28 Kasım 2013 Perşembe

urfalı şâir Yûsüf Nâbî

urfalı şâir Yûsüf Nâbî

Urfalı büyük şâir Yûsüf Nâbî (vefat 1712), çağdaşı olan Çorlulu Ali Paşa’nın kararıyla evi yıkılıp perîşân olunca aşağıdaki gazeli yazmış. Derler ki; “keşke yüz evi olup yüzü de yıkılsaydı da Nâbî’den, böyle yüz eser kalsaydı.”
Bu şiire çok sonraları yapılan nazire ve tahmisler cidden kayda değer evsaftadır.
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
[Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.]
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
[Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest (sarhoş) olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.]
Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz

 [Gönlü kırık olanın atıverdiği âh topunun nice büyük sultanların muhkem kalelerini yıktığını biliriz.]
Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz

 [Derd ehli olanların kırıklıkla döktükleri gözyaşlarının yaptığı seller önünde nice gösterişli kâşânelerin, mâlikânelerin yerle bir olduğunu biliriz.]
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz

[O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük.]

Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz

[Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular)]
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz

[O elindeki –gururla kaldırıp kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük.]
Söz Nâbî’den açıldığı için bir diğer meşhur şiirini de takdim etmek isterim.
Sultan Dördüncü Mehmed zamanında hacca giden surre alayında geçer hadise. Nâbî merhûmun içinde bulunduğu kafileye –bugünkü tabirle- sponsorluk eden ağa Medine-i Münevvereyeyaklaşıldığı bir sırada insanlık icabı hafif uykuya dalınca, Efendimizin bu kadar yakınında uykuyu edebe mugayir gören hikmet şairimiz irticalen yüksek sesle beş beyt terennüm eder:

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.

[Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisinin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i Ekrem’in makâmıdır.]
Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.
[Burası Cenâb-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazîlet yönünden ise, Arş-ı âlânın üstündedir.]
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
Â’mâdan açdı mevcûdât dü çeşmin; tûtiyâdır bu.

[Bu mübârek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar, iki gözünü körlükten açtı.]
Felekde mâh-ı nev Bâb’üs-Selâmın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.

 [Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O’ nun nûrundan doğmaktadır.]
Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Matâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

[Ey Nâbî! Bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası, büyük meleklerin etrâfında pervâne olduğu yer olup; bu kapının eşiğini, peygamberler bile edeb ve hürmet dairesinde eğilip öperler.]
Son beyte gelince üstad, baştan beri yapılan sert ihtarların muhatabı olarak kendisini göstermekte, böylelikle muazzam bir tevazu örneği sergilemektedir.
Gerçi hadise malûmdur; şehre girilince acaip bir şey olur: Sabah ezanını bitiren müezzinlerin her biri bu şiiri okurlar. Nâbî merhum adeta şoktadır. Çünkü bu manzumeyi herhangi bir insanoğlunun bilmesine imkân yoktur. Birkaç dakika önce kendisi tarafından irticalen söylenmiştir çünkü.
Bulduğu müezzinin yakasına yapışır, işin sırrını ve hikmetini sorar. Ancak müezzinlerin ağzını bıçak açmaz. İyice şaşıran merhum şair en son ser-müezzini bulur ve ona da aynı suali tevcih eder; kendisini de tanıtır. Bunun üzerine ser-müezzin der ki:
“Arkadaşlarımız ketum davranmakta haklıdırlar; çünkü mesele sırdır. Ancak siz Nâbî iseniz, sizden de gizli değil tabiî. Efendimiz (aleyhisselâm) bu gece her birimizin rüyasını teşrif ederek bu şiiri ta’lîm edip emrettiler: -Ümmetimden Nâbî şehre geliyor; sabah ezanından sonra bunu okuyarak kendisini karşılayınız!”
Nâbî merhum ikinci kez şoktadır. Sorar:
“Ümmetimden Nâbî dedi mi?” diye…
Evet cevabını alıp, yeminle te’yîd ettirir; yemini üç kez tekrarlatır ve sevincinden bayılır.
Kaynak ayan-beyan anlaşılmıştır ve hikmet şairimiz müjdelerin en büyüğüne kavuşmuştur.
Av. Hayati İnanç

Sultan Fâtih (Sadelik)

Sultan Fâtih (Sadelik)
İstanbul’u fethettiği zaman Sultan İkinci Mehmet henüz 21 yaşındaydı bilindiği gibi. Batılı ressamların fetih anını tasvir ettikleri resimlerde ise 40 yaşın üzerinde görünmektedir ve bu husus ayrıca dikkate değer. Yani bugün maalesef müptelâ  olduğumuz aşağılık kompleksinin, çok daha öncelerden beri Batılı dostlarımızın fârik vasfı olduğunu hatırlatmaktadır.
Doksan küsur yıllık ömrünü 1996 yılında tamamlayıp giden İngiliz müsteşrik Arnold Toynbee’nin, İstanbul’da üç kütüphanede (Bayezid, Süleymaniye ve Nuruosmaniye) toplam 51 yıl mesai harcadığı ve “son bin yılda Rumcayı en iyi bilen ve konuşan insan –Rumlar dahil olmak üzere- Sultan Fatih’dir”  dediği pek hatıra gelmez. Bu arada belirtmelidir ki, Fatih’in bildiği altı dilden biri idi Rumca ve Ayasofya’nın hemen yanıbaşında olup fetih esnasında yıkık vaziyette bulunan sarayı görünce; kendisinin Sadî Şirâzî’ nin Farsça Dîvânından şu beyti terennüm ettiğini de hatırlayalım:
Bûm nevbet mîzened ber târem-i Efrâsiyâb
Perdedâr-ı mîküned der kasr-ı Kayser ankebût
Bakar mısınız kaderin cilvesine; dünyaya kan kusturan Bizans imparatorlarının sarayında nevbet vurmak üzere baykuştan başka kimse kalmamış ve saraylarının protokol müdürlüğü de örümceğe kalmış!]
Ömrünün her safhasında amansız düşmanlarla mücadele eden, bir beylikten cihan devleti çıkaran insanın; sahip olduğu genel kültür zenginliğine de, san’at inceliğine de hayrânlık beslememek mümkün mü?
O Sultan Fâtih ki, bilindiği üzere birinci sınıf şâirdir aynı zamanda ve Avnî mahlâsıyla yazdığı şiirler göz kamaştırıcıdır. İşte Dîvânından örnek bir beyt:
Her ne denlû cürmüne hadd ü nihâyet yoğ’ise
Avniyâ kat’ eyleme sen avn-i Rahmân’dan ümid
[Kendine hitapla: Her ne kadar günâhın çok ise de ey Avnî; rahmet-i ilâhî senin günahlarından büyüktür. Sakın ola ki Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmeyesin; zira bu en büyük suç olur!]
Fethi izleyen günlerde adet üzere şairler birbirinden güzel eserler (Fethiye) takdim ederler Cihan Padişâhına. Bir köylünün de, aynı maksatla huzurda şu sözler dudaklarından dökülür:
Güzergâhın çayır-çimen
Yediğin bal-kaymak olsun hünkârım
Hiç öyle gösterişli bir söz de değildir hani. Edebî değerden bahsetmek imkânı yok. Ama Padişah gayet güzel hediyeler bahşeder ve köylünün gönlünü hoş eder. Hayret edenler olur tabii bu duruma; öyle ya birbirinden üstün o kadar söz ustası varken bu hediye niçin bu köylüye, üstelik sıradan sözlerinin karşılığı olarak tensip olunmuştur. Sorarlar ve Cihan Padişahından şu cevabı alırlar:
-  Evet köylünün sözlerinde edebî san’atlar filân hakgetire ama; samimidir, içinden geçeni söylemiştir ve ömr ü hayatında bildiği bütün güzellikleri bize layık görme inceliğini göstermiştir.
Hersekli Ârif Hikmet şöyle söyler bir beytinde:
Mir’âtın i’tibârı belî sâdelikdendir.
[Şu demek olur: Prenseslerin ellerinden düşmeyen, saraylarda en görünür yere asılan, yani öylesine kıymet ve itibar gören ayna, bunu nasıl kazanır bilir misiniz? Sade ve gösterişsiz olmasından…]
“Fazla mal göz çıkarmaz” derler; belki doğru ama lâfın fazlası öyle değil, can bile çıkarır. Sözde de, özde de sadelik.
Sadelik üzerine Nâbî merhûm der ki:
Olur reng-i taalluk reh-zen-i dâr-ı bekâ Nâbî
Anın’çün sâdelikden gayrı reng olmaz kefenlerde
[Dünyada çeşitli şeylere gönlünü kaptırmak, kötü olan dünyanın sevgisine kalpte yer vermek, sonsuz âhiret yolculuğunda yol kesicidir; nitekim yolculuğun ilk adımı olan kabir hayatı başlarken giyilen kıyafetin rengi pek sâdedir.]
avukat hayati inaç

22 Kasım 2013 Cuma

KİMİN MAŞASI

22 Kasım 2013

Kimin maşası

Başbakan Erdoğan ne zaman Atlantik ötesine geçip Obama ile bir araya gelse kesinlikle içeride bir TERÖR olayı olurdu! Tokat Reşadiye saldırısı ile Reyhanlı'daki kanlı eylemler bunun en çarpıcı örnekleriydi!
Aynı senaryo şimdi Erdoğan, Rusya'ya gitmek için yola çıkacağı gün de vizyona konuldu!
Kendini bilmeyen biri canlı bomba zannıyla etkisiz hale getirildi! Canlı bombanın ya da kendine o süsü verenin kim olduğu hiç önemli değil! Önemli olan onu oraya kimin gönderdiğidir!
Hep söylediğim gibi içeride ACI VEREN pek çok eylemin kökü dışarıdadır! Eylemler içeriye mesaj vermek ya da ülkenin rotasını değiştirmek için yapılır! Son eylem basit ve tesirsiz olsa da bir güç Obama-Erdoğan-Putin arasındaki dengeyi sarsmak ve yeni bir denge oluşturmak için işbaşında! Türkiye kimin tarafındaysa o kazanacak! Bu denklem kaldığı sürece AVRUPA kaybedecek! Çok sıkıntı yaşayacak! Sorun bu!
Bizler televizyonları başında bu olayı izlerken geniş kadrajlı bakıp olayın özüne, hatta arka planına gidebilmeliyiz!
Türkiye'de üzerine kafa yoracağınız her hadise böyledir!
Tesadüf sadece şapşallar için geçerlidir!
Aktörleri, güçleri, senaryoları iyi okuyabilirsek ülke her beladan rahatlıkla sıyrılır!
Bunun için AKLIMIZI devrede tutmak şart!
Duygulara değil beynimize güveneceğiz!
Ve aktörlerin aslında KİMİN ADINA sahne aldığını göreceğiz! Yoksa büyük fotoğrafı görme şansımız yok!
Bakın dün İspanyol basınında bir haber vardı!
Konu benim ısrarla takip ettiğim SOROS'tu!
Kimdi bu şahıs?
Amerikalı'ydı!
17 yaşında London School of Economics'ten burs kazandı!
Arkasında dev gibi bir güç vardı. Okul parasını karşılayan aile Rothschildler'di!
1956'da okulu bitirip New York'a döndü! İlginçtir, cebinde sadece 100 dolar vardı! İlk işi borsa spekülatörlüğüydü! Bu alanda kısa zamanda uzman oldu!
Parasını ona emanet edenler yılda ortalama yüzde 60 kazandı! Bu şan ve şöhret dünyaya yayıldı! 1980'de biz darbelerle uğraşırken onun lakabı "PARANIN ADI SOROS"a çıktı! Hayatında ilginç virajlar vardı!
1992 bunlardan biriydi!
İngiliz Poundu'nun düşüşe geçeceğini düşündü! Bir aileden aldığı 10 milyar dolarla Avrupa'daki en büyük spekülasyonunu yaptı! Sadece 9 saatte 1.3 milyar dolar kazandı! Bugüne kadar bu yöntemi 16 kez kullanan Soros, kayıtlara göre tam 33 milyar dolar kazandı...
16 operasyona ayırdığı zaman toplamda 16 saatti!
Yani 16 saatte 33 milyar dolar kazanan tek dünyalı!
Yine kayıtlara göre, HEDGE fonların 2.9 trilyona hükmettiği ve bunun arkasındaki isimlerden birinin de Soros olduğu konuşulanlar arasında!
Bu fonların 192 BM üyesi ülkede vakıfları var!
Soros ve arkasındaki GÜÇ, 20 darbe ve 11 devrimin açıktan destekçisi oldu!
Türkiye'de üç vakfı var!
Bunlar İspanyollar'ın bulup çıkardığı bilgiler!
Peki "Türkiye ayağında neler olabilirdi?" diye düşündüm!
Kimseyi Soros'la birlikte göstermek gibi bir niyetim yoktu!
Olamazdı!
Ama yine de onunla yolları bir yerlerde kesişenler var mı diye meraklandım!
Bursla okuduğu okula fokuslandım!
London School of Economics'e kimlerin gittiğini kısaca araştırdım! Çok zor olmadı!
Giden Türkler'e baktım!
Burs kazanıp kazanmadıklarını bilmiyorum ama bir hayli ismin orada okuduğunu çıkardım!
İlginç isimler vardı!
Begümhan Doğan Faralyalı
Hanzade Doğan Boyner
Kemal Derviş
Asaf Savaş Akad
Dışişleri eski Bakanı Emre Gönensay
Tayyibe Gülek
Koç Üniversitesi Uluslararası Direktörü Prof. Ziya Öniş
Bülent Ali Rıza
Emine Kamışlı
Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi M. İbrahim Turhan
Melikşah Utku
Ekonomist Daron Acemoğlu gibi isimler öne çıkanlardan bazılarıydı!
Okul o kadar ünlüydü ki 37 devlet başkanı, 9 başbakan, 300'den fazla etkili siyasetçi, konusunda otorite 55 kişi, dev şirketlere hükmeden 34 CEO çıkarmıştı!
17 kez NOBEL'in geldiği bu okul kim tarafından kuruldu?
Geri gitmek şarttı! Okulun kuruluş tarihi 1895'ti!
Kuranlar da Fabian Derneği üyeleri Beatrice Webb ile Sidney Webb'ti! "Bunda ne var?" diye sorabilirsiniz Bence de sormanızda bir sakınca yok!
Ama benim için küçük, ÜLKEMİZ için büyük bir ayrıntıyı vermeden geçemeyeceğim!
Nedir mi o?
Fabian Derneği'ni kuranlar kimdi biliyor musunuz?
Evet!
Rockefeller ile Rothschildler! Çok sevdiğim bir dostumun söylediği gibi OLİGARŞİ ZAR ATMAZ'dı!
Hiç atmadılar!
Para ile istediklerini yaptılar! Yetiştirdikleri insanlar ve finans gücüyle her türlü operasyonu sıkıntı çekmeden gerçekleştirdiler!
Bu operasyonları da daha çok KONTROLÜNÜ elden bırakmak istemedikleri Türkiye'de yaptılar!
Bizler içeride acı içinde kıvranırken, birbirimizin boğazına yapışırken kazanan onlar oluyordu!
Ancak Türkiye'de bunları adres gösteren kimse yoktu!
Her şeyin nedenini ve sonucunu bu topraklarda arıyorduk!
Oysa gerçek hiç de böyle değildi!
Bu nedenle bu saatten sonra neden, neye ve niçin karşı olduğumuzu bir kez daha gözden geçirmeliyiz!
Merkez basının tarafı belli!
1948'den beri bu gücün yanındalar!
Önemli olan bizim ne tarafta duracağımız!
Ne dersiniz!
Hangi taraf?
Benim yerim belli!
Ya sizlerin!

21 Kasım 2013 Perşembe

yalan rüzgarı

21 kasım 2013

Yalan Rüzgarı

Hiçbir zaman gerçeklerle buluşmadık!
Birçok engel önümüze çıkarıldı!
Laikliğin ölmez savunucuları MEDYADA başköşeleri tutup mangalda kül bırakmazken koskoca halk kandırılıyordu!
MEDYA bu nedenle vardı zaten! BÜYÜK YALANLARI kılıfına uydurup kadifelere sarılmış manşetlerle rotayı saptırmak için!
Darbelerin, cuntaların, ekonomik krizlerin arkasındaki rollerine girecek değilim!
Yazıldı, çizildi!
Hoş daha asıl görevleri ortaya çıkmış değil...
Ama DERİN UYKUYU hiç fark etmedik!
Devletin ayağını bağlayan, özgürlüğü bitiren, istikametini şaşırtan tarihi gerçeklerle yüzleşmek yerine medya yalanlarıyla yıllarımızı geçirdik!
Bu nedenle Türkiye gibi ÖZEL ülkelerde herkes gazete-televizyon patronu olamazdı! Paran da olsa olamazdı! DOLARIN geçmediği ender alanlardan biriydi MEDYA!
Sinemayla, diziyle, modayla, MTV ile, albümlerle, kılık-kıyafetle, Bugün Ne Giysem'le, paparazzi flaşlarıyla oyalanırken gerçek fotoğrafı hiç göstermediler!
Okullarda çocuklarımıza PARA öğretilmedi!
Paranın nelere kadir olduğu, her kapıyı nasıl açtığı, iktidarların nasıl düşürüldüğü hiç anlatılmadı! Parayla ilişkimiz DOLAR çıkacak mı, EURO fırlayacak mı, borsa çökecek mi çerçevesinde kaldı! Koca koca profesörler de ekranlardan sadece bunları aktardı!
Banker NOTU demek olan BANKNOT'un ne anlama geldiği pas geçildi!
Mesela Fransız DEVRİMİ bir MASON ihtilaliydi! SARAYA MAHKUM edilen Museviler BANKER olarak önce Avrupa'ya, ardından dünyaya yayıldı! Saraya yerleşen Museviler parayı yönetmekle ünlüydü! Dışa açılım gerçekleşince dünya ellerinde oyuncak oldu!
Goldschmidt, Oppenheimer, Seligmann gibi çok önemli hanedanlarının kurduğu finans imparatorlukları bu dönemde doğdu. Bu finans imparatorluklarının en ünlüsü ve kuşkusuz en önemlisi ise Rothschildler'di... Ve bu aileler Osmanlı'yı BORÇ vererek çöktüren ailelerdi!
Bunların ortaya çıkmasıyla İMPARATORLUKLAR çöktü! Herkes yeni bir dönemin başladığını düşündü! Elbette yeni bir dönem başlıyordu! Artık SARAYLARDA krallar, kraliçeler oturmuyor, BARONLAR yani bu ailelerin mensupları oturuyordu! Ve oturdukları yerlerin bizim oturduğumuz yerlerle hiçbir ilgisi yoktu! Bizim saraylarımızı aratmayacak zenginlikte yerlerdi!
Merak edenler araştırsın!
Waddesdon, Halton, Mentmore, De Haar, Ferrieres ŞATOLARINA baksın!
Dünyayı yönetmek için savaşların, krizlerin ölümlerin, felaketlerin arkasında kimlerin olduğunu çok rahat görebilirler!
Ama MEDYA bunların elinde olduğu için göremedik! Film şirketleri bunların parasıyla döndüğü için gerçekle buluşamadık!
Rothschild ailesinin ARMASIYLA İngiliz Kraliyet ailesinin ARMASININ neredeyse birebir benzediğini gözden kaçırdık!
Neyse; bizler Hollywood yıldızlarının kimlerle çıktığını, bizim starlarımızın nerede nasıl eğlendiğiyle ilgilenip derin uykuda olmaya devam edelim... Bakın!
Arasıra İngiltere Kraliçesi bazı TÜRKLER'e nişan verir! Hele bazılarını hiç tanımayız!
Kimdir bilmeyiz! Nasıl bir önemi vardır anlamayız! Ama verirler!
Doğan Tugay, Teoman Sırrı, İbrahim Dellal, Hüseyin Çağlayan, Sükan Alkın, Fatih Yegül, Burhan Ali Aydar...
Ben bu isimleri hiç tanımam! Ama Kraliçe tanıyor ki ödüle, nişana layık görüyor!
Bunların dışında çok önemli iş adamlarımız vardır ÖDÜL alan!
Hatta geçtiğimiz aylarda çok önemli bir BANKANIN başındaki HANIMEFENDİ
Britanya İmparatorluğu Onursal Mükemmeliyet Önderliği (Commander of the Most Excellent Order of the British Empire) ödülüne layık görüldü!
Ne yaptı da bu ödülü aldı bilemiyorum! İngiltere'yi ilgilendiren ne yapmak gerekiyor bu ödülü almak için, onu da bilmiyorum!
Ama birileri bizim bilmediğimiz hizmetleri yapıyor ve karışlığını Londra'dan alıyordu!
Hanımefendi'nin NİŞAN töreninde konuşan İngiliz Büyükelçi "Birleşik Krallık ve Türkiye ilişkilerine sıra dışı bir kişisel katkı sundu" diyordu!
İşte benim de sizler gibi gözden kaçırdığım ayrıntı buydu! SIRADIŞI katkıları bizler göremiyor ve atlıyorduk! Çünkü bankanın bir ortağı vardı, o da AMERİKA'da çok büyük bankalardan biriydi!
Amerikan ortağı olan bir bankanın tepesindeki isme neden KRALİÇE ödül veriyordu!
Arada nasıl bir ilişki vardı?
Atladığımız ayrıntı neydi?
Hep yazdığım gibi Londra, New York ile Tel Aviv arasında köprüydü! Merkez Buckingham Sarayı'ydı! BARONLAR sayesinde Avrupa'yı da içine alan bir AĞ vardı!
Bizler O Ses Türkiye'yi izlerken gerçek SESİ kaçırıyorduk!
O ses gerçekte Türk değildi!
Hiç de olmadı zaten!

NOT: Bir dostum dün mesaj atıp Lozan'a gayrı resmi bir şekilde katılan HAHAM Haim Nahum'la ilgili ilginç iddialarda bulundu: O, Theodor Herzl'in ekibindendi! Lozan tercümanlarının yemeklerine müshil ve ateş kapsülleri koydu! Adam yokluğu bahanesiyle kendisini tercüman kabul ettirdi. Celselere katıldı.
Hem sırların dışarıya sızmasını sağladı, hem de İngiliz himayesinde İsrail'in kurulmasını temin etti.
Rıza Nur itiraz etti ama nafile, başkaca dil bilen adam yoktu... Düşünün bakalım! Ya doğruysa!
 — Basri Altunsoy ile birlikte.

11 Kasım 2013 Pazartesi

acaip


Acayip!

Türkiye'nin tartıştığı, gündem olan konulara bakınca ne yazık ki fotoğrafı doğru okuyamadığımızı ve yorumlayamadığımızı görüyorum. Kısır tartışmalar, ufku olmayan çelişkiler içinde savruluyoruz!
Artık birbirimizi tanıyoruz! Benim Ankara'yı, İstanbul'u ya da bölgeyi sarsan bir soruna ve gelişmeye İÇERİDEN bakmadığımı biliyorsunuz!
Zaten en büyük yanılgımızın bu olduğunu da sık sık sizlerle paylaşıyorum!
Geniş bakmak ve düşünmek zorundayız! Mücadele ettiğimiz GÜCÜN İRTİFASINA ulaşmak durumundayız! Yoksa dayak yemek kaçınılmaz! Karışımızdaki küresel koalisyona karşı içeride birlik ve bütünlük fotoğrafı vermek AKLIN emri! Kendi aramızdaki her ayrılık tohumu bilin ki onlar tarafından yeşertilecektir!
Bakın günlerdir kız-erkek konusu dillerde!
Ben karışık eğitim sisteminin bir sonucuyum! Kızların aklının erkek çocuklardan daha farklı olduğuna ve önde gittiğine de inanan biriyim!
Kızların erkek çocuklarını büyüttüğünü savunurum! Bizlerin dağınık ve sistem tanımaz halimizin kız çocukları tarafından bir çerçeveye oturtulduğunu düşünürüm!
Bu nedenle erkek ve kızların elele devleti ve milleti yücelteceğine inancım sonsuzdur!
Bunlar benim görüşüm!
Herkes bu şekilde düşünmek zorunda değil!
Zaten "Kimler benim gibi düşünmüyor?" diye sordum ve araştırmaya koyuldum!
Girdiğim yol beni ne yazık ki yine İngiltere'ye attı!
Karşımda gerçekten ilginç bir tablo buldum.
Dikkatle okuyun lütfen!
* Wycombe Abbey School
* Cheltenham Ladies' College
* St Swithun's School
* Headington School
* Benenden School
* St Catherine's School for girls
* Badminton School
* St Mary's School, Essex
* Burgess Hill School for Girls
* Malvern St James
* St George's School for Girls
* Queen Margaret's School, York
* Queenswood School
* Woldingham School
* Sherborne School for Girls
* Roedean School
* Godolphin School
* Haberdashers' Monmouth School for Girls
* Royal Masonic School for Girls
* Mount School, York
* St Leonards-Mayfield
* Moira House Girls' School
* Royal School, Haslemere
* St Margaret's School for girls
Bunlar ne mi?
İngiltere'de sadece ve sadece kızlara eğitim veren seçkin okullar!
Tam 50 okul kızlara kapılarını açıp daha sonra DEVLETİ onlara sunuyor!
Peki, erkeklerde durum ne?
Ona da baktım!
* St Paul's School, London
* Eton College
* Tonbridge School
* Abingdon School
* Harrow School
* Radley College
* Dulwich College
* Monmouth School
* Loughborough Grammar School
* Warwick School
* Merchiston Castle School
* Bedford School
* Shrewsbury School...
Birbirinden seçkin 20'ye yakın okul, ERKEK öğrencileri kabul edip geleceğe hazırlıyor!
Bunlar içinde devleti yaşatan okullar da var!
Tıpkı ETON COLLEGE gibi...
Bakın Lozan'da Türk heyetinin karşısında oturan LORD CURZON, Lordlar Kamarası'nda "Türkler'e özgürlük verdin!" diye topa tutuldu! "Dünya sahnesinden silinmek üzere olan Türkler'e neden bu hakkı tanıdın!" diye üstüne yüründü! Herkes CURZON'un ne yapacağını düşünürken o "Herkes konuşsun ben sonunda toptan cevap vereceğim" dedi...
Lordlar eteklerindeki taşları dökünce o sahneye çıktı! Herkese net olarak okuyabileceği belgeleri uzattı!
Sonra kürsüye çıkıp şöyle konuştu: "Evet baylar. Onlara istiklal verdim.
Fakat buna karşılık, tüm maneviyatı ellerinden aldım!
Hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, şapka giydirilmesi, Latin harflerinin kabulü, Kuran-ı Kerim'in mekteplerden kaldırılması ve okutulmaması, kadınların memur, mebus, avukat olması, aile idaresinin erkeklerden alınıp kadına verilmesi, her içkinin ve fuhuşun serbest bırakılması, futbolun sahneye çıkması gibi daha nice değişiklikler kabul edildi. Bütün bu devrimlerle birlikte, Müslümanlık 40-
50 yıl sonra yasak edilecektir!
Müslümanlık kaybedip, Hıristiyanlık kazanacaktır!"
Peki, kim bu daha sonra LORD olan George Curzon?
ETON COLLEGE'yi bitiren ve devlete hizmet için sıraya giren İngilizlerden biri!
Adamlar olaya böyle bakıyor!
Onaylamasam da kız ve erkeği birbirinden ayırıp DÜNYAYI ÖĞRETİYORLAR!
Bizi ne hale getirdikleri de ortada!
Lozan'da Türk tarafında kimlerin olduğu ve imzaların nasıl atıldığını ortaya çıkarmak da artık tarihçilerimize düşen bir görev!
Bu millet gerçeği hak ediyor!
Zaten yeterince vakit kaybettik!
Şimdi birlik zamanı!
Ülkede siyasete, eğitime, spora, bilime, modaya nasıl bir model gelecekse gelsin!
Ama bizim AKLIMIZIN ürünü olsun!
Bunu yapmak çok mu zor!
Biz yapmazsak elin oğlu gelip masada yaptırıyor!
EĞİTİM ŞART!

8 Kasım 2013 Cuma

ŞATO

Ergün Diler/YAZAR'ın fotoğrafını paylaştı.
8 Kasım 2013 Cuma Şato! Aslında bana ilgi çekici bir konu gibi gelmemişti BOĞAZLAR! Ama dünkü yazımdan sonra inanılmaz geri dönüş oldu! Dostlarımız, bizi sevenler, ülkesi hakkında kafa yoranlar ilgisini esirgemedi! Buradan herkese tek tek şükranlarımı gönderiyorum... Madem büyük bir ilgi gördü, o zaman hem Boğazlar'dan hem MONTRÖ'den devam edelim... Cumhuriyet belli şartlarda kuruldu! İngilizler bu izni istediklerini yapmamız şartı ile verdiler! Bizim tarihçiler, siyasetçiler, politikacılar, askerler ve istihbaratçılar, bu konulara pek girmez! Abartarak söylemiyorum, çoğu KURULAN TEZGAHI bilmez! Eski yazıyı okuyamadığımız için de birçok etkili-yetkili, Padişah Vahdettin ve Mustafa Kemal'in bu şarta nasıl razı olduğunu açıklayamaz! Bizim topraklar SIR MEZARLIĞIDIR! Halk savaşır, vergi öder, askere gider, devletine sonuna kadar bağlıdır. Kendinden önce milletini düşünür ama nedense gerçeklerle bir türlü buluşturulmaz! 100 yıldır İngilizler için sadece KALABALIĞIZ! Asıl gücün kimde olduğunu BAŞBAKAN bile olsanız açıklayamazsınız! Bilmek derttir! Susmak zorundasınızdır! Ülkeyi ele geçiren GİZLİ TEŞKİLATI deşifre edemezsiniz! İki cümleyle 100 yılı nasıl anlatacaksınız! Bunca günahın vebalini kime yıkacaksınız! Vicdanları kanatmadan, hakkı nasıl dağıtacaksınız! Çok zordur! Belki sadece bu nedenle Süleyman Demirel Beyefendi "Türkiye yönetilmez ancak idare edilir!" diyordu! Belki gücün bizde olmadığını ima ediyordu! Bilemiyorum! Neyse... Türkiye gibi BOĞAZLARI ya da KANALI olan ancak para almayan başka ülke bir yoktur! Denizleri kullanıldığı halde izin istenmeyen başka bir ülke de bulmak mümkün değildir! Bakın ilkokuldan üniversiteye, Dışişleri'nden Genelkurmay'a, MİT'ten ekonomiye kadar her yerde Londra'nın izi vardır! İngilizler öyle bir FORMAT attılar ki 100 yıl TÜRK olduğumuzu unuttuk! Bu topraklarda KARDEŞ olmaktan başka çaremiz olmadığını hatırlamadık! İçeriden çürüdük! Amcasının eşine musallat olan DİZİLERİ evimize buyur ettik! Gençlerimizin saçlarını usturaya vurmasını, vücutlarını dövmelerle doldurmasını ÖZGÜRLÜK sandık! Bayramda el öpmeyi bırakıp, ana-babamızın kabrine gitmemeyi modernlik diye algıladık! Çocuklarımıza gerçeği öğretemediğimiz için bizi onlarla vurdular! Solcu da olsak, sağcı da olsak onlara çalışıyorduk! Ama bilmiyorduk! Gören ve bilen yoktu! Birkaç kişi oyunu okudu ama hayatlarını zindan ettiler! Fatura çok ağır oldu! Kendi sınırların içindeki OYUNU görmek ve bunu dile getirmek hiç cezasız kalmadı! Bakın, Türkiye belli aileler ve gizli ilişkiler AĞI tarafından kontrol altında tutulur! Montrö de yani Boğazlar konusu da maalesef böyledir! Dün bir dostumun yolladığı fotoğrafı sizlerle paylaşıyorum! Fotoğrafa iyi bakın! Dağların arasına gizlenmiş ŞATO'yu görebildiniz mi? Bu ŞATO ne mi? Onu anlatacağım... Beyaz Türk sözü bizde tam olarak anlaşılmadı! Beyaz Türk dediğimiz kesim sadece PARA sahibi olan kesim değildi! Gizli, derin ilişkiler barındıran ve saklayan insanlardı aynı zamanda! Para sahibi olmak uluslararası bir ağın üyesi olacağınız anlamına gelmiyordu! Maçka'dan Nişantaşı'na çıkarken sağ tarafta İTÜ'nün bir binası vardır! Onu geçip devam ettikten sonra şimdi meslek lisesi olarak kullanılan dev bir yapı karşınıza çıkar! İşte onun tam karşısına düşen nokta, GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİNİN İstanbul'daki etkili yerlerinden biridir! Zaten dikkatlice bakıldığında girişteki İMZALAR rahatlıkla görülebilir! Ama bizim çocuklarımız oralara sadece eğlenmeye gittiği için bunları bilmez! Öğretilmediği için de dikkat etmezler! Türkiye'deki GÜL ve HAÇ Kardeşliği'nin yapısında kimlerin olduğu tam olarak bilinmez! Ama bağlı oldukları yer Avrupa'dadır! Tıpkı MASONİK ilişkiler gibi! Neden MASONLAR Londra'ya bağlıdır! Bunu düşünen oldu mu? Neden İngiliz Kraliyet ailesi bu yapılara sonsuz güvence verdi! Neden İngiltere'ye bağlı olan LOCALAR asla ve kat'a KADIN kabul etmezken Fransızlar'a bağlı olanlar kadınlara da "evet" dedi? Neden bütün localar Üstad-ı Azam'a, o da Londra'daki MASAYA bağlı! Benim bildiğim 10 bin seçkin Türk nasıl oluyor da dolaylı yoldan Kraliçe'ye iliştiriliyor? Bu ilişkileri bilmediğimiz gibi Lozan'ı da Montrö'yü de bilmiyoruz! Boğazlar'ın bizim olduğunu sanıp mangalda kül bırakmıyoruz! Girin bakalım Google'a! Anlaşmanın metinlerine bir göz atın! Ne kadar HAKKIMIZ ve YETKİMİZ olduğunu göreceksiniz! Şaşıracaksınız! Çünkü yalanlarla yaşamaya alışmış bir milleti uyandırmak hiç de kolay değil! Kimse konforunu bozmak istemiyor! "Ben mi değiştireceğim!" diyor! Herkes mal, mülk, para ve etiket peşinde koşuyor! Böyle olduğu için de STAR olacağız derken figüran bile olamıyoruz! Düne kadar olamadık! Lozan'ı Türkiye adına kim imzaladı, kim etkili oldu sorularının cevaplarını bilmediğimiz gibi Montrö'de karşımıza oturanları da ıskalıyoruz! Sadece EFSANELERLE yaşamayı tercih ediyoruz! 22 Haziran 1936'da Montrö'de BOĞAZLAR hakkında söz söyleme yetkisi olan Fransa, Bulgaristan, Büyük Britanya (İngiltere değil!), Yunanistan, Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Japonya ve Avustralya Türkiye'nin karşısına geçti! İngiltere adına masada bulunan LORD STANLEY'di! Türkiye ise Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Paris Büyükelçisi Suad Davaz, Dışişleri Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Korgeneral Asım Gündüz, Sivas Milletvekili ve raportör Necmettin Sadak tarafından temsil ediliyordu! Türk heyeti harıl harıl anlaşmaya hazırlanırken, içinde Avustralya yetkilisinin de bulunduğu karşı heyet fotoğraftaki ŞATO'da biraya geliyor ve "Türkler'i nasıl oyuna getiririz!" diye düşünüyordu! O ŞATO sıradan bir yapı değildi! Nişantaşı'nda gördüğümüz o yapının AĞABEYİ idi! Bulutların arasına gizlenen şato, GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ'nin Avrupa'daki en gizemli merkezlerindendi! Belli günlerde özel gündemle insanları bir araya getirirdi! Boğazlar'ı bize veriyormuş gibi yapıp vermeyen AKIL da oradaydı! Bizim kaderimiz buydu! Hep masada yenilirdik! Daha yeni yeni ayağa kalktık! Ama karşımızdaki KARDEŞLİĞİN ne olduğunu bilmiyoruz! Bilmediğimiz için de her şeyi TESADÜF olarak yorumluyoruz! Canımızı yakan da bu oluyor hep! Unutmayın sahip olmak için önce BİLMEK gerekir! Biz bilmeden tam 100 yıl sahip olduğumuzu düşündük! Bu nedenle şimdi bilerek hareket edenler hedefte! OYUNU böyle okuyun! Gençler, özellikle siz! Başka türlü ZAFER mümkün değil! NOT: Bugün hiç yapmadığım bir şeyi yapmak istiyorum. Dün arayanlar içinde Balıkesir'den bana ulaşan ŞÜKRAN Teyzemiz de vardı! Telefondaki o duygu dolu berrak sözleri için ona ayrı teşekkür eder ellerinden öperim...