leonardo DiCaprio
Dünya fanatik yahudilerle uğraştığı gibi, Leonardo DiCaprio gibi yahudi hayranlarıyla da uğraşmak zorunda.


21 Aralık 2012 Cuma

gönül sözüne dair


GÖNÜL SÖZÜNE DAİR...


Türk dili, birçok eski kelimelerini, yerlerine daha güzellerini buldukça, terketmiş, fakat eskiden beri güzel her kelimesini mutlaka yaşatmıştır. Türkçenin, ülkeler, çağlar ve diller boyunca macerası, birçok da bu güzel'i aramak duygusundandır. (Bugün de çirkin kelimelere tepkisi, aynı hisdendir.)
 
Altın, gümüş, demir, çelik v.b. gibi, güzel sesli mâden adları, Türk dili vâr olalıdan beri yaşayan ve yaşatılan kelimelerdendir. Gönül sözü de böyledir.
 
Bu kelimenin en eski Türkçede söylenişi, Kön-kül'dü, zamanla könğül sesini aldı ve yüzyıllarca bu sesle kullanıldı. Ona gönül sesini veren Türkiye Türkçesi'dir.
 
Gönül'e önce VIII. asırda rastlıyoruz. Târihi taşa kazdıran bir hükümdar ağzından konuşarak, adını bildiğimiz ikinci Türk yazarı, Yolluk Tigin:
 
Taş tokıtdım, köngültegi sabımın... bitidim:
Taş yontturdum, gönüldeki sözünü yazdırdım, diyor.
 
Kelimenin edebiyat târihimizde ikinci bir âşıkı, Kutadgu Bilig yazarı Yûsuf Hashâcib'dir. Kelimeyi fırsat düşükçe kullanır, ona, aruz'la manîler söyletir. Onun:
 
Könğül kimni sevse körür közde ol
Közün kanca baksa uçar yüzde ol
Könğülde negü erse arzu tilek
Ağız açsa barca tilin sözde ol gibi mısraları, Türkçenin İslâm çağındaki ilk gönül şiirleridir: "Gönül kimi seve gözünün önünde (hep onu) görür; göz nereye baksa orada o (nun hayâli) uçar. Gönülde arzu, dilek ne ise (insan) ağız açınca hep ondan söz açar" demektir

Gönül, Anadolu'da Yûnus Emre'nin:
 
Taşdın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın gibi mısrâlarıyla şahlanır. Ondan sonra, sesi fazla değişmez. Bâzan "bu göynüm" diyenlerin söyleyişiyle başkalaşsa da kesin notasını Anadolu'da bulmuş olmanın gönül ferahlığıyle yaşar. O kadar ki biri çıksa da bir Gönül Şiirleri Antolojisi yapsa, bu kitapta Türkçenin nice zengin ve güzel şiirleri toplanır. Hatta XV asırda İstanbul fâtihi, Sultan İkinci Mehmed'in de katıldığı bir gönül şiirleri yarışması olmuş, fethedilen ülkeler, yüzyıllarca, bu şiirlerin:
 
Gönül ey vây gönül, vay gönül eyvây gönül diye tekrarlanan mısrâlarıyla ahenkli, murabba'ları, (şarkıları) ile dolmuştur. Bundan sonra dilimizde bir gönül zenginliği başlar. Gönül sözüyle nice dil ve gönül oyunları oynanır. Kelime, dilimize gönül dolusu söyleyiş kazandırır, dilimizde bir duygu ve mânâ âlemi uyandırır.
 
Gerçi gönül, insanın duygu merkezi demek, yürekteki mânevi taraf demektir, ama o bu kadarcıkla kalmaz: Gönül çekmek'de aşk olur, gönül vermek'de sevgi... Gönül yap-mak'da iyilik duygusuyla dolar, gönül almak'da hoşnut etmek, memnun etmek mânâlarına girer. Bunun içindir ki Azeri Türkçesi şâiri Şah İsmail'e atfedilen şu dörtlük:
 
Hatâ'î hâl çağında
Hak gönül alçağında
Binbir Kabe yapmaktır
Bir gönül al çağında inceliğiyle, halkımızın gönlünde yaşamıştır. Bakınız alçaklık, ne kötü mânâda kelimedir, ama Türk halkı onu gönül'le birleştirir ve gönül alçaklığı veya alçak gönüllülük hâline koyarsa, bu, üzerinden bir tılsım geçmiş gibi birden bir fazilet mânâsı alır.
 
Böylece, gönül almak, gönül vermek, gönül eğlendirmek, gönlü açılmak, gönlü olmak, gönlü dolmak, gönlünü etmek, gönlüyle oynamak, iki gönül bir olmak, iki gönül bir olunca samanlık seyrân olmak; gönlü kalmak, gönül kırmak, gönülden kopmak, gönülden sevmek, gönlünce sevip gönlünce yaşamak ve daha sayısız gönül kelimeleri gönül oyunları, gönül yücelikleri, gönül duyguları duyup gönül şarkıları söylemek...
 
Kelimeyi, gönüllü, gönülsüz, gönüllenmek gibi kullanışlarla yayıp dile bir gönül zenginliği kazandırmak ve meselâ Pîr Sultan Abdal'ın dilinden konuşarak:
 
Öt benim sarı tanburam
Senin aslın ağaçtandır
Ağaç dersem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçtandır  diye, kelimeye bir gönül inceliği işlemek...
Bâzan, Nef î'nin şiiriyle konuşarak, zengin bir gönlün insana nasıl yeteceğini:
 
Hem kadeh hem bade hem bir şûh sâkîdir gönül şaheseri hâlinde söylemek; bâzan da güzelliği, güzellerin gözlerinde ararken:
 
Gönül ne gök, ne elâ, ne lâciverd arıyor,
Ah bu gönül bu gönül, kendine derd arıyor! mısralarını bulmak. Yahut da Şeyhülislâm Yahya'nın gazelinde mûsıkîleşerek:
 
Erdî bahar sen yine şâd olmadın gönül
Güllerle lâlelerle küşâd olmadın gönül ahengini kazanıp, bir bahar mevsiminde bir bahar türküsünün şakıyan teranesiyle birleşmek... Nihayet Yahya Kemal'in şiirinde vecîzeleşip ya tam neş'e, ya tam ıztırap; ya hep ya hiç mânâsında:
 
Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yâhud gül. seviyesine yükselmek. Türkçede gönül'ün hikâyesi elbette çok zengindir. Bu saydıklarımız onun belki en kısa mâcerâsıdır. Gerçek şudur ki Türk dili, bu mânâda sâde gönül sözü'yle kalmamış, başka dillerden başka sözler de almıştır. Meselâ Arapça'dan kalb'i almış, kendi yürek sözüyle birlikte kullanmıştır. Fârisîden (yine gönül demek olan) dil'i seçmiş, bundan da dilber, dilârâ, gibi, dilşâd gibi, dildâde ve dilrübâ gibi söyleyişlerde hoşlanmıştır. Fakat başka dillerden müterâdif kelimeler aldı diye gönül'ü terketmemiş, aksine onu bütün gönlüyle sevip hayâtının her asrında belki de her ânında kullanmıştır.
 
Çünkü, gönül güzeldir.
 
Nihad Sami.Banarlı- Türkçenin Sırları;S.76-80

salavat

Salavat, Salavat, Salavat…
Sual: Peygamber efendimizin ismi geçince salevat getirmek lazım mıdır? Cevap: Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin ismini işitenin ömründe bir defa salevat getirmesi farz, okuyunca, yazınca, söyleyince, işitince ilkinde söylemek vacip, tekrarında müstehaptır. (Redd-ül-muhtar) Resul-i ekrem efendimizin ismini söyleyince, işitince, yazarken ve okurken Ona salevat getirmek hürmete ve sevap kazanmaya sebep olmaktadır. Salevat, salat kelimesinin çoğuludur. Salat, dua demektir. Peygamber efendimiz için yapılan dualara salevat getirmek denir. Kur’an-ı kerimde, “Allah ve melekleri, Resule salat ediyor. Ey iman edenler, siz de salat edin” buyuruluyor. (Ahzab 56) Hadis-i şerifte de, “Bana bir salat getirene, Allah ve melekleri 70 salat getirir” buyuruldu. (İ. Ahmed) Allah’ın salat etmesi rahmet, meleklerinki dua, müminlerinki ise Onun şefaatini taleptir. Salevat kısaca, Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed demektir. Peygamber efendimizin ismi anılınca, aleyhisselam veya aleyhissalatü vesselam yahut sallallahü aleyhi ve sellem demekle de Peygamber efendimize dua edilmiş, salevat getirilmiş olur. Namazda Ettehiyyatüden sonra okuduğumuz Salli Barikler de salevattır. Salevat-ı şerife okumanın fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Kıyamette bana en yakın olan, en çok salevat getirendir.” [Tirmizi] “Sabah-akşam on salevat getiren, kıyamette şefaatime kavuşur.” [Taberani] “Cuma günleri bana 80 salevat okuyanın 80 yıllık günahı affolur.” [Şir’a] “Günde yüz salevat okuyan, kıyamette şehidlerle beraber olur.” [Taberani] “Günde bin salevat okuyan, Cennetteki yerini görmeden ölmez.” [İbni Şahin] “Bana bir salevat getirene Allahü teâlâ, on rahmet ihsan eder, on günahını yok eder ve derecesini on kat yükseltir.” [Nesai] “Salevat sizin için zekattır.” [I.Hibban] Burada zekat, temizlik, günahların affıdır. Peygamber efendimiz, “Cuma günleri bana çok salevat okuyun! Bunlar, bana bildirilir” buyurdu. Öldükten sonra da bildirilir mi denilince buyurdu ki: “Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, “Falan oğlu filan, sana selam söyledi” der.” [İbni Mace] “Bana salevat okuyana, melekler salat okur. Salevata devam edene, melekler de ona salat okumaya devam eder. Artık isteyen az, isteyen çok salevat okusun!” [I. Mace] Bir kitap yazmaya veya vaaza başlarken Allahü teâlâya hamd ve Resulüne salevat getirmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Kim, kitabına ismimi yazdıktan sonra, bana salat ve selam da yazarsa, ismim o kitapta kaldığı müddetçe, melaike, o kimse için istiğfar eder.” [Taberani] “Beni sözünüzün başında, ortasında ve sonunda anın!” [I. Neccar] “Cebrail aleyhisselam, bana dedi ki: Ya Resulallah, senin ismin anılınca, sana salevat getirmeyen azabı hak eder, Cehenneme gider.” [İ. Ahmed] Demek ki Resulullah efendimize ömürde bir defa salevat getirmek farz, bir oturumda, bir yazıda bir defa salevat getirmek vaciptir. Bu vacibi kasten terk eden azabı hak eder. Razı etmek için Sual: Allahü teala ile onun sevdiklerini razı etmek için ne yapmak gerekir? Cevap: Önce Ehl-i sünnet itikadını öğrenip, dinimizin emir ve yasaklarına uymalı, özellikle kalb kırmamaya ve kul hakkına dikkat etmeli. Şu hadis-i şerifte bildirilen duaları da okumaya çalışmalı: “Ya Aişe, bir kere “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ cemî’il Enbiyâi velmürselîn” de, bütün peygamberler senden razı olsun. Bir kere “Allahümmağfirlî ve li vâlideyye [ve li-meşâyıhiyye] ve lil mü’minîne vel mü’minât vel müslimîne vel müslimâti el ahyâi minhüm vel emvât” de, bütün müminler senden razı olur. Bir kere de “Sübhânellahi vel hamdü lillahi ve lâilahe illallahü vellahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” de ki, Allahü teala senden razı olsun.” [Ey Oğul İlmihali] . Sual: Salevat olarak ne okumalıdır? Cevap: Salevatın en kısası, “Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed” demektir. Peygamber efendimiz buyurdu ki: Bir gün dört büyük melek geldi. Cebrail aleyhisselam dedi ki: “Ya Resulallah, sana her gün on salevat getirenin elinden tutar, sıratı kuş gibi geçiririm.” Mikail aleyhisselam dedi ki: “Ben de, ona, Kevser havuzundan kana kana içiririm.” İsrafil aleyhisselam dedi ki: “Ben de, onun affı için başımı secdeye koyarım. Allahü teâlâ onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam.” Azrail aleyhisselam da dedi ki: “Ben de, onun ruhunu, Peygamberler gibi kabzederim.” Peygamber efendimiz de, “Bu ne büyük lütuf ve ne büyük bir ihsandır ya Rabbi” dedi. İki hadis-i şerif meali daha şöyledir: “Her gün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve Cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur.” [Taberani] ”Bir kimse, bana salevat getirdiği sürece, melekler de, onun için istiğfar eder. Artık isteyen az, isteyen çok salevat getirsin.” [İ. Ahmed] Hazret-i Ebu Talha anlatır: Bir gün Resulullah, sevinçli olarak gelip buyurdu ki: “Cebrail bana gelip, şu müjdeyi verdi: Ya Resulallah! Rabbin, “Sana bir defa salevat okuyana, ben on salat okurum. On defa rahmette bulunur, on günahını affeder, on derece yükseltirim. Sana bir defa selam veren herkesin selamına da, ben on defa selam ile karşılık veririm, Bu sana ikram olarak yetmez mi, razı olmaz mısın?” dedi. Ben de, razı olurum dedim.” [Nesai] Sual: “Peygambere salât okunmaz, salevat getirilmez. Salât, Allah’a getirilir” diyenler oluyor. Bu doğru mudur? CEVAP Salât, dua demektir. Salevat ise, salât kelimesinin çoğuludur, dualar demektir. İkisi de aynıdır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: “Allah ve melekleri, Resule salât ediyor. Ey iman edenler, siz de gönülden, teslimiyetle, ona salât edin, salevat getirin.” [Ahzab 56] “Allah’ın salât etmesi rahmet etmek, meleklerinki dua etmek, müminlerinkiyse Onun şefaatini talep etmektir.” Görüldüğü gibi, Resulullaha salât yani salevat getirilmesini, bizzat Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde emretmektedir. Bunun için, Resulullah efendimize ömürde bir defa salevat getirmek farz, ismi geçtiği zaman, bir oturumda, bir yazıda bir defa salevat getirmek vacib, sonrakilerde müstehabdır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: “Bana bir salât getirene, Allah ve melekleri yetmiş salât getirir.” [İ. Ahmed] “Şefaatime en layık olan, bana en çok salât okuyandır.” [Tirmizi] “Bana çok salevat getirenin dertleri gider, günahları affolur.” [Tirmizi] Resulullahın ismi söylenince veya işitilince, aleyhisselam, aleyhissalâtü vesselâm veya sallallahü aleyhi ve sellem demekle de, ona salât getirilmiş olur.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var


Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var -

Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var
Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var

Açıldı bağ-ı vahdet gülleri mest oldu bülbüller
Zemîn ü âsumân dünyâ ve mâfîhâda yangın var

Erişti nev-bahâr vakti figâna başladı bülbül
Değil bülbül yalınız ol gül-i ranâda yangın var

Kaşınla kirpiğin zülfün beni mest etti ey dilber
Değil mestane gözler kâmet-i zîbâda yangın var

Muhabbetden yarattı Ol Habîb´i Hazret-i Mennân
Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ´da yangın var

Hitab-ı "kün fekân" erdi zuhura geldi akl-ı küll
Felekler gulgule düştü kamu esmada yangın var

Zemîne indi me´vâdan nice yıllar döküp kan yaş
Yalınız ağlayan Âdem değil Havva´da yangın var

Nice yıl hasret-i hicran oduyla yaktı Kenan´ı
Yanan Yakûb değil gör Yûsuf u Zelha´da yangın var

Cihan halk olalı göster bana âsûde ahvâlin
Ki yok bir istirahat esfel ü âlâda yangın var

Erişti Sâmî-yi Sultân beraber dilber-i rûhân
Değil yalınız Erzincan Yemen San´a´da yangın var

Bilinmez Salih´in rengi çalınır tablı gülbangı
Kurulmuş Kerbelâ cengi yaman gavgâda yangın var

Salih Baba