26 Temmuz 2012 Perşembe

Eğer Belaya Uğrarsan

altRasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- şöyle buyurmuşlardır:
“Erkek olsun kadın olsun, bir mü’min, Allah’ına günahsız tertemiz kavuşuncaya kadar başından, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.
Sabrın ehemmiyeti çok büyüktür. Allah azze ve celle hazretleri kullarını dâimâ imtihana tabi tutar. Kul bunu büyük bir gönül hoşluğu ile teslîmiyet ve sabır ile karşılarsa bir çok ibâdetlerle elde edemediği derecelere terakkî eder. Zâhiren birçok kerih gördüğümüz şeyler vardır ki, hakîkatte bizim için hayırlıdır. Çok defa da hayır gördüğümüz şey vardır ki bizim için fâidesizdir, hatta zararlıdır. Çünkü herhangi bir şeyin sonucunu ancak, Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri bilir.
Allah Teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurur:
“Rahmetime kavuşması için, gönderdiğim sebepler içerisinde bir kuluma rahmet ederim. Çünkü onun günahlarını bu hastalık sebebiyle affedeceğim. Cennetteki derecesini bununla artıracağım.”
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Şüphe edilen altını ateşle muayene ettikleri gibi, Allah Teâlâ insanları dert ile imtihan eder. Bazısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar, bazısı bozuk olarak çıkar.”
Yine buyuruyorlar:
“Mü’minlerde üç şeyden birisi bulunur: Kıllet; yokluk, yani fakirlik. İllet; hastalık. Zillet; yani hor görülme.”
İbrâhim Düssûkî -kuddise sirruh- hazretlerinin tavsiyeleri şöyledir:
Bir hak yolcusu, fakr hâlini kolay bulamaz. Ta şu hâlleri özüne sindirinceye kadar.
Cümle kulların işini görürken, eziyetlerini bir taşıyıcı olacak ki, bu hâli Allah Teâlânın kullarına bir ikram, sayılır. Niyetinde başka bir şey yoktur.
Sonra kendisine eziyet edene, eziyet etmez.
Üzerine düşmeyen, dünya ve âhirete faydası olmayan sözü de söylemez.
Bir musîbete uğradığı zaman bağırıp çağırmaz.
Hiç kimsenin gıybetini etmez ki, bunu yapmakla harama dalmaktan korunmak ister. Şüphelere dalmamak için kendisini gıybet etmemek sûretiyle tutar.
İmtihan yoluyla bir belâya uğradığı zaman sabreder.
İntikam almaya gücü yettiği hâlde bağışlar, bırakır.
Dik başlı gezmek âdeti değildir.
Yer yüzü onun maddî varlığı ile mâmur olur. Semâ ise kalbi ile...
Tuttuğu yol, öfkesini yutmaktır. Yutkunmaktır. Dağıtmaktır ve dâimâ tercihtir. Aftır. Müsâmahadır.
Hakkında söylenen, sevmediği şeylerin hepsini kabullenir.
Osman Nûri Hîrî -kuddise sirruh-:
Sabırlı, sıkıntılara katlanmayı huy edinendir, buyurmuşlardır.
Abdullah bin Mübârek -kuddise sirruh-:
Musîbet birdir. Musîbetin geldiği kişi feryat-figan eder, sızlanırsa iki olur: Biri musîbet, diğeri sevabın gitmesi. Bu musîbet öncekinden daha büyüktür. Sabredenin karşılığı ise hesapsızdır. Yani sabredenlere verilen sevabın miktarını Allah teâlâdan başka kimse bilmez.
Abdulkadir Geylânî hazretleri  buyurur ki:
Cenab-ı Hakk’tan geçmiş günahların için mağfiret iste. Bundan sonra o günahlardan başkasının gelmemesi için yalvar. İlâhî emirlere uymak için Allah’tan yardım iste. Kaza ve kaderin gelmesini hoş karşıla. Belâlara karşı sabırlı ol. Elindekilere şükret. Elindekilerin kadrini bil. Ölüm gününü hayırla netîcelendirmeğe bak.
Cenab-ı Allah’tan dünyayı isteme. Belânın gitmesini, fakrın geçmesini, zenginliğin gelmesini isteme. İçinde bulunduğun mânevî hâlin gitmemesini iste. Belâ mı senin için hayır getirir, yoksa dünya rahatlığı mı? Acaba zenginlik mi hayır getirir yoksa fakirlik mi? Bilemezsin hangisi hayırlıdır. İşlerin içyüzünü bilmek sana saklıdır.

Sâdık Dânâ
Altınoluk Dergisi;2012 - Şubat, Sayı: 312, Sayfa: 031

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...