27 Kasım 2012 Salı

oldum diyen solmuştur



Bugün Âdemoğlu, mağdûr olarak indirildiği yeryüzünde hiç olmadığı kadar mağrûr. Zor zamânını yaşıyoruz artık dünyânın, âhir zamânını. İnsânın insânlığını ne oranda muhâfaza ediyor olduğu koca bir muammâ oluverdi birden! Bu hengâmeler içerisinde insân kendi imtihânını nasıl oynayacak?
İnsân, yapısı gereği zayıf! Hele ortam büsbütün yozlaşınca daha da zayıflıyor zayıflığı! Kendisini “zamânın rûhu”na uydurup hiç farkında oluvermeksizin duyarsızlaşıyor, deformasyona uğruyor. Ortamın havasına göre bukalemunvârî tavırlar içerisinde renkten renge bürünüveriyor. Niye mi? Dedik ya: insân zayıf…
En önce kaybettiği şey ise “tevâzu”. Mütevâzi olmayı nedense insânın fıtratı oldum olası kabûllenemiyor. En önce mütevâzilik derisinden sıyrılıp çıkıveriyor fırsatını bulur bulmaz. Sonra ise azıyor! “Muhakkak ki insân kendini müstağnî gördüğü zamân azar” (Alâk; 6,7) diyor Qur’ân. Kendini müstağnî görmek ne demek? “Ben kendi kendime yeterim” dediği zamân insân, kendini müstağnî görmüş demektir. Öyle ya, “oldum diyen solmuştur”. Esâs mes’ele tevâzuda…
Tevâzu fevk’âlâde ehemmiyyetli. Niye mi? Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], İmam Muslim’in naqlettiği bir hadîste buyuruyor ki: “Muhakkak ki Allah bana mütevâzi olmamı emretti/vahyetti” (ve innallahe evhâ ileyye et-tevâde’û). İnsân, tevâzuyu elden bırakınca, aslında insânlığını elden bırakıyor. Elvedâ diyor bütün güzel hasletlerine. Yerine mağrûr, kendini beğenmiş bir tip oluveriyor. Tekebbürlük taslayıp kendini yükseklerde görüyor! Hâlbuki insân tevâzu ile kanatlanır, uçar yükseklere!
Hadîs “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler” diyor. Öyleyse nedir birinin diğerinden üstünlüğü? “Allah katında en hayırlınız, taqvâca en üstün olanınızdır” (İnne ekremekum, indallahi etqaakum). Formülasyonu bu Qur’ân’ın. İnsâna maddiyyât üzerinden değer biçmiyor. Onu rûhu ile tanımlayıp taqvâ ile “değer”lendiriyor. Ne müdhiş bir mânâ idrâki!
Bu gün nedense daha bir zor mütevâzi olabilmek! Televizyonlar, kapitalizm denilen sahte sistem ve dahi yaşamaya alıştığımız bugünkü hayâtımız bize hep daha fazlasını istememizi telkîn ediyor. Hep daha fazla, hep daha fazla! Alçaklarda olanlara değil, yükseklerde olanlara bakmamız istenmiyor mu? “Yakala apar, tut kopar, seni kim tutar” demiyor mu kişisel gelişim kitâbları? Hep bencilliği/egoizmi pompalamıyor mu rûhlarımıza?
Televizyon, bugün tıkır tıkır işleyen sistemin en önemli aracı. “Televizyon, hayâtı geliştirmaz, yaşanılamayan hayâtların yerine sahtelerini sunar” diyordu ya hani Cemîl Meriç. Aynen öyle işte. İnsânlar tv’de buluyorlar hulyâlarını. Hulyâlarda yaşıyorlar, hep daha fazlasını istiyorlar, bir türlü hâllerinden memnûn olmuyorlar…
Jeeplere binmek, havuzlu villalarda yaşamak herkesin arzusu. Hâlbuki Picasso’nun vicdânının dillendirdiği “Çok para ile bir faqîr gibi yaşamak istiyorum” (I would like to live like a poor man with lots of money) feryâdı, bugün kimselerin umûrunda değil!
Hz. ‘Alî’nin deyimiyle “insânlardan bir insân olmak” olmalı insânın insânlık formülü. Yapılan bir araştırma dünyâda 1 milyar insânın aç olduğunu gösteriyor, diğer bir araştırma ise (sâdece) üç yüz küsûr zenginin dünyâdaki malların yarısına sâhib olduğunu! “Beşerin adli masal” diyen Âkif’in terennümü tecessüm etmiş demek ki! İşte insânın adâleti. İşte azgınlığın sonucu!
Herkesin “lüks” bir hayât yaşamasını temennî etmek elbette bir ütopya, bir balon. “Balonların gurûru iğnelerle karşılaşana kadardır” diyor Selâhaddîn Şimşek. İyisi mi biz iğneyi elimize alalım. Dünyâdaki herkesin “lüks” bir hayât sürmesini temennî etmek demek, dünyâ kaynaklarının iki kat daha fazla sömürülmesi demek oluyor! Buna da yaşlı dünyâmızın cevâb veremeyeceğini söylüyor bilim adamları! Demek ki herkes “lüküs” bir hayât yaşayamaz. Öyleyse kendimizi frenlemeli değil miyiz?
Tüketim çılgını, kendini bilmez, başkalarını ise hiç düşünmez bir insân tahayyül edilebilir mi? Edilemez elbette; ama bugün hayâl edilemez olan bu tip insânlarla dolu dünyâmız! “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / Umûrunda mı dünyâ” diyordu ya şâir, işte böyle bir insân sürüsü…
Hulâsâ; bugün, haddini aşan, kazandıkça kendisini kaybeden, kural tanımayan, mazlûmu unutan, hep daha zengin olmayı, daha çok kazanmayı düşünen, hep daha fazlasını isteyen, hiç tatmin olmayan bir insânlığın pençesindeyiz. Soru ise şu: Müslümanlar için bu tip bir hayâtı yaşamak “meşrû” olarak addedilebilir mi?
Oğlu, Abdurrahmân b. Avf’ın önüne iki çeşit yemek getirince Abdurrahmân b. Avf ağlamaya başlar ve oğlunun, sebebini sorması üzerine “Korkuyorum” der: “Mus’ab benden daha hayırlıydı, fakat onu gömmek için bulduğumuz kefen bir yarısını kapattı, vücûdunun diğer yarısı açık kaldı. Hamzâ benden daha hayırlıydı, fakat Uhud’da onu kefensiz olarak gömdük. Korkuyorum oğlum! Acaba yaptıklarımızın karşılığını Allah bize dünyâda mı veriyor?” Faqîr de Abdurrahmân b. Avf’ın korktuğu şeyin aynından korkmakta! Ya siz?
alıntıA 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...