31 Ocak 2012 Salı

İnsanın Kendi Kendine Tuzakları







İNSAN; Allah'ın yeryüzünde kendisine halife olarak en güzel surette yarattığı mükerrem bir varlık. Manevi yapısı ve taşıdığı değerler itibariyle kainatın gözde varlığı. O'nun asıl değeri Cenab-ı Hakk'ın kendisinden bir nefha olarak lütfettiği ruhî tarafıdır. İnsan rûhî-ilahi yönü itibarıyla ebedidir ve ebediyete tutkundur. Zaten onun, bu mükemmeliyette, 60-70 sene gibi çok kısa bir ömür süresi için dünyadaki fani zevk ve lezzetlerle oyalansın diye yaratıldığı düşünülemez. Öyleyse insan, ezelden gelip ebede gidiyor.






İnsanoğlu, bu yolculuğunda bir takım konaklardan geçmektedir. Bunlardan ilki Elest bezmi denilen ruhlar âlemi, ikincisi ruh ile cesedin buluşmasından ve ilahi cevherin ten kafesine konulmasından sonraki konak, yani dünya hayatı. Üçüncüsü ölümle başlayan sûrun üfürülüşüne kadar devam eden kabir hayatı. İkinci surla başlayan ve sonsuza dek devam edecek olan ahiret ve ebediyet...






EBEDİYET konağındaki ikramlar ve cezalar da ebedi. Bu yüzden orada saadet şerbetini içebilmek bu yolculuğu kazasız, belasız tuzaklara tutulmadan ilahî rotaya uygun olarak tamamlamakla mümkündür.






Şeytani vasıfların ve kötü sıfatların merkezi sayılan nefis, ebediyet yolculuğunda insan için en büyük tehlikelerin ve tuzakların kaynağıdır. Nitekim Efendimiz (s.a) "Senin en büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir." buyurmaktadır.






Nefsin insan için hazırlayabileceği tuzak ve tehlikeleri şöylece maddeleştirmek mümkündür:






1- Şehvet: İnsandaki yeme, içme ve cinsiyetle ilgili arzulara genel olarak şehvet adı verilir. İnsan hayatının devamı yemeye, içmeye, neslinin devamı cinsel arzuya bağlıdır. Bu arzular insanı hayata bağlayan vasıtalardır. Ancak bu duygular kontrol edilmezse ilahlaşır ve insan, isteklerinin kölesi olur. Nitekim "Nefsinin arzularını ilah edineni görmez misin(1) buyurulmuştur. Aslında insanda abdiyet (kulluk) sıfatı vardır. Allah'a kul olan şevhetine ve duygularına hakim olur. Allah'a kul olmayan kulluk sıfatını ve özelliğini şehvetine ve hislerine yönlendirmiş olur. Böylece dünyaya, masivaya ve şehvetine kul olur. Şu ayeti kerime bunu ifade etmektedir:Oğulları, kadınları, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.(2)






NESLİN devamını sağlayan cinsel arzuların aşırı doygunluğu da yeni sapmalar doğurur. İslamın getirdiği hicab yani örtünme emri ve iki cinsin ihtilat yasağı bu bakımdan manidardır. Hicab ve ihtilat yasağı iki cinsin birbirlerine karşı duygularını diri, ilgi ve sevgilerini canlı tutar. Kadın ve erkek ihtilatının çok olduğu, tesettürün mevcut olmadığı toplumlarda bu tip sapmaların çokluğu buna en güzel delildir.






2 - Hırs, tûl-i emel ve mal sevgisi:






İNSAN taşıdığı ebediyet duygusunun bir yanlış saplantısı olarak hırs ve tûl-i emel sahibidir. Dünyayı ebedi imiş gibi zannederek ona sıkı sıkıya sarılır. Gördüğü sayısız ölüm vak'asına rağmen kendi ölümünü hatırına bile getirmek istemez. Dünya cazibesi onu aldatır ve bir türlü doymak bilmeyen arzularını tatmin gayret ve çırpınışı içinde günlerini, aylarını ve ömrünü heba eder, gider.






Hırs ve tûl-i emel insana yıllar sonrasının ihtiyacını hatırlatır, lakin burnunun dibinde aç komşusunu göstermez, gözünde perde olur. İnsanlardaki istekler namütenahidir. Bunların tatmini mümkün olmadığı halde insanı oyalar durur. Çünkü "Herşey tamam olsa mutlaka bir noksan kalır" denilmiştir.






"Mal canın yongasıdır." Fakat mal sevgisi ve mala sahip olma tutkusu çoğu zaman insanı mala esir eder. Bu sefer mal ve servet malikine sahiplik etmeye başlar, insandaki hırs ve dünya sevgisi ile mal biriktirme arzusu insan yaşlandıkça artar.






Mala tutkuyu azaltmanın en iyi yolu, dünyevi durumu düşük olan kimselere bakmak ve lüksü bırakıp itidalli bir yaşayışa razı olmaktır. Bugünün en büyük tutkusu lüks düşkünlüğüdür ki, sebebi hırs ve tûl-i emel olsa gerektir.






3. İtibar ve riyaset duygusu :






İTİBAR ve riyaset duygusu, başkalarını kendi maksat ve arzularına hizmet ettirmek için onların gönüllerini kazanma arzusundan neş'et eder. Veya bir başka ifade ile itibar, "takdir edilme, beğenilme arzusudur", hemen herkes başkaları tarafından beğenilmekten hoşlanır. Herkesin nazarında üstün görünmek kimin hoşuna gitmez ki? Bu hemen her insanın meftun olduğu bir zaaftır. Bu zaaf genellikle şekil ve usul değiştirerek ve çoğu zaman "hizmet" adı altında insana müptela olur. Kontrol edilmezse insanı mevkii ve itibar sevgisiyle sarhoş hale getirir. "Koltuğa çakılı" mevki tutkunları türetir. Seyr ve sülûkten geçmiş sûfilerde bile en son ıslah edilebilen duygu, riyaset ve itibar duygusudur. Bazen mal sevgisi de bu duygu saikıyla gelişir ve insanı mal sahibi olarak itibar kazanmaya yönlendirir. Şöhrete meftun bir takdir duygusu, bu işin afeti sayılır. Bundan korunmak için Peygamberimiz idarî işlerde talip değil matlup olmayı tavsiye buyurmuştur. Çünkü riyasete talip olmak vasıtayı gaye yerine ikame etmektir.






Gaye yerine ikame olunan vasıta insanı gayeye ulaştıramaz; aksine uzaklaştırır.






İNSANDAKİ itibar duygusunun ibadet ve amellerde ortaya çıkmasının adı riyadır. Riya genellikle takdir görmek, böylece mal veya mevki elde etmektir. Riya takdir arzusuyla insanın içindeki duygunun hilafına hareket etmesi demek olduğundan psikolojik bir zaaftır. Hatta tabir caizse çift şahsiyetliliktir. Riya duygusu çoğu zaman çok masum pozisyonlar yakalayarak insanın ayağını kaydırıp sürçtürür. Çünkü nefis doğrudan harama sürükleyemediği kimseyi riya vasıtasıyla günaha çekmek ister. Bunda belli ölçüde muvaffak da olur. Bu yüzden iç dünyamızdan gelen bazı ısrarların sebeplerini iyi araştırmak gerekir. Kılık kıyafet ve şekle bağlı davranışlarla nafile ibadetler, insanı riyaya düşürüp amelini mahvetmek üzere kurulmuş en mühim tuzaklardır.






4- Kendini beğenmek:






KİBİR, kendini başkalarından üstün görmek, ucûb ise kendini beğenmektir. Şeytan'ı Adem (a.s)'e secdeden alıkoyan kendini beğenmesi ve kendini Adem'den üstün görmesidir. Nefis, insanda şeytanî duyguların mahalli olduğundan devamlı surette kendini beğenme duygusunu tahrik etmektedir. İlim, servet, neseb, güzellik, kuvvet, kudret ve mevki bu duyguyu harekete geçirip, güçlendiren amillerdir. Halbuki bunların hepsi Hakk vergisidir. Bunlara güvenmek, bunlarla övünmek insanın kendisinin kazanmadığı şeylerle avunmasıdır ki, psikolojik bir arızadır.






5- Kıskançlık:






Kıskançlık kinin, kin de öfkenin neticesidir. Bu yüzden öfkelenmeyi azaltacak davranışlar içinde bulunmak kini, dolayısıyla kıskançlığı azaltır.






Hased, taksim-i ilahiye razı olmamaktır. Bu yüzden hasedci evvela iman açısından tehlikeye düşer. Şu kadar var ki hased, hased edilenden önce hased edeni yiyip bitiren adil bir hastalıktır.






İNSANLAR arasındaki kavgalar, meslektaşlar arasındaki çekişmeler, genellikle hasedden kaynaklanır. Aslında hased, başkasının sahip olduğu mal ve imkanın yok olmasını istemektir:"Bende yok onda da olmasın"






Gıpta ise "Onda var aynısı bende de olsun" talebinde bulunmaktır ki meşrudur. Kıskançlık ibadetlere varıncaya kadar bütün fiillerde ve duygularda görülebilir. Tedavisi taksim-i ilahîye razı olmak ve Yusuf Sûresini bolca okuyup ibret almaktır.






İnsanın kendi kendine hazırladığı bu tuzaklardan kurtulabilmesi, iyi bir nefs terbiyesine bağlıdır. Yani insan projeksiyonunu kendine çevirerek kendi kusurlarıyla meşgul olma alışkanlığı kazanabilirse, bu tehlikeleri azaltmış sayılır, ideal, örnek şahsiyetler edinmek ve onlara benzemeye çalışarak bu tuzakları atlatmak mümkündür.






Hasan Mısırlı, Altınoluk Dergisi.






2 yorum:

  1. Ne kadar da hayatımızın içinden şeyler anlatmışsınız. Ama insanoğluyuz. Beşeriz şaşmaya da çok müsaitiz :(

    YanıtlaSil
  2. evet malesef ..sayın neslince teşekkürler

    YanıtlaSil

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...