28 Şubat 2011 Pazartesi

Gönül Yıkılmadı

Gönül Yıkılmadı


Evet, acılar da geçecek
Ve biz
Toprak damlı evlerin bağrından çıkan çocuklar
Ve biz, üşüyerek
Gurbet türküleriyle çıkacağız bulvarlara
Yapraklar gibi
Evet, acılar da geçecek
Herşey gibi, herşey geçecek


Vergilerini ödeyenler
Eve ekmek götürenler
Bir şarkıda doğup bir şarkıda ölenler
Birer semender gibi
Limanlarda donmuş gemilerde bekleyenler
Elinde bir hercai menekşe ile
Tünelin uçundan koşarak çıkan çocuk
Bize geleceği getirecek ve geçecek


Sor şimdi
Toprak damların efsanesi
Sor
Yedidağın efesi
Sor
Hayın karanlık
Sor
Mayın tarlasında büyüyen gelincik
Sor bakalım
Bu yoksulluk nereden
Bu gece kovalaması
Bu memleket macerası
Bu vurgun sonrası işçi sofrası
Nereden
Bu gönül yıkılması


Evet, acılar da geçecek
Yüreklerinde bir tutam gök bulutu
Bir ala sahan
Bir menengüt tohumu
Bir acem oyunu
Bir kurban bulunan
Bir öpülüp havaya salınan güvercin gibi
Herşey geçecek


Evet, acılar da geçecek
Kin tutmaz öfke büyütmez bir vicdan benimkisi
Hafızada onca talan ve artakalan yaralarla
Ansızın parlayan kurşunlarla da olsa geçecek
Gelip geçecek işte
Bir şeymiş, bir hiçmiş yani, yalanmış, suretmiş
Meğer hakikat neymiş denecek gibi, geçecek
Çehremizde ayışığı, gözümüzde fer
Çağrıldığımız anda meydana
Herşey bitecek
Ve gelip geçecek, acılar da.


İbrahim Sadri

Yaşamak

Yaşamak


Bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli;
Yataklara serildim, cam kırığı döşeli...
Kafam bir cenk meydanı, kokusu kan ve barut;
Elindeyse düşünme, gücün yeterse unut!
Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım;
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde;
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde......



N.F.K.

27 Şubat 2011 Pazar

İMTİHAN


Serdar Tuncer - Imtihan
Yükleyen huzur27. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

isteyen


Canı terk itmek gerek bu evde canan isteyen
Kahrı nOş itmek gerek derdine dermanisteyen
2 Ma'şOkun yolında aşık na-murad olmak gerek
Ma'şOka vasl olmaya hicrinde payan isteyen
3 Ben ki ma'şOkun rızasın (isteben) buldum bu gü,n
Sadıku'l-kavl olmaya küfrine ıman isteyen
4 Ben bu sOret milkini kıldım harab anuniçün
Genci buldısa ~ceb olmaya v/ran isteyen
5 Şems firakı ağusın nOş eyle vasl-ı yar içün
Har cevrini çeker şol gül-i handan isteyen
1 Bu evde (bedende) sevgiliyi isteyenin camm terk etmesi gerek; derdine
derman isteyenin de kahrı içmesi gere~.
2 Aşıkın sevgilisinin yolunda muradına ermemiş olması gerek; ayrılığının
sona ermesini isteyen için sevgiliye (Hakk'a) kavuşmak mümkün
olmaya.
3 Ben ki sevgilinin (Hakk'ın) rızasım isteyerek bu gün buldum; küfrüne
iman isteyen sözüne sadık oltnaya.
4 Ben bu suret milkini (maddi varlık) onun için harap kıldım; viraneyi
isteyenİn hazineyi bulmasında şaşılacak bir şey yoktur.
. 5 Ey Şems, sevgiliyekavuşmak için ayrılık .zehrini iç; çünkü açılmış
gül isteyen diken eziyetine katlanır.

neylesin



Ya Rabb!


Körlük gözde kalsın,sağırlık kulakta.


Dermansızlık dizde kalsın,sükunet dudakta.


Lakin yürek sağırlaşmasın, körleşmesin, dermansız kalmasın ki seni görsün, seni duysun, sana koşsun çatlarcasına.


Yürekte yaşanmazsa göz görüneni neylesin.


Gönül hissetmezse kulak duymuş neylesin.


Kalp sevmedikçe el dokunmuş neylesin!


26 Şubat 2011 Cumartesi

Ah...











Ah...










Her nefeste eyledik yüz bin günah


Bir günaha etmedik hiçbir gün ah.






-Süleyman Çelebi-


yanmaktan usanmazam mevlam


YANMAKTAN USANMAZAM MEVLAM,

PERVANEMİYEM BİLMEM AAAH…

HİÇ SOLUNU SAYMAZAM MEVLAM,

DİVANEMİYEM BİLMEM AAAH…

DİLHANE HARAP OLDU MEVLAM,

YIKILDI TURAP OLDU AAAH…

HERCANİ Mİ BAHT OLDU MEVLAM,

VİRANEMİYEM BİLMEM AAAH…

Kimle bilirdin ?

Kimle bilirdin ?



Ya­vuz Sultan Selim Şir Pençe illeti sebebiyle Hakk'a yürür­ken Nedimi Hasan Çan'a sorar:






— Hasan bu ne hâldir?


Hasan Can:


— Allah'la beraber olmanın zamanıdır efendimiz".der


Cevab müthiştir:


— Hasan, sen bizi bu ana kadar kimle bilirdin?..


24 Şubat 2011 Perşembe

Cumanız hayr ola

Cumanız hayr ola











Allah'ım, ismet perdesini yırtan günahlarımı affet.


Allah'ım, bedbahtlıkların inişine sebep olan günahlarımı bağışla.


Allah'ım, nimetlerini değiştiren günahlarımı affet.


Allah'ım, duaların kabulünü engelleyen günahlarımı affet.


Allah'ım, belalar getiren günahlarımı affet.


Allah'ım, işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet.


Allah'ım zikrinle sana yaklaşırım ve kendi hürmetine senden şefaat diliyorum.


Cömertliğinden beni kendine yaklaştırmanı diliyorum.


Bana şükrünü öğretmeni ve zikrini ilham etmeni,


Allah'ım senden huzu, tevazu ve huşu diliyorum.














Âmîn...


21 Şubat 2011 Pazartesi

gitmek



















Gitmek, gövdeye değil, gönüledir.


Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.


O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.


Varmış olmak, vuslata ermiş olmak değildir.










Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır. Vuslat gönül işi olduğu için,


varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.










'Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...'


Göremediğin gönülden ırak olursun. Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?


Giremediğin gönüle eremezsin. Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?


Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?










Vehbi Vakkasoğlu


20 Şubat 2011 Pazar

Mimar Sinan ve Şehzadebaşı camii



Mimar Sinan ve Şehzadebaşı camii










Bir Mimar Sinan eseri olan Sehzadebasi Cami'nin 1990'li yillarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin estorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmıştı.






Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer... yer curumeler vardi. Restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. Kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttanyalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik.






Kalibi soktuk. Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyleryaziyordu.


Hemen bir uzman bulup okuttuk.Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazilmisti. Sunlari soyluyordu. " Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum.






" Koca Sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu. Bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir


ornegidir. Bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. Suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir.


Ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur.Devamını Gör






19 Şubat 2011 Cumartesi

yavuzun tevazu u











Büyük Cihangir Yavuz Sultan Selim’in günde 3 saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yediğini ve herhangi bir saray halkından ayırt edilmeyecek kadar sade giyindiği ve bunu soranlara:










“Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri, padişahlarına saygıdan ileri gelir. Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki?


Bizim padişahımız ALLAH (cc) vücudun dışına değil içindeki cevhere (imana) bakar” diye veciz bir cevap vermesi ne kadar manidâr...


18 Şubat 2011 Cuma

ihlaslı olmak











Yahya bin Muaz'a:


Kul ne vakit ihlaslı sayılır? diye sormuşlar.


Cevaben şöyle buyurmuş:


Kendisini öven insanla, tenkid eden insanı bir gördüğü vakit...


17 Şubat 2011 Perşembe

vakti şerifler hayrola cumamız mübarek ola

Onlara deki: “Siz Allah’ın affına mazhariyet istiyor, Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun, benim sünnetime uyun, uygulayın ki, Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah kullarını koruma kalkanına alan, çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir. [Âl-i İmrân, 31]































































Vefatımdan sonra beni çok seven öyleleri gelecektir ki onlar, beni görebilmek için ailesini ve servetini dahi feda etmeyi göze alacaklardır. [Müslim, Cennet-12]










Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat (rahmet ve sena) ederler.Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin. [Ahzab, 56]






Ey Allah’ım, tam bir salat ve selam, bütün rûhların, melâikenin ve varolanların mihrabına, bütün Nebilerin ve Rasûllerin imamı olan Rasulu Kibriya aleyhi ekmelittehaya Efendimize, onun âl ve ashabına olsun. Öyle bir salat ki bizi korktuğumuz şeylerden muhafaza buyursun, kurtarsın, bütün ayıp ve kusurlardan, günah ve isyanlardan temizlesin. Allahumme salli ve sellim ala eşrefi nuru cemiil enbiya-i vel mürselin habibina Muhammedin ve ala ali seyyidina ve habibina Muhammedin kesiran kesiran kesira.






Cenab-ı Mevla, Rasûlünün yüce ahlâk ve rûhâniyetinden kalblerimize hisseler nasîb eylesin! Gözlerimizi ve gönüllerimizi Nûr-i Muhammedî ile nurlandırsın! Resulu Kibriya Efendimiz ile kalbî irtibâtımızı dâim kılsın! O’nun sünnetini, hayatımızın mihveri eylesin! Habîbi hürmetine bizleri af ve merhametine nâil kılsın!










13 Şubat 2011 Pazar

MİLLETİMİZİN VE TÜM İSLAM ALEMİNİN KANDİLİNİ KUTLUYORUM





Mevlid Gecesi, Kadir Gecesi’nden sonra en kıymetli gecedir.


"Mevlid günü ve gecesi mübecceldir, yâni şerefi, kıymeti çoktur.


Kendisine tâbi olanlar için kurtuluş vesîlesi olan Resûlullah Efendimizin doğumu için sevinmek, Cehennem azâbının azalmasına sebep olur.


Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fâzileti Cuma günü gibidir. Cuma günü, Cehennem azâbının durdurulduğu hadîs-i şerîf ile bildirilmiştir. Bunun gibi, Mevlid gününde de azâb yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka vermeli, da’vet olunan ziyâfetlere gitmelidir." (İmâm-ı Celâlüddîn Abdurrahmân bin Abdülmelik Kettânî)






Ayrıca bu gece kazâ namazları kılmalı, Kur’ân-ı Kerîm okumalı, duâ, tevbe etmeli,


hayır hasenat yapmalı, müslümanları sevindirmeli,


bunların sevâblarını vefat eden ölmüşlerimiz ile de paylaşmalıdır.






Hazret-i Ebû Bekr; "Resûlullah Efendimizin doğumuna dâir yazılanların okunması için bir dirhem harcayan, Cennette bana arkadaş olur." buyurmuştur.






Hazret-i Ömer; "Resûlullah Efendimizin doğum zamanına kıymet veren, islâma kıymet vermiştir." buyurdu.






Hazret-i Osman; "Peygamber Efendimizin Mevlid-i Şerîfi için bir dirhem harcayan, sanki Bedir ve Huneyn gazâlarına iştirak etmiş gibi sevâb kazanır." buyurdu.






Hazret-i Ali; "Resûlullah Efendimizin doğum zamanına kıymet verip, Mevlid-i Şerîf okunmasına sebep olan, dünyadan îmânla gider." buyurdu.


















12 Şubat 2011 Cumartesi

Kim 'Başardım!' diyebilir ki

Kişioğlunun bir başarıyı elde etmesinden daha zor olanı, o başarı halini devam ettirebilmesidir. Bu süreç, hakikatte insan için büyük bir sınav vesilesidir. Çünkü başarı karşısında insanın üç farklı tavır göstermesi mevzu bahistir. Birincisi, başarıyı salt kendisinden bilmesi halidir ki bir tür gaflet sayılır. Çünkü kişi burada kibir içindedir. İkincisi, başarıyı salt Allah'tan bilme halidir ki bir tür ihlas sayılır. Kişi burada mutlak tevazu içindedir. Üçüncüsü, başarıyı Allah'ın lütfu ve kendinin gayreti olarak bilme halidir ki bir tür hakikat sayılır. Kişi burada şükür içindedir.



Nimet ve ihsanı yaratıklardan gelen bir şeymiş gibi gören birinci hal, insanı, yaratıcıyı müşahede etmekten alı koyar ki bu durumda başarının insan üzerinde devamlı kalması imkânsızdır. Nimet ve ihsanın kaynağını Allah'tan bilen ikinci halde -eğer kişi ruhî bir kemale ermemişse- başarıyı koruması zor olacağından bu hal yine üzerinde devamlı kalamaz. Çünkü aşırı tevazu kibirden sayılmıştır. Nimet ve ihsanın kaynağının Allah olduğunu bilmekle birlikte her hisse sahibine hissesini veren, kabiliyeti inkâr etmeyecek şekilde kulu da başarıya ortak eden üçüncü hal ise başarı ışığının gücünü devamlı arttırarak insanları aydınlatma demek olur ki hakiki ve sürekli başarı hali işte budur.


İnsanın başarıyı bir nimet olarak bilmesi ve o nimetin devamlılığı için şükür içinde bulunması gerekir. Başarıyı kendinden bilmek, nimeti inşa ve ihsan edene karşı nankörlük olacağından başarılı halden yararlanmak mümkün olsa da bu halin zevali çok yakın olacaktır. Nitekim Allah Taala buyuruyor: "Kendilerine verilenle sevinmeye daldıkları sırada ansızın onları yakaladık (En'am, 44)." Nimeti Allah'tan bilenin hali masivayı terk eden vahdet yolcusunun hali kadar rafinedir amma bu ilahi sarhoşluğun devamı, kulluk mertebesinin ululuğuyla doğru orantılı olup böyle birisi için zaten başarı hissinin bir kıymeti bulunmamaktadır. Bunlar için de Allah Taala şöyle müjdelemiştir: "Allah de!.. Sonra bırak onları daldıkları bataklıkta oynayadursunlar (En'am, 91)." Başarıya Allah'la sevinen, başarı hissiyle adeta şad olan üçüncü kısımdakiler ise nimeti gönderene teşekkür içinde olacaklarından kendi kabiliyetlerini geliştirebilmek üzere gayret, cehd ve çalışma emirlerine uydukları müddetçe başarı üzerlerine bir sıfat olarak yerleşecek, onlardan ayrılmayacaktır. Nitekim Allah Taala yine buyuruyor: "De ki, Allah'ın lutfuyla, rahmetiyle, ancak onunla ferahlansınlar. Bu onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır (Yunus, 58)."


Sorumuz şu idi:


- Kim "Başardım!" diyebilir ki?!..


YUNUS EMRE'NİN ŞİKÂYETİ


Bilmem farkında mısınız; her geçen gün insanların birbirlerine saygıları biraz daha azalıyor. Eskiden birbirlerini gönüllerinden bilip tanıyanlar şimdi neredeyse yüzlerinde maskelerle dolaşıyorlar. Kimse kimseden memnun değil. Yüzlerdeki gülümsemelerin yerini çatık kaşlar almış. Paylaşma, iyilik yapma, yardımlaşma gibi duygular nesholunmuş. Yerine tekil menfaatler ve sahiplenme içgüdüsü gelip oturmuş. Daha da kötüsü, herkes herkesin hakkında ileri geri, durmadan konuşuyor. Mutlaka dikkatinizi çekmiştir, gazetelerin en çok okunan sütunları dedikoduya ayrılmış olanlar. En ciddi ve bilimsel konferanslardan daha ziyade ilgi çeken konuşmalar, içinde malayani laflar bulunan geyik muhabbetleri. Oysa yapacak ciddi işi olan insanların ne dedikodulara, ne adam çekiştirmelere, ne lüzumsuz kuru laf kalabalıklarına zamanı olamaz, olmamalı. Ama heyhat!..


Türklüğün büyük evladı Yunus Emre o muhteşem şiirlerinden birinde "Ey Yunus Hakk'ı bilen / Söylemez her giz yalan / İkilik ile gelen / Doğru yol bulmuş değil" diyor. Başka bir beytinde ise laf taşıyıp insanları başkalarına gammazlayan tiplerin domuzdan bile aşağı mertebede olduğunu zarif bir üslup içinde dillendirip bize bir şikâyetini bildiriyor: "Bir kişinin yatlu sözün, varuban kimseye deme / Biz uludan işitmişüz, hınzırdan giridür gammaz." Hatta bu konuda canı çok yanmış olmalı ki dostlarının düşmanlıkları için bir hatırlatmada daha bulunup dünyada gammazlık edenlerin ahirette yerlerinin tar (dar / karanlık) olacağını da haykırıyor: "Ey dostunu düşman tutan, gıybet yalan söz söyleme / Bunda gammazlık eyleyen, onda yeri tar olısar." Ve bir de tavsiyesi var: "Terk eyle kıyl ü kâli / Dosta virgil mecali / Dünyada riyalu dirlik / Kişiye eyü ad degül." Yani ki şöyle demek olur: "Dedikoduyu terk et. Dostlarına fırsat tanı. Riyakârlıkla kazanılmış bir dirlik, şu dünyada kişiye ne kötü addır."


BERCESTE:


Yalan çökük yerde durur


Key sakın oda buyurur


İhlas gelip cümlesin yur baktabul


Yunus yolu yavlak uzar


(Key: çok, hakkıyla; Oda: ateşe; Yavlak: gayet, ziyadesiyle)










İSKENDER PALA

HÜKÜM

.Allah bile kendi yarattığı kulları hakkında hükmünü ömürlerini sona erdikten sonra verirken biz zavallı insanlar, kim oluyoruz ki onları bir hal üzere görmekle, haklarında bir dedikodu işitmekle, adımlarını şöyle attılar, ellerini böyle tuttular diye, gözlerinin üstünde neden kaşları olduğu hükmüne varıveriyoruz!...



İskender Pala

11 Şubat 2011 Cuma

Tesbihin Anlami Cekenin Gonlunde Gizlidir ...

Merhaba dostlarim; gecenlerde bana tesbihle ilgili cok guzel bir mail geldi. Sizlerle hemen paylasmayi arzu ettim cunku unutulmak uzere hatta cogu insanimiz tarafindan bilinmeyen bir zanaat tesbih ustaligi...



Ben tesbihleri kendimi bildim bileli cok severim ve her zaman elime gecen tesbihleri saklarim... Tesbih dedin mi zikir gelirdi ki aklima bu hayatimda en cok olmasini istedigim sey...Bir arkadasima hediye alacak olsam oncelikle aklima gelen sey tesbih... ( Bazen de kiyamam ya..:) ) Tesbihin manasi cok derindir... Tesbih sadece sirali boncuk ya da taslardan ibaret degildir... Her zaman merak etmisimdir tesbihlerin tesbih olana kadar ki olusum surecini... Ben zevkle okudum bu roportaji sizlerinde keyif alacaginiza inaniyorum...


Tesbihler guzeldir ve bence her zaman en guzeli temsil ederler...


Tesbihin anlami cekenin gonlunde gizlidir ayrica...






Günümüz tesbih zanaatının önemli temsilcilerinden Nurettin Küçükokka ile tesbih ve tesbihçilik üzerine sohbet ettik.






Tesbih, asırlar boyunca dilden dile gönülden gönüle aktarılan dualarda önemli bir kültür mirası öğesi olarak her zaman yer alır…İslâm-Türk medeniyetinde tesbih, kültür motifi ve dua aracı olarak önemli bir kilometre taşı olma hüviyetine sahiptir.Gönüllerinde her daim ukba iklimine yönelik açık kapılar bulunan mümin ve mütevekkil tesbih ustalarımız, asırlar boyunca tesbih yapımını, eskimez medeniyetimizin bir sanat konusu hâline getirmiştir.Yine, yüzyıllar boyunca tesbih ustalarının parmakları arasından dökülen dua taneleri, şüphesiz önce inanç sahiplerinin, daha sonra da ticari ya da gayrı ticari koleksiyonerlerin vazgeçemediği bir unsur olagelmiş; yürekleri duadan incelmiş Hakk erleri her daim tesbihine sahip çıkmıştır!Hemen herkesin evinde birkaç tane 99'luk; yine birkaç tane 33’lük tesbih bulunur… Zikirle özel meşguliyeti olanların ise 500'lük, 1000'lik tesbihleri parmaklarının ucunda asılı durur…Tesbih yapımında cam, değerli taşlar, kehribar, yılanağacı, narçıl, abanoz, fildişi, mercan, sedef, inci, kaplumbağa kabuğu, mors balığı dişi, balina kemiği gibi birbirinden kıymetli malzemeler kullanılır.Her bir tesbih, ustasından izler taşır. Ve her bir tesbihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklıdır. Bazı imamelerde kişinin mesleğinin ipuçları gizlidir. Tesbih taneleri arasında dizilen duraklar, nişaneler, pullar; tesbihin başlama ile bitiş noktası arasına konuşlandırılan imameler birer sanat eseri gibidir…






Nurettin Bey sizi tanıyabilir miyiz?






1968 yılında Konya’da doğmuşum. Evliyim. 3 çocuğum var. Tesbih ustasıyım. Tesbih çekerim. Buradaki “çekmek” fiili yapmak, imal etmek manasındadır. İslam-Türk sanatlarını severim. Bir zaman, tesbih zanaatına meraklandım. O gün bugündür tesbihle meşgul oluyorum.






Tesbih sizde nasıl bir çağrışım yapıyor?






Tesbih deyince zikir, zikir deyince tesbih akla gelir. En azından benim için bu böyle…Tespih bir kültürdür. Bugün tesbih ustalığı unutulmak üzere olan bir zanaat.Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan kültür mirasları arasında bulunan, ipe sarılan zarif dua tanelerine sahip çıkmaya çalışıyorum. ( Ne kadar guzel ifade etmis usta...)


Tesbih ustalığına nasıl başladınız?






Küçüklüğümde bir tesbih geçti elime. Tesbihin ipini değiştirmek istedim. Uzun bir süre uğraştım fakat ipi değiştirmeye muvaffak olamadım. Bu durum bende zamanla tesbihe karşı merak uyandırdı. Tesbihi ipe nasıl dizebilirim diye günlerce düşündüm. Ustalarını araştırmaya başladım. Daha sonra duydum ki İstanbul’da Muzaffer Usta isimli bir tesbihçi varmış. Gittim, Muzaffer Usta’yı buldum ve ona çırak oldum. O zamanlar tesbih çıraklığında ücret diye bir şey yoktu. Ücretsiz çalışıyorduk. Tesbih zanaatına işte böyle başladım.


Tornanızdan geçen tesbihlerde hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?






Tesbihlerimde kehribar, fildişi, balık dişi, mors balığı dişi, abanoz ağacı, yılanağacı, gül ağacı, maun ağacı, tik ağacı, oltu taşı, akik, mercan, bağa (deniz kaplumbağası) kabuğu, sedef ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım yüzlerce malzeme kullanıyorum.






Saydığınız malzemeler arasında ağaç da var, değerli taşlar da balık dişleri de kaplumbağa kabukları da... Bu kadar malzemeyi nasıl ve nereden temin ediyorsunuz?






Malzemelerimizin çoğunluğu yurt dışından temin edilmekle birlikte yurt içinden de bulduğumuz malzemeler vardır.


Deniz kaplumbağası kabuğu nasıl elde ediliyor?






Büyük deniz kaplumbağaları Kızıldeniz’de yaşıyor. Kızıldeniz’de yaşayan büyük deniz kaplumbağaları bir yerlere çarpınca darbe alıp ölüyor ve karaya vuruyor. Kabukları böylelikle temin ediliyor.Deniz kaplumbağasının kabuk rengi çok güzel olduğu için biz tesbihte kullanıyoruz, Amerikalılar da bunu gözlük çerçevesinde kullanıyor.






En çok hangi malzemeden tesbih tercih ediliyor?






Kehribar çok tercih edilen bir malzeme… Ben de en çok kehribarı işlemeyi seviyorum.






Kehribarı bu kadar tercih ettiren özellik nedir?






Kehribar, uzun sürede oluşan bir fosildir aslında. Daha çok Baltık ülkelerinde büyük çam ağaçlarının ürettiği sıvıdan meydana geliyor. Çam ağaçlarının sıvıları yere damla damla dökülüyor. Uzun yıllar geçtikten sonra o damlalar kehribar oluyor. Araştırmacılar, kehribarın oluşumunda binlerce yıldan bahsediyor. Kehribarın kendine özgü çok güzel bir çam kokusu var…Büyük kehribar parçalarını kesiyoruz. İçinden limon sarısı renginde kehribar parçacıkları çıkıyor. Bu parçalardan tesbih yapıyoruz. Çok enteresandır. 5 sene sonra kehribar renk değiştirmeye başlıyor ve netice itibarıyla 15 yılda kendi ana rengine dönüşüyor.


Tesbihin taştan ipe dizilinceye kadar geçirdiği süreci anlatır mısınız?






Sözü fazla uzatmaya hacet yok! Kısaca arz edeyim. Önce gelen malzemeyi tornadan geçirip şekil veriyorum. Türlü türlü şekiller… Daha sonrada her bir tesbih tanesini cilalayıp parlatarak ipe diziyorum.


Tesbih yapım tekniklerinden de biraz bahseder misiniz?






Tesbihçilikte sanat ve estetik iç içedir. Elips tane, sığırcık tane, arpa tane gibi farklı şekillerde tesbih yapım teknikleri var. Her bir tesbih tekniğinin dikkat edilmesi gereken incelikleri vardır. İmame ve duraklar da aynı tekniklerle yapılır.


Tesbih yaparken nelere dikkat etmek gerekir?






Moraliniz bozuk olduğu demlerde tesbih yaparsanız o zaman o tornadan çıkan tesbihler de bozuk ve yamuk olur… Moralinizin yerinde olması gerekir. Ayrıca maddi ve manevi olarak da çok iyi olmanız lazımdır.


Normal bir tesbih kaç günde çıkar?






Tesbih ustası, parayı düşünmezse elinden normal bir tesbih 3 günde çıkar. Parayı düşünürse bir tesbihi bir günde de çıkarır. Ama erbabı, bunu bilir. Ustasının elinden bir günde çıkanla 3 günde çıkan tesbih belli olur. Bu husus çok önemlidir. Usta, tesbihine ne kadar güzellik katmak istiyorsa o kadar uğraşır. Ama iyi bir tesbih üç günden aşağı olmaz.


Söz gelimi, 99'luk bir mors balığı dişi tesbihini ne kadar zamanda çekiyorsunuz?






Yaklaşık 10-12 günde yapabiliyorum.






Sabır işi yani…






Evet, tesbih yapmak sabır işidir. Mücerrebattandır… Sabır, tevekkül ve azimle birleşince karşınıza güzel eserler çıkacaktır.


Türkiye'de kaç tesbih ustası var? Tesbihçilerimizin yoğun olarak bulunduğu belli bölgeler var mı?






Benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de tesbihçiliği bihakkın icra eden 30 civarında usta var… Ve en iyi tesbih ustaları İstanbul’da yaşamaktadır.






Her bir tesbih, ustasından izler taşır. Her bir tesbihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklı. Sizin tesbihlerinizin alâmetifarikası nedir?






Bu, direkt olarak cevap verilemeyecek kadar zor bir soru! Bunu diğer ustalara sormak daha iyi olur diye düşünüyorum. Bununla birlikte tesbihçilikte imame önemlidir. Hem ham malzeme olarak bulması zor, hem de işlenirken kırılma riski en büyük parçadır imame. Dolayısı ile işçiliği değerlendirirken imameye bakmak gerekir. Mesela üstü halkalı imameyi bizdeki ustalar haricinde kimse yapamaz diyebilirim.


Tornanızdan çıkan bir tesbihi elinize aldığınızda ne düşünürsünüz? Şimdiye kadar kaç tesbih yaptınız? Sayısını biliyor musunuz?






Bir odun parçasını elinize alıyorsunuz, tornada şekil verip tesbih haline getiriyorsunuz. Bir tesbihi yaptıktan sonra bütün yorgunluğum bitiyor. Tesbihi tamamlayınca huzur buluyorum. Yüzlerce, binlerce tesbih yaptım diyebilirim… Tesbihimi nerede görsem hemen tanırım.






Çok özel görüp de kendiniz için ayırdığınız tesbihler var mı? Siz de tesbih biriktiriyor musunuz?






Kendim için ayırdıklarım tabii ki var. Ben de beğenip güzel bulduğum tesbihleri kendim için ayırıyorum. Ve bunları hatıra olarak koleksiyonumda saklıyorum.






Türkiye’de tespihçiliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?






Maalesef pek iyi görmüyorum. Şu anda Türkiye’de tabir caizse tesbih işçiliği ölmüş durumda, ya da can çekişiyor. Türkiye’de tesbihten anlayan ve ona kıymet veren usta sayısı çok az. Şimdi her şey ucuz olsun isteniyor. Az önce de anlattım. Bir tesbihin yapımı günler sürüyor… Çin dâhil, Suriye, İran, bu işin fabrikasyon üretimine başladı. El yapımı tesbihlerin sahteleri yapılıyor.






Çırak yetiştiriyor musunuz?






Türkiye’de artık usta yetişmiyor. Sanatkâr yetişmiyor. O kadar sabırlı insanlar bulamadığım için tesbih çırağı yetiştiremiyorum. Kimse yıllarını tesbih işçiliğine vermek istemiyor. İnsanlarımız ne hikmetse hazıra alışmış.






Son olarak tesbih sevdalılarına neler söylemek istersiniz?






Günün birinde bir derviş, bir kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kızın. 'Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına?' diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız. 'Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.' 'Kaç tane?' diye soruvermiş derviş laf olsun diye. Kız durmuş ve şaşkın şaşkın demiş ki: 'İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?' Usulca koparıvermiş elindeki tesbihin ipini derviş...






Nurettin Ustam değerli vakitlerinizi ayırdınız. Teşekkür ederiz.






Ne demek efendim. Ben teşekkür ederim.










Röportaj: İbrahim Ethem Gören
 sayın tesbih tanelerine teşekkür ediyorum

10 Şubat 2011 Perşembe

Cumanız hayr ola...

Dolu-dolu











Rabbimiz!










Geçmiş için manâsız üzülmekten, gelecek için lüzumsuz kaygılanmaktan, bizi muhafaza eyle…






Bu günümüzü dünlerin hüzünlerine ve yarınların endişelerine galip getirme…






Bu günümüzü “deli-dolu” değil, “dolu-dolu” yaşamayı nasip eyle…






Amin.










Cumanız hayr ola...


Akıl Başka Yürek Başka

Akıl Başka Yürek Başka



















Birbirine benzese de


Yel başkadır, külek başka


Itrı da hoş, rengi de hoş


Gül başkadır, çiçek başka.










Her diki yokuş bilme gel


Her meyi meyhoş bilme gel


Her uçanı kuş bilme gel


Kuş başkadır, böcek başka.










Her derdine ortak benim


Her ağrını ten bölenim


Sen çekensin, Ben gelenim


Gemi başka, yedek başka.










Hakkın yolu öz yolumdur


Eğilmeyen düz yolumdur,


Hayırla şer sağ solumdur


Şeytan başka, melek başka.










Bir dileğe ben calandım


Kah kazandım, kah talandım.


Ömrüm boyu haçalandım


Akıl başka, yürek başka.










Dilek oldu benim adım


Pervazlandı kol kanadım


Yetmedi sabrım, inadım


Amel başka, dilek başka.










Bahtiyar Vahabzade


keçiboynuzu

Sultan İkinci Mahmud’a müsahibi Said Efendi bir vesileyle keçiboynuzunu över. Meğer Sultan Mahmud o zamana kadar keçiboynuzunun ne olduğunu bilmiyormuş. Said Efendi’nin keçiboynuzunu ballandıra ballandıra anlatması Padişahın merakını tahrik eder. Bir miktar getirtilir. Sultan, bir tanesini ağzına alır. Biraz çiğnedikten sonra kaldırıp atar. Said Efendi şaşkınlıkla sorar:



- Sultanım, niçin attınız?


II. Mahmut, sonraları darb-ı mesel olacak şu sözü söyler:


- Bre Said; bir dirhem bal için, bir çeki odun yenir mi?


Said Efendi de tebessümle:


- Sultanım, diye cevap vermiş. Bir taht için, bir devletin yükü çekilir mi?






9 Şubat 2011 Çarşamba

tüm hayat bir an gibidir











Bazılarımıza göre, hayat karanlık bir kuyu!..


Son derece ağır bir yük!..


Her gün, her şey biraz daha kötüleşiyor!..


Nokta kadar bir umut ışığı bile yok!..


Böyle düşünüyorsanız bilin ki bu "Müslümanca" bir bakış açısı değil...










Hz. Âdem böyle düşünseydi


Havva'sına, daha sonra da Cennet'ine kavuşamazdı...


Hz. Yusuf böyle düşünseydi, kardeşleri tarafından itildiği karanlık kuyudan dışarı çıkamazdı...


Hz. Yunus böyle düşünseydi, balığın karnında kalırdı...


Hz. İbrahim Nemrud'un ateşinde yanardı...


Peygamberlerimiz en zor anlara bile teslim olmadılar; içlerindeki imana ve iman kaynaklı umuda tutunup, kurtuldular.


Böylece her şart altında umut ışıklarının varlığını ispatladılar.


Bilin ki, umut ışıkları hiçbir zaman tümüyle sönmez:


Çünkü her halimizi gören ve bilen BİRİ var...










Öyleyse umutlanalım:


Hz. Yusuf'u karanlık kuyuda bulup kurtaran,


bizi de güçlüklerden kurtarabilir...


Hz. Yunus'u balığın karnından kurtaran,


bizi de iç karanlığımızdan kurtarabilir...


Hz. İbrahim'i Nemrut ateşinden kurtaran,


bizi de şeytan ateşinden kurtarabilir...


Şu halde "çaresizlik" yoktur... Sadece kendini öyle hissetmek vardır!










Hayat dikkat ister!..


Çünkü bir kere yaşanır.


"Deneme-yanılma" metodu uygulama şansımız yoktur.


Iskaladığınız anları geriye dönüp yeniden yaşayamazsınız.


Tekrar tekrar başlayamazsınız.


Bu bakımdan her an, son an kadar değerlidir.










Yavuz Bahadıroğlu


7 Şubat 2011 Pazartesi

misafirsin

Misafirsin bu hanede ey gönül, umduğunla değil bulduğunla gül, hane sahibi ne derse o olur, ne kimseye sitem eyle, ne de üzül...
hz mevlana











6 Şubat 2011 Pazar

bürokrat

Orta kademeden bir bürokrat görevli olarak



Şehir'den Kasaba'ya doğru gidiyormuş.


Yolda bir köyde, sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş,


Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.


"İmdat" diye bağırmış.


Boğuluyorum. Kurtarın beni!"


O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.


Bürokrat, "Bataklığa düştüm. *


Kurtar beni!"


Köylü, "Geçmiş olsun" demiş


Ama kurtarmak için hiç gayret göstermiyor.


Hani nerdeyse dönüp gidecek.


Bürokrat paniklemiş ister istemez,


"Lütfen" diye yalvarmış.


"Bir dal uzat. Kurtar beni!"


Köylü, "Olmaz" demiş.


"Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin.


Hazine malından bir şey almak suçtur!"


"Sen, dalga mı geçiyorsun" diye bağırmış


Ağzına dolan çamurlarla bürokrat


"Ölüyorum. Kurtar beni!"


Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.


"Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem.


Fakat, seni böyle bırakacak değilim.


Gidip muhtara haber vereceğim.


O kaymakama,


kaymakam da valiyi arar mutlaka.


Malmüdürüne talimat verilir.


Şayet, Hazine arazisi değilse,


İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar..."






"Yahu" demiş bürokrat,


"Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm."


Köylü gülmüş. *


"Ben ölmezsin demiyorum ki" demiş.



"Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!"....:))
 
sayın hatsumomoya selamlar

5 Şubat 2011 Cumartesi

Derdi Dünya Olanın, Dünya Kadar Derdi Olur...Yunus Emre k.s

Derdi bal olanın sabrı dağ olur

Sen sadece bal yapmayacaksın ki, ey kovan hasretiyle yanarken bile güzellikleri gönül havanında dövüp, akıllara durgunluk verici mahsule çevirmesini bilen arı. Sen peteğine kâinatı sığdırıp, kanatlarında arşı taşımanın örneğini verecek, konduğun her çiçeğin lisanını çözmeye çalışacaksın. Çiçeklerin narin yapraklarına buseler kondururken onlara sevgi sıcaklığını kana kana tattıracak, köklerin kara topraktan emdiği suyu, havadan bir nefes, güneşten bir yudum alarak, o güzel kokuya, o muhteşem renge ve o tarifsiz tada dönüştüren nebatın özünde, Yaratan’ın gücünü bulup tefekküre dalacaksın.











Tefekkürü, zerrede Allah’ı bulma, görme, tanıma ve kavrama sanatı olarak göreceksin.










‘Çözümü varsa ben çözer, yolu varsa ben bulurum.’ diyeceksin. Ne yolunun üstündeki engelleri kaldırmakta basiretsiz gördüğün dünü suçlayacak, ne de, ‘Yeter artık gerisini de benden sonra gelen yapsın!’ kolaycılığına kaçacaksın.














Çünkü sen ideal dava eri olmanın üstün vasıflarını üzerinde taşıyorsun ve yüklendiğin bu mukaddes yük,










Her durduğunda sırtında şaklayan bir kamçı,






Her adımında sana bu yükü yükleyenin sevgisini katre katre sunan bir kâse,






Her yorgunlukta seni teselli eden efsunlu bir dokunuş olacak.










Yolunun üstüne her zaman, usaresi bol çiçekler çıkmayacak tabi. Nice kuru dikenlerden bir zerre bal almak için gezecek, yüzün gözün tırmıklar içinde dönecek, ama ‘Eyyüp sabrından’ bir nebze sergilemenin heyecanını, lezzetini yaşayacak, yüzündeki her çiziği, gayretinin silinmez şahidi olarak şerefle taşıyacaksın. Üzülme, gün gelip, sana balın zerresini vermemekte direnen nebat, bahtsızlığına yanacak.










İşin zor, yükün ağır, fakat bu, imkânsızı lûgatinden silenler için mühim değil. Her güzel iş için kollarını sıvadığında, bir hain el, göz kapaklarına kilolarca ağırlıktaki uykuyu asacak. Üst kirpik, alt kirpikle yıllardır hasret çeken sevdalılar gibi buluşacak. Birbirinden ayrılmamak için sarılacak. Yüklendiğin misyonun büyüklüğünü düşünerek, kirpiklerini birbirinden ayırmaya, göz bebeğine, vazifenin üstünde çalışabilecek bir aralık açmaya gayret edecek ve mutlaka başaracaksın. Gecelerin ilerleyen vakitlerinin derin karanlığını aydınlığa çeviremeyen hiçbir gayret başarıya imza atamaz. Çilesinin doruğuna çıkmadığın hiçbir davadan netice bekleme, zîrâ Rabbim, ızdırabını yaşamadığın, külfetini çekmediğin nimeti nasip etmez.


















Korkma, yanına vardığın, üstüne konduğun ve çiçeklerine buse kondurduğun hiçbir bitki senden incinmeyecek. Sen, misafiri eli boş çevirmemek adına sana kucağını açan her bitkinin çoğalmasına, gümrahlaşmasına vesile olacaksın. Sana damla veren, senden derya kazanacak. Her ne kadar yaptığın baldan, usaresini aldığın çiçekler değil, başkaları istifade edecek ise de, sen de çiçeklerin seni tanımasına ve çoğalmalarına vesile olacaksın.














Ucuz kahramanlıklara asla iltifat etmeyecek, gün gelip ejderhaların üstüne yürüyecek, gün gelip yaban arılarının uzağından sıvışacaksın. Sana, misyonuna zararı olan hiçbir zevkin içinde olmayacak, tûl-ı emelle dolmayacaksın.














Ve bu sabrının karşılığında, kara bir kovanın içinde, hesap makinesiz, metresiz, cetvelsiz, gönyesiz, iletkisiz, logaritmasız, türevsiz, integralsiz, hep birbirinin aynı mükemmel altıgenlerinle akıllara durgunluk veren bir eser ortaya koymanın huzuruyla ödüllendirileceksin. Sadece şekille mi?... Hayır, lezzet üretmek üzere kurulan fabrikaları kıskandıran bir tatla, kokuyla, kıvamla, besin değeri ve kalori özelliğiyle dilleri susturacak, başları döndüreceksin.














Ve herkes anlayacak ki; arı sabrı olmadan bal yapılamaz...






Ve yine herkes anlayacak ki; derdi bal olanın, sabrı dağ olacak!