29 Eylül 2010 Çarşamba

HÜRRİYETİN İLK KAPISI: TÖVBE



Tevbe, her kötülüğün kapatılmasına, her iyiliğin açılmasına vesile olan etkili bir manevi silahtır. Aynı zamanda mutlak hürriyete giden yolda birinci basamaktır.


Her hayrın başlangıcında ve sonunda tevbe etmek sünnettir. İnsan hayır işlerken dahi tevbe etmesi, doğabilecek kötülüklere engel olmak içindir. Yine yapılan iyi amellerin sonunda da tevbe etmek, kendi gururunun önüne geçmek, kulun Allah huzurunda layıkıyla ibadet edemedim kaygısının ifadesi olsa gerektir. Bütün günahlardan nedamet duyma duygusu insanı tevbeye ve hürriyete götürür, bu böyle biline.


İnsan, günah ve sevap karşısında iki kutbun etkisinden kurtulamaz. Bunlardan birincisi hayra teşvik eden melek, ikincisi ise şerri teşvik eden şeytan söz konusudur. Melekler cemal sıfatlarına, şeytanlar celâl sıfatlarına haizdirler. İnsan hem cemal hem de celâl sıfatına sahip. Bundan dolayı insanın celal yönü ağır basarsa günahla iç içe olur. Eğer cemal yönü çoğunlukta ise sevabla ünsiyyet bulur. Dahası kötülükler insanın ruhunu esir alan kuvvetlerdir. İyilikler ise ruha hürriyet kazandırır.


Hazreti Adem (a.s.)'da hem cemal hem celâl sıfatı kodlanmıştı. Bu iki sıfat Habil'de merhameti ve iyiliği, Kabil'de ise kini, nefreti, gazabı meydana getirdi. Yani cemal Habil'de, celâl Kabil'de zuhur etti. Kabil hürriyetsizliğin, Habil ise hürriyetin sembolidir. İnsan dünyaya gelir gelmez, şeytan ona dokunur. Dolayısıyla dünyaya gelen çocuğun bağırması bundandır. Hatta çocuklardaki acelecilik, heyecan, hafiflik ve usluluk da bu sebepledir. Hz. Mevlana şöyle der: ''İnsan ruhunu iki emdiren kuvvet var; biri melektir, diğeri de şeytandır.'' Gerçekten de ruhumuzun aydınlanmasına yardımcı olan meleki kuvvetle, ruhu esir eden şeytanı kuvvetin rolü çok farklı.


Melekler günahsız, masum, erkek ve dişiliği olmayan, bundanda öte her birinin kendine özgü ayrı ayrı vazifeleri olan mahlûklardır. Yani Melekler hep masum, şeytanlar ise asidirler. Tabir caizse insanlar da hem nur hem de nar (ateş) taneleridir. Bu yüzden insan nar ile nur arasında sürekli mekik dokumaktadır. Zira insanın iç dünyasına hayrı emreden ‘Levvame ve mutmainne kuvveti’, şerri emreden de 'Nefsi emmare kuvveti' mevcuttur. Dolayısıyla helaller ve haramlar bu sıfatlardan zuhur etmektedir. Nefsi emmare, sürekli kötülüğü teşvik eden nefistir. Nefsi levvame de ise bazen kalbe itaat halleri, bazen de kalbe itaatsizlik halleri görülür. Bu hallerin bir adım ötesine sıçrayıp kötülüğe karşı yenik düşmemeyi başaran insan, biranda ‘Nefsi mutmainne’ mertebesine terfi ederek kalbi huzura ermiş pozisyona ulaşabilir pekâlâ. Demek ki; İnsanoğlu, sürekli sevaplarla iştigal ederek nefsine çeki düzen verebiliyor, yeter ki azmini yitirmesin. Böylece uzun süren nefsi islah mücadelesi sonucunda nefsin esaretinden kurtulup, iç dünyasında Sultanı Ruhu galip kılacak gücü harekete geçirmesi sonucunda hürriyetini ilan etmiş olur.


İnsana yücelik kazandıran sadece akıl sahibi olması değil, ona asıl değer katan içindeki kötülüğü emreden nefsi emmare kuvvetine rağmen Allah'a kulluk etmesidir. Meleklerde nefis olmadığı için sürekli itaat halindedirler. O halde ruh dünyamızı özgürlüğe kavuşturmak için:


''1- Allahın dostluğunu kazanmış insandan istifade etmek,


2- Salih amel işlemek,


3- Allah’ı zikretmek'' gerekiyor.


Günah arzusunun kalbe gelmesine sebep ise:


“1- Cehalet,


2- Nasıl olsa günahım görülmez” gibi sapık inanca kapılmaktır.


Kul, iki dere arasında kendine yön vermeye çalışmaktadır. İnsan, tercihini günah istikametinde yoğunlaştırırsa şeytanın hâkimiyeti dairesine, tercihini helal dairesinde kullanırsa meleklerin kontrolü altına girmiş demektir. Anlaşılan odur ki; aklın yardımcısı melek, nefsin yardımcısı şeytandır. Aklın da zaten iki öğesi var; biri adalet diğeri de hürriyettir. Hakeza islah edilmemiş nefiste ise zulüm ve esaret denilen iki unsur mevcuttur.


İnsan'ın aslı cevherdir. İnsan ölümünden sonra cesedi madde âlemine, ruhu mana âlemine rücu eder. Madde yönüyle ''bayağılığa'', ruhu itibarıyla da 'yüceliğe' meyil arzeder.


İnsan dünyada iken şu üç unsura dikkat etmesi gerekiyor:


1- Şeytana muhalefet,


2- Nefsin istek ve arzularından uzak kalmaya,


3- Kötü arkadaşlardan uzak durmaya.


Bu üç emniyet mekanizmasını şiar edinen her kimse, kolay kolay günah işleyemez. Nasıl ki, sevaba giden yolda sebeplere başvurmak varsa, günaha giden yolda da şeytan, nefis ve kötü arkadaş edinmek gibi faktörler söz konusudur. Yani hürriyetle hürriyetsizlik arasındaki vasıtaları iyi seçmek lazım.


Beşer olmamız itibarıyla, günah işleyebiliyoruz. Bu durumda manevi tevbe silahına sarılmak gerekiyor. Peygamberimiz (s.a.v.) dahi, Habibi Hûda (Allah'ın sevgilisi) olduğu halde tevbe ederdi. O halde biz aciz kullar olarak daha çok tevbe etmeliyiz. Böylece Allahın mağfiretine sığınarak nefsimizin esaretinden kurtulabiliriz.


Tevbe de üç çeşittir:


1- İnsanın kendi kendine yaptığı tevbe,


2- Camilerde Hocaların cemaate topluca tevbe ettirmesi,


3- Evliya elinden tevbe etmek (İnabe).


İnsan, zaman zaman tevbe ettiği halde her nedense bir türlü günahlardan kurtulamıyor. Hatta camii de hocaların belirli günlerde tevbe yaptırdığı halde kul olarak günah işlemeye devam edip düzelemiyoruz, acaba neden? Bir yerlerde eksiğimiz var sanki. Bu iki metotun haricinde evliya elinden tevbe almayı hiç düşündük mü acaba?


Evliya elinden alınan tevbeye ''Nasuh tevbesi'' veya ''İnabe'' de denir. Burdan her evliya elinden tevbe alan kişilerin nasuh tevbesini gerçekleştirdiği anlaşılmasın. Kastımız hakiki manada geçmiş günahlarına dönmeyecek şekilde tevbe eden içindir. Mezhebimizin imamı, aynı zamanda fıkıh alanında büyük deha olan İmam-ı Azam, evliya elinde tevbe etmiş ve şöyle demiştir: ''Eğer son iki yılımda Cafer-i Sadık'ın elinden tutmasaydım (görmeseydim) Numan helak olurdu.''


İmam-ı Gazali gibi nice âlimler sonunda evliya kapısına gelerek hakikat meyvesinden tatmışlardır. İmam-ı Gazali daha önceleri tarikate muhalif idi, daha sonraları bir vesile ile tarikata girmiş ve bir şeyhin terbiyesi altında ''Hüccetül İslâm'' olmuştur.


İmam-ı Gazali, Ali Fermadî Tursi (k.s.)'in terbiye dairesine girerek gerçek hürriyete kavuşmuştur.


İnsan ister âlim, ister sade bir müslüman, kim olursa olsun her an için tevbe etmeye muhtaçtır. Kul tevbe edince acizliğini ortaya koyacak, yaratandan başka sığınacak dalın olmadığının idrakine varacaktır. Böylece, “Rahmetim gazabımı geçmiştir” beyan buyuran Yüce Allahın mağfiretine mazhar olacağız demektir. Tevbe, bütün günahları temizleyen manevi bir silahtır çünkü. Yeter ki can-ı gönülden Allah’a yalvarıp, yakararak tevbe edilsin. Tevbe hem nefsin, hevasından kurtuluş ümidi, hem de şeytana baş kaldırarak hür olduğumuzu ispatlamanın adıdır.


Hz. Mevlana da, ''Ne olursan ol'' beyanıyla tevbe etmeye çağırıyor. Ve ekliyor: ''Bu dergâh ümitsizlik kapısı değil'' diyerek mutlak hürriyete giden yolu gösteriyor.


İnsan tevbe-i nasuh ederek kibir, gurur, riya, ucub gibi nice günahlardan pişmanlık duyup, yeniden bir hayata başlangıç yapmanın adımını atar. Demek ki; tevbe hem başlangıçta hem de sonda hayırlara vesile olacak bir kapı. Hz. Mevlana'nın ''Bin defa da tevbeni bozsan yine gel'' davetindeki sırrı anlayabiliyorsak, o zaman tevbe gibi büyük bir nimetin idrakine ermişiz demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) Allah'ın elçisi olduğu halde günde yetmiş kere tevbe ediyordu. Sahabe de Resulullah (s.a.v.)'in izinden giderek tevbe halkası oluşturup, bu halkayı tabiin’e devretmiştir. Tabiin de bu yüce tevbe kapısını gönül sultanlarının eline vererek kıyamete dek devam edecek tevbe yolu kervanının işe koyulmasına vesile olmuşlardır. Böylece tevbe halkası her devirde misyonuna uygun tarzda nesilden nesillere aktarılmıştır.


Nice hükümdarlar, nice zevatlar, nice zenginler, nice fakirler vs. gönül sultanlarının eşiğine gelerek evliyanın önünde diz çöküp, 'Tevbe-i Nasuh' yaptılar. (Geniş bilgi için Tevbe-i Nasuh konusu için Mevlana'nın Mesnevisine bakınız) Nitekim Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin'in eşiğinde Fatih oldu. Mezhebimizin İmamı Ebu Hanife, Cafer-i Sadık'ın elinde tevbe kapısının idrakına vardı. İmam-ı Şafii de 'Şeyban-ı Râî' de kendini buldu. Daha yüzlerce örnek bize, tevbe-i nasuh yapmamızı gerektiriyor. Çünkü Resulullah (s.a.v.); ''Allah'a andolsun ki ben günde yetmiş defadan ziyade (İstiğfar) Allah'tan yarlığamayı talep edip tevbe ederim' buyuruyor.


Tevbe, hertürlü masivadan sıyrılarak Allah'a gidilen yolda ilk adım atmaktır. Tevbesiz hiç bir yere varılamaz. Gönüller ancak ve ancak tevbe ile menzile ulaşır. Allah'ın huzurunda pişmanlık ve nedamet duymak kadar güzel bir olayın adıdır: Tevbe.


Bütün sahte mabudların esaretinden kurtulup Allah'a sığınmak ''Hürriyet''tir.


Velhasıl; tevbe mutlak hürriyete giden yolun ilk kapısıdır.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...