25 Mart 2014 Salı

Hayati İnanç - Fatih Sultan Mehmet Beyitleri (Başka Şeyler)

Serdar Tuncer & Hayati İnanç - Küntü Kenzen







Bu âleme gelmekten murad ve maksad şudur:
“Küntü kenzen mahfiyyen, feahbebtü en u’rafe  fehalektül halka liu’rafa bihi...”
Şeklindeki Kudsî Hadîste belirtildiği üzere;
 “Ben bir gizli hazineydim, bilinmekliğimi arzu ettim ve bu halkı halkettim.”
 
Ancak, ey aşık, Hakkı bilmen yalnız, kendi nefsine arif olmakla mümkün olur.
Nitekim hadîs-i şerifte:
“Men a’refe nefsehu fekad a’refe rabbehu..”.
 “Kim nefsine arif olursa, o rabbine arif olur!” buyurulur.
 Lübb-ül Lüb-Muhyiddin İbn-i Arabî Hz.

18 Mart 2014 Salı

gecti artık

Çocukluğumdan beri dar mekanlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış ama bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.Oysa ki o dar mekanlara şimdi ister istemez girecektim.
Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum.

- Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki daha yapacak ne kadar çok işi vardı.

Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini de henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da artık hayal olmuştu. Üstelik kış çok yakın olduğu halde odun-kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:

- “Geçti artık geçti”, diyordu.

İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum.Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.

Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engelleyebilmek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde, ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:

- “Aman Allah’ım!..” dedim, “ne olacak şimdi halim?”

Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu. Cenaze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık.

Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikayet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet, şu kaza olmasaydı ileride ne iyi bir insan olacaktım. Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses:

- “Geçti artık geçti” diye tekrarladı. “Bitti artık.”

Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşların neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi almamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da millî takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

- “Rahmetlinin tersliği öldüğü günden belli”, diyordu. “Sırılsıklam olduk birader.”

Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?
Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi?

O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım:

- “Ya Rabbi diyordum, “Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.”

Aynı ses her zamankinden daha şiddetli olarak:

- “Geçti artık geçti” diye tekrarladı “her şey bitti artık”.

Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak:

- “Geçti artık geçti” diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak hiçbir şeyin kalmadı.”

Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yarım kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak halinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toparlamaya çalışırken:

- “Yâ Rabbî, sana zerrelerim adedince şükürler olsun” diyordum. “İyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin?

Cüneyd Suavi