31 Ocak 2012 Salı

hoşgeldiniz

blogcudan gelen tüm arkadaşlarımız hoşgeldiniz herşeyde vardır bir hayır demekki böylesi hayırlı imiş

İnsanın Kendi Kendine Tuzakları







İNSAN; Allah'ın yeryüzünde kendisine halife olarak en güzel surette yarattığı mükerrem bir varlık. Manevi yapısı ve taşıdığı değerler itibariyle kainatın gözde varlığı. O'nun asıl değeri Cenab-ı Hakk'ın kendisinden bir nefha olarak lütfettiği ruhî tarafıdır. İnsan rûhî-ilahi yönü itibarıyla ebedidir ve ebediyete tutkundur. Zaten onun, bu mükemmeliyette, 60-70 sene gibi çok kısa bir ömür süresi için dünyadaki fani zevk ve lezzetlerle oyalansın diye yaratıldığı düşünülemez. Öyleyse insan, ezelden gelip ebede gidiyor.






İnsanoğlu, bu yolculuğunda bir takım konaklardan geçmektedir. Bunlardan ilki Elest bezmi denilen ruhlar âlemi, ikincisi ruh ile cesedin buluşmasından ve ilahi cevherin ten kafesine konulmasından sonraki konak, yani dünya hayatı. Üçüncüsü ölümle başlayan sûrun üfürülüşüne kadar devam eden kabir hayatı. İkinci surla başlayan ve sonsuza dek devam edecek olan ahiret ve ebediyet...






EBEDİYET konağındaki ikramlar ve cezalar da ebedi. Bu yüzden orada saadet şerbetini içebilmek bu yolculuğu kazasız, belasız tuzaklara tutulmadan ilahî rotaya uygun olarak tamamlamakla mümkündür.






Şeytani vasıfların ve kötü sıfatların merkezi sayılan nefis, ebediyet yolculuğunda insan için en büyük tehlikelerin ve tuzakların kaynağıdır. Nitekim Efendimiz (s.a) "Senin en büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir." buyurmaktadır.






Nefsin insan için hazırlayabileceği tuzak ve tehlikeleri şöylece maddeleştirmek mümkündür:






1- Şehvet: İnsandaki yeme, içme ve cinsiyetle ilgili arzulara genel olarak şehvet adı verilir. İnsan hayatının devamı yemeye, içmeye, neslinin devamı cinsel arzuya bağlıdır. Bu arzular insanı hayata bağlayan vasıtalardır. Ancak bu duygular kontrol edilmezse ilahlaşır ve insan, isteklerinin kölesi olur. Nitekim "Nefsinin arzularını ilah edineni görmez misin(1) buyurulmuştur. Aslında insanda abdiyet (kulluk) sıfatı vardır. Allah'a kul olan şevhetine ve duygularına hakim olur. Allah'a kul olmayan kulluk sıfatını ve özelliğini şehvetine ve hislerine yönlendirmiş olur. Böylece dünyaya, masivaya ve şehvetine kul olur. Şu ayeti kerime bunu ifade etmektedir:Oğulları, kadınları, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.(2)






NESLİN devamını sağlayan cinsel arzuların aşırı doygunluğu da yeni sapmalar doğurur. İslamın getirdiği hicab yani örtünme emri ve iki cinsin ihtilat yasağı bu bakımdan manidardır. Hicab ve ihtilat yasağı iki cinsin birbirlerine karşı duygularını diri, ilgi ve sevgilerini canlı tutar. Kadın ve erkek ihtilatının çok olduğu, tesettürün mevcut olmadığı toplumlarda bu tip sapmaların çokluğu buna en güzel delildir.






2 - Hırs, tûl-i emel ve mal sevgisi:






İNSAN taşıdığı ebediyet duygusunun bir yanlış saplantısı olarak hırs ve tûl-i emel sahibidir. Dünyayı ebedi imiş gibi zannederek ona sıkı sıkıya sarılır. Gördüğü sayısız ölüm vak'asına rağmen kendi ölümünü hatırına bile getirmek istemez. Dünya cazibesi onu aldatır ve bir türlü doymak bilmeyen arzularını tatmin gayret ve çırpınışı içinde günlerini, aylarını ve ömrünü heba eder, gider.






Hırs ve tûl-i emel insana yıllar sonrasının ihtiyacını hatırlatır, lakin burnunun dibinde aç komşusunu göstermez, gözünde perde olur. İnsanlardaki istekler namütenahidir. Bunların tatmini mümkün olmadığı halde insanı oyalar durur. Çünkü "Herşey tamam olsa mutlaka bir noksan kalır" denilmiştir.






"Mal canın yongasıdır." Fakat mal sevgisi ve mala sahip olma tutkusu çoğu zaman insanı mala esir eder. Bu sefer mal ve servet malikine sahiplik etmeye başlar, insandaki hırs ve dünya sevgisi ile mal biriktirme arzusu insan yaşlandıkça artar.






Mala tutkuyu azaltmanın en iyi yolu, dünyevi durumu düşük olan kimselere bakmak ve lüksü bırakıp itidalli bir yaşayışa razı olmaktır. Bugünün en büyük tutkusu lüks düşkünlüğüdür ki, sebebi hırs ve tûl-i emel olsa gerektir.






3. İtibar ve riyaset duygusu :






İTİBAR ve riyaset duygusu, başkalarını kendi maksat ve arzularına hizmet ettirmek için onların gönüllerini kazanma arzusundan neş'et eder. Veya bir başka ifade ile itibar, "takdir edilme, beğenilme arzusudur", hemen herkes başkaları tarafından beğenilmekten hoşlanır. Herkesin nazarında üstün görünmek kimin hoşuna gitmez ki? Bu hemen her insanın meftun olduğu bir zaaftır. Bu zaaf genellikle şekil ve usul değiştirerek ve çoğu zaman "hizmet" adı altında insana müptela olur. Kontrol edilmezse insanı mevkii ve itibar sevgisiyle sarhoş hale getirir. "Koltuğa çakılı" mevki tutkunları türetir. Seyr ve sülûkten geçmiş sûfilerde bile en son ıslah edilebilen duygu, riyaset ve itibar duygusudur. Bazen mal sevgisi de bu duygu saikıyla gelişir ve insanı mal sahibi olarak itibar kazanmaya yönlendirir. Şöhrete meftun bir takdir duygusu, bu işin afeti sayılır. Bundan korunmak için Peygamberimiz idarî işlerde talip değil matlup olmayı tavsiye buyurmuştur. Çünkü riyasete talip olmak vasıtayı gaye yerine ikame etmektir.






Gaye yerine ikame olunan vasıta insanı gayeye ulaştıramaz; aksine uzaklaştırır.






İNSANDAKİ itibar duygusunun ibadet ve amellerde ortaya çıkmasının adı riyadır. Riya genellikle takdir görmek, böylece mal veya mevki elde etmektir. Riya takdir arzusuyla insanın içindeki duygunun hilafına hareket etmesi demek olduğundan psikolojik bir zaaftır. Hatta tabir caizse çift şahsiyetliliktir. Riya duygusu çoğu zaman çok masum pozisyonlar yakalayarak insanın ayağını kaydırıp sürçtürür. Çünkü nefis doğrudan harama sürükleyemediği kimseyi riya vasıtasıyla günaha çekmek ister. Bunda belli ölçüde muvaffak da olur. Bu yüzden iç dünyamızdan gelen bazı ısrarların sebeplerini iyi araştırmak gerekir. Kılık kıyafet ve şekle bağlı davranışlarla nafile ibadetler, insanı riyaya düşürüp amelini mahvetmek üzere kurulmuş en mühim tuzaklardır.






4- Kendini beğenmek:






KİBİR, kendini başkalarından üstün görmek, ucûb ise kendini beğenmektir. Şeytan'ı Adem (a.s)'e secdeden alıkoyan kendini beğenmesi ve kendini Adem'den üstün görmesidir. Nefis, insanda şeytanî duyguların mahalli olduğundan devamlı surette kendini beğenme duygusunu tahrik etmektedir. İlim, servet, neseb, güzellik, kuvvet, kudret ve mevki bu duyguyu harekete geçirip, güçlendiren amillerdir. Halbuki bunların hepsi Hakk vergisidir. Bunlara güvenmek, bunlarla övünmek insanın kendisinin kazanmadığı şeylerle avunmasıdır ki, psikolojik bir arızadır.






5- Kıskançlık:






Kıskançlık kinin, kin de öfkenin neticesidir. Bu yüzden öfkelenmeyi azaltacak davranışlar içinde bulunmak kini, dolayısıyla kıskançlığı azaltır.






Hased, taksim-i ilahiye razı olmamaktır. Bu yüzden hasedci evvela iman açısından tehlikeye düşer. Şu kadar var ki hased, hased edilenden önce hased edeni yiyip bitiren adil bir hastalıktır.






İNSANLAR arasındaki kavgalar, meslektaşlar arasındaki çekişmeler, genellikle hasedden kaynaklanır. Aslında hased, başkasının sahip olduğu mal ve imkanın yok olmasını istemektir:"Bende yok onda da olmasın"






Gıpta ise "Onda var aynısı bende de olsun" talebinde bulunmaktır ki meşrudur. Kıskançlık ibadetlere varıncaya kadar bütün fiillerde ve duygularda görülebilir. Tedavisi taksim-i ilahîye razı olmak ve Yusuf Sûresini bolca okuyup ibret almaktır.






İnsanın kendi kendine hazırladığı bu tuzaklardan kurtulabilmesi, iyi bir nefs terbiyesine bağlıdır. Yani insan projeksiyonunu kendine çevirerek kendi kusurlarıyla meşgul olma alışkanlığı kazanabilirse, bu tehlikeleri azaltmış sayılır, ideal, örnek şahsiyetler edinmek ve onlara benzemeye çalışarak bu tuzakları atlatmak mümkündür.






Hasan Mısırlı, Altınoluk Dergisi.






30 Ocak 2012 Pazartesi

Şeytanın Tuzakları

Şeytanın Tuzakları



Yavuz Selim ŞÜPHESİZ insana verilen nimetlerin en büyüğü akıldır. Çünkü insan Yüce Yaratıcı'sını onunla tanır, peygamberlerin doğruluğunu onun sayesinde anlayabilir. Ne var ki insanın mutlu bir sona ulaşması için akıl tek başına yeterli değildir. Bu sebepledir ki insanı var eden Kudret yeryüzünde onu sadece aklıyla baş başa bırakmış, aklın eksikliklerini peygamberler göndererek, kitaplar indirerek tamamlamıştır. Güneşin açık ve sağlıklı bir göz için ışık kaynağı olması gibi ilahî kitapların da aklı selim için doğru ve yanılmaz bir bilgi kaynağı olmasına rağmen Hz. Adem'den itibaren insanoğlunu Yüce Rabbine karşı isyan etmeye çağıran Şeytan'ın davetleri, ondaki bu değerli kaynaktan faydalanmasına engel olabilen başlıca faktörlerden biridir.






ATEŞTEN yaratılan Şeytan' ın yaptığı davetler, ilk bakışta cazip, okşayıcı ve rahatlatıcı bir sıcaklık taşıdığı için insana hoş görünebilir. Fakat insan bu sıcaklığın gelecekte ızdırap verici bir azaba, yakıcı bir ateşe dönüşebileceğini düşünmeli, aklının sesine kulak vermeli ve şeytan kökenli fikirleri iyi tanımalıdır. Bunun yanında Şeytanın insanları nasıl aldattığını da iyi bilmelidir. Peygamberlerin yaptıkları açıklamalara şüpheler sokan, hastalıklara karşı getirdikleri ilaçlara zehirler katan ve gösterdikleri dosdoğru yolu çarpıtan Şeytan'ın, cemiyetin değişik kesimlerini nasıl aldattığını büyük bilginlerimizden Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. el-Cezvî Telbîsu İblîs (Şeytanın aldatması) adlı eserinde şöyle anlatır:






Maddecileri "İlah denen bir varlık yoktur, kainat bir yaratıcı olmadan vardır. Şayet yaratıcı bir ilah olsaydı muhakkak ki duyularla idrak edilir, gözle görülürdü." diye telkin ederek inkara sürükler.






Filozofları akıllarına mağrur edip peygamberlerin getirdiği bilgilerden yüz çevirmelerini sağlayarak aldatır, böylece onları bütün varlık ve olayları, geçmişi ve geleceği akıllarıyla kuşatabileceklerine inandırır.






Putperestlerin ise akıllarını kullanmalarına engel olarak işitmeyen, görmeyen ve bir takım şekillere sokulmuş cansız varlıkların ilah olabileceklerini telkin eder, aciz bir varlığın ilah olamayacağını anlamalarına engel olur.






Müslümanların inancını bozmak için de iki hile kullanır: Atalarını ve geçmiş nesilleri kör bir şekilde taklid ettirmek. Esas itibariyle insanlar tarafından bilinebilmesi mümkün olmayan -Allah'ın zat ve sıfatlarının mahiyeti gibi- konulara daldırıp fesad çıkarmak. Bu sayede Şeytan aklın fonksiyonunu iptal eden taklidi benimseyenleri -geçmiş milletlerde olduğu gibi- helake sürükler, ikinci hilesiyle de itikadi şüpheler doğurur ve müslümanları hem itikadî bir takım buhranlara sürükler hem de itikadî ve siyasî birliği bozar. İslamda itikadî ve siyasî mezhep ve fırkaların ortaya çıkışı bu şekilde olmuştur.






Hadis ilmiyle ilgilenenleri hadislerin sahihi ile zayıfını dikkate almadan hepsini doğru kabul etmeye razı ederek aldatır.






FIKIHLA uğraşanları, ayetlerin manasını anlamadan bunlardan hükümler çıkarmaya, sahih olmayan hadislere dayanarak hüküm vermeye ve kendi görüşünün doğruluğunu cedel yoluyla muarızlarına kabul ettirme gayretine sevk etmek suretiyle mağlup eder.






Vaizleri, tefsir, hadis, fıkıh ve akaîd gibi temel dînî ilimlerden uzaklaştırıp hikaye, masal ve bidatlere yönelterek ifsad eder.






İDARECİLERİ saltanat ve mevkilerine mağrur edip "cemiyetin birliği ve menfaati" mazeretine tutundurarak Allah'ın koyduğu sınırları aşmaya sevk etmekle saptırır.






İbadet yapanları zahid ve sofileri, ilimden, dünya işlerinden ve cemiyetten uzaklaştırıp uzlete, atalet ve ilgisizliğe terk etmekle kandırır.






BÜTÜN bu tuzakları kurarken kıyamet gününde kendisinden şikayetçi olanlara "Ben sizi davet ettim, siz de kabul ettiniz, beni kötülemeyin, kendinizi kötüleyin" diyerek cevap verecek olan Şeytan'ın hilelerinden korunmak için, kendilerine sımsıkı sarıldıkça sapmayacağımız konusunda sevgili Peygamberimizin garantisi bulunan Kur'an-ı Kerîm'e ve Sünnet-i Rasûl'e Rasûlullah'ın istediği anlamda sarılalım.






Dr. Yusuf Şevki Yavuz






zümer 53

” De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer , 53)







29 Ocak 2012 Pazar

SEVGI VE SAYGI ILE MUTLU OLALIM‏

SEVGİ VE SAYGI İLE MUTLU OLALIM















İnsan başta olmak üzere hayvanlar bedensel faaliyetleri ile sürekli yenilenirler. Maddesel yapısı toprak olduğu için yine topraktaki mineralleri içeren besinleri alır, verir. Ölünceye kadar devam eder bu.






Beden; ağız yoluyla aldığı besini farklı yollarla dışa atar.






Ama ya beyinsel ve kalp faaliyetleri ile oluşan düşünce dünyası?






Bu ise konuşmayla yani sözlerle veya yazıyla aktarılır. Bununla birlikte el kol göz bedenle eylemsel olarak dışa vurulur.














Yani; Düşüncenin dışa vurumu ise sözlerle yazılarla, eylemlerle olur.














Bu ise sevgi, saygı veya kin, nefret, öfke, kızgınlık şeklinde yansır.














TV’de insan; beden dili ve sözleri ile yansıtılır. Fotoğraflarda da öyle. Ama ya yazılar!






Orada ise kullanılan sözcükler oluşturulan cümlelerde niyet, amaç, kanaat, bakış, yaklaşım yansır.














Çevremize bakalım: insanlar ya neşeli ya somurtkan ya da öfkelidir.






Peki ama neden?














Sevgiyi mi karıştırıyoruz, saygılı olmayı mı beceremiyoruz? Tabi bu kişinin inancına, bakışına, kabullerine bağlı olarak değişir.














Ama bir gerçek vardır ki, o da, ortak değerlerin yitirilmesi, parçalanması gerçeğidir.














Hayaller, gerçekler arasında gidip gelen insan, karmaşık düşüncelerini netleştirebildiği ölçüde sakinleşir. Çoğu kez de bir başkasının etkisi, yönlendirmesi ile sakinleşemez.














Kişiliği gelişememiş insanda tutarsızlık, yalpalama, kaçınılmazdır.






Kullanılan istismar edilen insan tipi bu şekilde ortaya çıkar.






Bu nedenle de insanların çoğunluğunun bilinçlenmesi eğmen kişi, grup veya güçlerce istenemez. İstenmez çünkü bilinçlenen insan sorgular. Sorgulayıcı insanın güdülmesi, kullanılması yönlendirilmesi de o o oranda zordur.






Bu nedenle de sevgi ve saygı anahtar sözcükleri kullanılır.






Sevgiyi ve saygıyı odaklamak için kavramlar üretilir.






Neye sevinmeli neye saygı duyulmalı.






Sevilen ve saygı duyulana insanın yönelmesi doğası gereğidir






Bu ise ya bilinçli yani akıl bilimle olur ya da mutlak kabul ve inançla.






O nedenledir ki tarih boyuna kitlelerin cahil bırakılması doğmalara tapınması sağlanmak istenmiştir














Sevgi ve Saygı sözcüklerini her insan kullanır. Kullanır ama bu sözcükler ne anlama gelir? Herkes farklı anlar farklı açıklar.














Kimisi Saygıdan önce sevgi gelir, der.






Kimisi Saygı, sevgi ile karşılaştırılamaz...






Kimisi Saygı ve sevgi aynı şey der.














Sevgi bir ilişki değildir.






Sevgi; insanoğlunun bildiği değil bilmediği, ulaşamadığı sevgidir.






Ben değil, Biz diyen, varoluşun sevgisidir.






Sevgi bir varoluş durumudur ve bir başkasıyla hiçbir ilgisi yoktur... İnsan sevmez, insan sevgi olur. Ve tabii insan sevgi olduğu zaman sever de. Ama bu bir sonuçtur, bir yan üründür, kaynak değil. Kaynak, insanın sevgi olmasıdır.














Saygı değişkendir.






Saygı, sonradan kazanılan ve birisine gösterilen, gerçek olabileceği gibi sahte de olabilen bir duygudur. Bu neden le de her an değişebilecek ve güven duyulmayacak bir duygudur.














Saygı, silahı belinde gezenler için de geçerlidir. İnsanları korkutarak, nice düğme ilikletirler ama o silah belden düştüğünde, saygı da biter.














Her insanın bir tahtı vardır. Kiminin tahtı iş yerinde, kiminin ki karanlık dünyada, kiminin ki ise gönüllerde.














En köklü olanı ve saygıya değer olanı gönüllerde olandır. Gönül tahtları kolay sarsılmaz, nankörlüğe uğramaz, zamana yenilmez.






Sevelim sevilelim, saygı duyalım saygı duyulalım. Dünya geçici.














Günün Sözü: Saygı öğrenilir. Sevgi ise öğrenilmez, sevgi olunur.


H.Prof.Dr. Nurullah AYDIN










27 Ocak 2012 Cuma

Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde



Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde


Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler


Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde






Kim gördü onu ayan, ne nakşu ne hod nişan


Söz "len terani" dir, Musa'ya Tur içinde


Yunus sen ne dilersin, dostu görem der isen


Ayandır görenlere, ol gönüller içinde






hz yunus emre

25 Ocak 2012 Çarşamba

Televizyon Yarışmalarının Büyük Soygunu

Televizyonlarda yayınlanan yarışma programları çeşitli oyunlarla vatandaşları telefonlara yönlendirip büyük ekonomik kayıplara uğramasına neden oluyor. Kolay yoldan para kazanma heyecanı ile telefona sarılan vatandaşlar saatlerce telefonlarda bekletiliyor, çeşitli oyunlarla tekrar aramaları sağlanıyor ve kimi vaatler sunulup tutulmuyor. Asıl şoku ise vatandaşlar telefon faturaları gelince yaşıyor.







SAATLERCE BEKLETİLİYORLAR






Yarışmada verilen soruyu yanıtlamanın heyecanı ile telefona sarılan seyirciler, saatlerce telefonda bekletiliyor. Dakikalarca telefonda bekletilen katılımcılar asıl şoku telefon faturasını görünce yaşıyor.






Televizyon kanallarında yayınlanan programının bir süredir takibindeydim. Çok basit sorularla büyük paralar verilen bir program. Aslında böyle gösteriliyor. Bir soru için 1 saat gibi uzun bir süre bekleniyor. Ama nedense sadece 3-5 kişi yayına katılıyor. Bu durum kafama takılsa da ekranda çıkan soruları bilmek için 3 arama yaptım. Canlı yayına bağlanmak için 2 tane basit eleme sorusu soruluyor. Bu soruları doğru yanıtlıyorum ve canlı yayına bağlanacaksınız diyor. Tam bağlanacağımızda hattan düşüyoruz. Allah Allah deyip tekrar arıyorum hep aynı şey. Tabi dakika başı ücret aldığı için ve bu 2 soruyu sorana kadar yavaş işleyen bir telesekreter kaydı sayesinde her aramada bizden 5-6 liralık konuşma ücreti kesiyor. Bir de bağlanamayıp hattan düşüyoruz. Özellikle ilk telefon açıldığın ‘Tekrar tekrar arayıp şansınızı artırabilirsiniz.’diyorlar ki insanlar ‘Tüh be hattan düştük’ deyip tekrar arasınlar. Yayına bağlanan kişi sayısı çok az oluyor nedense ve bu bağlananlar da alakasız garip cevaplar veriyor.






TELEFONU KAPATIYORLAR






En hızlı tahmini yapan seyirciye para ödülü verileceği vaat edilen programlarda ikinci oyun ise saatlerce bekleyen seyircinin tekrar tekrar aramasını sağlamak.






Otomatik sesli mesajlarda bizi yanıltıyor. ‘Tuşlama tanımlanmadı’, ‘Soruyu bildiniz fakat daha hızlı olabilirdiniz’, ‘Yanıtınız anlaşılmadı tekrar deneyiniz’ gibi otomatik yanıtlar ile bizi tekrar arama yapmaya zorluyorlar. Söz konusu program arandığında matematiksel bir soru sorulmakta soru bilinse bile telefonu insanların yüzüne kapatıyorlar. Diğer bir arayışımda ise ‘Yayına bağlanıyorsunuz lütfen bekleyiniz’ denildi ancak hemen ardından telefon kapandı bu olay 4-5 defa gerçekleşti. Ben bu şekilde sinirimden 6-7 defa aradım diğer insanlarda aynı şekilde aldatılıyor. Ben hayatımda ilk kez böyle açıkça bir televizyon kanalının insanları aldattığına şahit oldum. Bu olaydan dolayı maddi manevi olarak yıkıldım.














Kapitalist düzende iş ahlakı olmaz, bir de bizim medyada.






DOĞRULAR DOĞRU DEĞİL






Diğer bir mağduriyet nedeni ise doğru yanıt kabul edilmiyor. ‘Doğru bildiğimizden şüphe eder olduk” diyen vatandaşlar acilen RTÜK’ün programlara el atmasını istedi.






İlkokul çocuklarının dahi bilebileceği kesin olduğundan emin olduğum sorunun yanıtına ‘yanlış yanıt’ denilince deliye döndüm. Bunlardan daha kötüsü, cevap doğru bile olsa otomatik sistemden ‘Bilemediniz’ sesi duyulup, telefon yarışmacının yüzüne kapanabiliyor.






(Kanal46, Ocak 2012)






24 Ocak 2012 Salı

bahar

Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirme.. Zira bu işin baharı da var..."

muhammed ikbâl