23 Mayıs 2013 Perşembe

insanın yaratılması

İnsanın Yaratılması

Kainatın hâlıkı ve mâliki olan Allah Teâlâ, kendi varlığının bilinmesi için “insan”ı yaratmayı murad etti. Daha önce sadece ibabet etmeleri için yarattığı meleklerine isteğini şöyle açıkladı:
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. ”(Bakara / 30)


Allah’ın bu buyruğu karşısında melekler tevbe ettiler :
“Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin, dediler. ” (Bakara / 32)

Halife: Allahın iradesini yeryüzünde temsil eden demektir.
İnsan: İlahi bir san’at harikası olduğu için hem zahiri, hem de batını ile halifedir.

Meleklerin böyle tedirgin olmalarının sebebi daha önce yaratılıp yeryüzüne gönderilen cinlerin fitne ve fesad çıkarıp kan dökmeleri üzerine Allah’ın meleklerden bir ordu yollayıp onları helak etmesidir.
Allah Teala bu isteğini yerine getireceği zaman toprağa:
“Ben, senin toprağından kendime halife yaratacağım. Onlardan bana itaat edenler ve isyanda bulunanlar olacaktır. Bana itaar edein kimseyi cennete; isyan eden kimseyide cehenneme sokacağım. ” Diye ilham etti.
Allah yeryüzünün ayrı ayrı yerlerinden bir avuç toprak almakla görevlendirilen dört meleği: Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail (a. s) yeryüzüne gönderdi.
Melekleri bu emri yerine getirmek için yeryüzüne indiklerinde, yer;
“Bu alacağınız topraktan insan yaratılacak ve o, Allah’a asi olacak; bu yüzden cehenneme girecek. Neticede benim bir parçam cehennemde yanacak!. . ” diyerek toprağını vermek istemedi.
Bunun üzerine Cebrail, Mikail ve İsrafil (a. s) yeryüzünden bir şey alamadan Rablerinin katına döndüler.
“Ya Rabbi, yer sana sığındı. Cehennemde yanmak üzere toprağını vermekten çekindi. Bizde kendisini zorlamayı uygun görmedik!” dediler.
Ancak Azrail (a. s) yeryüzünün bu sığınmasına:
“Ben de Allah’ın emrini yerine getirmemiş olarak katına çıkmaktan O’na sığınırım. ” Dedi ve yeryüzünü muhtelif yerlerinden çeşitli renklerde(kırmızı, sarı, siyah) topraklar aldı. Sonra bunları karıştırarak Allah teala’ya arzetti. (Azrail (a. s. ) bu kararlılığından dolayı O’na ruhları kabzetme vazifesi verildi. [1]
Buradan cemadat olarak bildiğimiz varlıkların bile kendilerine ait sorumluluklarının ağırlığını fark edebilecek bir şuura sahip olduklarını görüyoruz.
Nitekim Peygamber efendimiz (sav) bir defasından beraberinde Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Ali (r. a) ile birlikte Uhud dağına çıkmışlardı. Uhud sallanmaya başladı. Rasulullah efendimizde:
“Sakin ol ey Uhud! Üzerinde bir nebi, bir sıdık ve iki şehid var!” buyurdu. ( Tirmizi, Menakıb, 18/ 3703)
Öyle ki cemadat, nebatat ve hayvanatın her biri kendi dillerinden Rab’lerini hamd ile tesbih etmektedirler. Bu hususta İsra suresi 44. Ayeti kerime de Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız! O, Halim’dir, Gafur’dur. ”
Allah Teala murad etmediği sürece hiçbir şey olmaz O murad eder ve her şey gerçekleşir. Biz insanların ibret alması için Meleklerin Allah’a soru sormalarının da hikmetleri vardır. Bunları kısaca dört başlık altında inceleye biliriz.

1- Melekler, insanın yaratılış hikmetinin ne olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Yoksa bunu îtiraz olsun diye veya Hazret-i Âdem’e hasetlerinden dolayı yapmamışlardır. Zîrâ nassların bildirdiğine göre meleklerde Allâh’a isyan ve îtiraz etme vasfı, haset ve kin gibi kötü huylar bulunmaz.
2- Meleklerin, insanın yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini levh-i mahfuzdan öğrenmiş olabilecekleri ihtimâli bulunmaktadır. Bu yüzden böyle bir suâl sormuş olabilirler. Nitekim bâzı kelâm âlimleri, meleklerin levh-i mahfûzu görüp okuyabildiklerini söylemişlerdir.
3- Hak Teâlâ daha önce bu durumu onlara bildirdiği için böyle bir suâl sormuş da olabilirler.

Bir başka görüşe göre de melekler, cinlerin bozgunculuk ve fesad çıkardıklarını daha önceden bildikleri için bu suâli sormuşlardır.

Yaratılış ve Evreleri

Allah Teala insanı çamurdan yarattığını şu ayeti kerimle ile müjdelemiştir.
“Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi. ” (Al-i İmran / 59)
“Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, degişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır. ” ( Fatır / 27-28 )

Bu hususta Peygamber efendimiz (sav)’de şöyle buyurmuşlardır:
“Allâh Teâlâ, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izâfeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (yâni muhtelif istîdâd, husûsiyet ve karakterde) dünyâya gelmiştir. ” (Ebû Dâvud, Sünnet, 16)

Allah Teala bir kudsi hadisle; “Allâh, Âdem’in hilkat toprağını kırk gün eliyle yoğurmuştur. ”(Taberî, Tefsir, III, 306) buyurmuşlardır. Burada belirtilen günlerin keyfiyeti bizlerce meçhuldür. Yani bizim idrak edebileceğimiz şekilde somut örneklerle dile getirilmiştir.
Yine mecazi anlamda bizim aklımızla idrak edebileceğimiz şekilde insanın yaratılışı şu şekilde anlatılmıştır.
Ademin yaratıldığı çamur kırk sene kendi haline bırakıldı. Kalıp olarak pişti. Üzerine otuz dokuz sene hüzün yağmuru, bir sene sürur yağmuru yağdı. Bunun için ademoğlunun hüznü, sürurundan daha çoktur. Hikmet ehli kimseler “İşte dünya! Şayet bir gün güldürecek olsa, günlerce ağlatır. ”
Burada bahsedilen yağmur maddi değil manevi bir tecellidir. Mecazen yağmur olarak bildirilmiştir.
Her hüzünden sonra mutlaka sürür gelir bunu bir çok örneği yaşanmıştır ve hayatımızda da yaşamaktayız. Bu konuyla ilgili benim en çok hoşuma giden ifade de:
“Her taiften sonra bir miraç vardır. ”ifadesi. Peygamber efendimizin taifte ve taif öncesi ilk eşi Hz. Hatice’nin vefatı ve amcası Ebu Talibin vefatıyla üzülüp Taife gitmesiyle orada da taif halkı tarafından taşlanmasıyla yaşadığı büyük hüzün karşısından gösterdiği sabır ve teslimiyet karşısında yaşadığı miraç hadisesidir.

İnşirah suresi 5. Ve 6. Ayeti kerimelerde:
“ Şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten bu zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. ”Buyurmuşlardır. Ayette bir zorluk ve karşılıdan verilen bir kolaylıktan ve yine aynı zorluk karşısında bir kolaylık daha verileceğinden bahsedilmektedir. Bu da başımıza gelen hüzünler, musibet ve imtihanlar karşısında göstermiş olduğumuz teslimiyet ve sabrın derecesine mukabil hem dünyada hem de ahirette göreceğimiz kolaylıktır. Muhakkaki dünya, çeşitli çilelerle dolu bir imtihan mekanıdır. Bakara süresi 155-157. Ayeti kerimelerde Allah Teala bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:
“And olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırma (fakirlik) ile imtihân ederiz. (Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler ki, kendilerine bir belâ geldiği zaman: «Biz Allâh’a âidiz ve biz, elbette O’na döneceğiz!» derler. İşte Rablerinden mağfiret ve rahmet hep onlaradır. Ve hidâyete erenler de yalnız onlardır. ”
Cemadat ve nebatat bile umumi bir sabırdan sonra olgunlaşır. Baharın gelmesi, toprağın kış mevsiminde çektiği çileden sonradır. İnsan da çile ve sabırla olgunlaşır. Kamil insan haline gelir.
Yaratılış evrelerini şu ayeti kerimelerle anlatabiliriz;
“…(Allâh) Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona «ol» dedi, o da hemen oluverdi. ” (Âl-i İmran, 59)

İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın hususiyetlerini üzerinde barındırmaktadır. Toprak killi, kumlu, sert ve yumuşak olduğu gibi insanlarda da tabiat gereği huy olarak farklılıklar vardır. Kimyada elementleri benzeri olan elemenler çözer örnek verirsek toprağa atılan bir plastik parçasının toprakta çözülmesi için yaklaşık 2 bin yıl geçmesi gerekmektedir. İnsan ise topraktan yaratıldığı için 2-3 sene içerisinden toprakta çözülür. Ve toprakta bulunan bir çok madde insan vücudunda da vardır ve eksiklikleri durumda sağlıkları bozulur. Hatta öyleki insanın vücudunda taş ve solucan bile oluşur. Topraktan yaratılan bir varlık toprakta bulunan varlıklar, elementler ve maddeleri içermesi gayet doğaldır.

Toprak çiynenir, üzerine basılır ve her türlü çöp atılır ama toprak hiçbir zaman kendisine bunları yapana karşı çıkmaz ve yol selametliği verir insanların bir yerden bir yere ulaşmasında yardımcı olduğu gibi binalar inşa etmelerinde de yapı taşıdır. İşte bu yüzden insanda da tevazu ve alçak gönüllülük gibi vasıflar bulunmaktadır ve toprağın hareketsizliğinden dolayı da insan da atalet ve tembellik gibi vasıflarda vardır. Toprağın üzerine atılan pislikleri örttüğü gibi insanında kendisine söylenen kötü sözleri örtmeli, gözleriyle gördüğü ayıbı kapatmalıdır.
İnsan topraktan geldi, topraktan beslenir ve toprağın üzerinde yaşar ve yine yaratıldığı yerde fena olacaktır.

Toprak mütevazdir: Herkesin pisliklerini içine(sinesine) çeker. Hiç toprağa attığınız bir şeyin çöp veya tohum geri püskürttüğünü gördünüz mü? Hata çöplük bile olsa onu işler içinde sindirir ve tekrar bize petrol olarak sunar attığımız tohumu sabırla işler ve meyve ağacı olarak sunar. İnsanda toprak gibi kendisine atılan veya verilen veya gördüğü kötülükleri, yanlış ve hataları, hatalı kimseleri geri çevirmemeleri onlara doğruyu güzeli öğretip insanlığa kazandırmalıdır. Çocuklarda bulunan İslam tohumunun yeşermesine katkıda bulunmalıdır.
“Paspas olmadan baş tacı olunmaz demiş büyüklerimiz. ”

Toprak cömerttir. Yazın sıcaktan kurur, kısın soğuktan çatlar ama bahar geldiğinde çektiği çileleri unutur ve yeniden yeşerir çiçek açar meyvelerini verir. Defalarca çektiği bu çileler ve sıkıntı karşısında hiç bir zaman bıkmamıştır.

Öyle topraklar vardır ki insanı üzerin de yürüdükçe yürüyesi gelir verdiği güzel kokusu ve bin bir çeşit ikrama doyulmaz. Fakat öyle topraklarda vardır ki balçıktır, yanına bile yaklaşılmaz, üzerinde yürünmez yürümeyi deneyenin ya üzerini pisletir yada senide o pisliğin içerisine çeker alır. Üzerinde çiçek bitmez sineklerden başkası uğramaz.

İşte insanda böyledir. Öyle insanlar vardır ki. Herkes etrafında pervanedir bilgisinden, anlattıklarından hal ve hareketlerinden faydalanmak güzel şeyler öğrenmek isterler. Öyle insanlarda vardır ki balçık gibidirler. Etraflarına yaydıkları kötülüklerin, çirkinliklerin, fitne ve fesadın haddi hesabı yoktur. Yaptığının kendisine zararı olduğu gibi etrafındakilere zararı olur, şeytan gibi etrafındakilerin sağından yaklaşarak fark ettirmeden onları da batağın içine çeker.
Sıcaktan kuruyan toprağın bir damla suya ihtiyacı olduğu gibi, insanın ruhu da bir damla rahmet suyuna ihtiyaç duyar.

“Allâh yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da çamurdan başlamıştır. ”(es-Secde, 7)
Topraktan sonra Allah Teala insanın yaratırken suyuda kullanmıştır ki insanın vücudunun %66’nı sudur. İnsan topraktan yaratıldığı için toprağı özelliklerini aldığı kadar suyun da bir çok özelliğini almıştır. “çamur” evresinde suda devreye giriyor. Su; temiz ve temizleyici bir özelliğie sahiptir. Temizliği ve saflığı temsil eder. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır; “ Temiz ve temizleyici olan iki şey vardır bunlardan biri su diğeri de Müslüman insandır. ” İnsanda su gibi temiz ve temizleyici olup, temiz ve saf bir kalbe sahip olmalıdır. Bu açıdan su insanda iffeti, namusu ve maddi –manevi temizlik duygularını temsil eder. Ayrıca bulunduğu kabın şeklini alan su bulunduğu ortama göre buz olur, bulunduğu ortamın kokusu üzerine siner. Bu açıdan da insanın kalbi bulunduğu her ortama hemen uyum sağlar. Her yöne meyilli olan kalp kişi istemese de fark etmeden meyyal eder. Yine yaşam şartlarına göre buz olan su gibi gaddar ve vurdum duymaz olabilir.

“…Şüphesiz Biz onları (Âdem ve neslini) yapışkan bir çamurdan yarattık. ” (es-Sâffât, 11)
Yapışkan olmak, kopmamak; insanın sadakat duygusunu ve bağlılığını gösterir. İnsanın bir isteğinde inat etmesi ondan vazgeçmemesi ve müdafaa ve fikirlerin de ısrarcı olması da bu safha neticesindedir. Ayrıca bu açıdan da insan dik kafalılık ve asilik vardır. Dediğim dediktir. İstediği bir şeyi kazanana kadar inat eder. Bu yüzden insan istedikten sonra başaramayacağı hiçbir şey yoktur diyebiliriz.

“And olsun Biz insanı, (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. ” (el-Hicr, 26)
Bu sefer devreye hava da giriyor. Ayeti kerimeden “havada kurumuş çamur” safhasında “hava” insanın çamuruna hareketlilik getirmiştir. İnsan tabiatındaki istikrarsızlık, döneklik, ahde vefasızlık ve yıkıcılık vasıfları bu safhanın neticesidir.

“Hani, Rabbin meleklere demişti ki: «Ben (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir insan yaratacağım. »” (el-Hicr, 28)
“şekillenmiş balçık” bu safhayla da insanın terbiye edilmesine, öğrenmesine ve öğretmesine işaret eder. İnsan terbiyeye muhtaçtır. Terbiyede insanda bulunan hasletlerin, özelliklerin edep ve adap kalıbına girmesidir. İnsanın kendisine verilmiş olan özelliklerini aklıyla doğru bir istikamette kullanmasıdır.

“Allâh, insanı, ateşte pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. ” (er-Rahmân, 14)
Bu safhada da “ateş” devreye girmektedir. İnsanın kibir, gurur, kıskançlık, hased, karşı gelme, kuralları çiyneme ve aldatma gibi özellikleri de bu safhanın neticesindedir. ayrıca ateş olgunluğunda bir işaretidir. Başına gelen olaylar kaşısın da pişmek ve olgun bir mertebeye ulaşmaktır.
“Hamdım, piştim, yandım” der Hz. mevlana
Donarakta şekil alabilirdik ama Allah Teala pişirerek şekil vermiştir. Yaşadığımız olaylar karşısından onları doğru bir istikamette kullanarak yanmamız yani olgunlaşmamız gerekmektedir.
Müminun süresi 12-14 ayeti kerimelerinde insanlığın Adem (a. s)’den sonra ki yaratılışı şu şekilde özetlenmiştir.
“And olsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (ana rahminde) bir nutfe hâline getirdik. Sonra o nutfeyi, bir aleka (yapışkan ve döllenmiş yumurta) yaptık. Peşinden, o alekayı bir mudğa (bir çiğnem et) hâline getirdik; peşinden bu bir çiğnem eti, kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla (insan olarak) meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allâh pek yücedir. ”Adem (as) görüntü itibariyle göze hoş görünmeyen bir şeyden yaratılmış ve ademoğulları da görünüş itibariyle tiksindirici bir şeyden “çiynenmiş etten” yaratılmıştır.
Yani insanın kendisinde olan hiçbir şeyi beğenmemeli, gururlanıp kibirlenmemelidir. Aksine o iğrenç bir çiynem etten ne kadar harika bir varlık haline getiren Rabbine sonsuz şükür ve tesbih halinde olmalı, nebatatında her an tesbih halinde olduğunu bilmeli ona göre hal ve davranışlarına dikkat etmelidir. Ama insanlar gördüklerine ve duyduklarına değer veriyor. Ona göre hal ve tavır takınıyorlar. Kişilere dış görünüşlerine göre itibar edip ona göre davranıyor, her anını zikirle geçiren bir taşa ayağıyla vurup bir kenarı atıyorlar. Oysaki Allah Teala dünyaya bir kez bile olsa nazar etmemiştir. Buda dünyaya verdiği değeri gösterir, yine insanın bedenini yaratırken de kendinden bir zerre katmamıştır. Ama ruhta Allah’ın bir parçası vardır. Allah daha dünyayı yaratmadan önce insanların ruhlarını yaratmış ve her birine kendinden bir nefes üflemiştir. Allah nezdinde de kıymetli olan insanın bedeni değil ruhudur. Ama Allah Teala ruhları imtihan için beden elbisesini emanet ederek dünyaya göndermiştir. Bizlerinde bunu bilincin de olup verilen emanete en güzel şekil de bakarak imtihanımızı sıratı müstakim, Allahın razı olacağı doğru yol üzerinde geçirmeliyiz.
Dünya hayatı geçicidir, baki(sonsuz) olan ise Ahiret hayatıdır. Ahiret hayatımızın azığını bu dünya hayatındaki imtihanlara karşı göstermiş oldumuz tepkiler mucibince çoğaltacağız.
Tıp ilmi, insanın yaratılığını yani anne rahminde var oluşunu Allah’ın Kur’an-ı Kerimde müjdelemesinden 1400 sene sonra ispatlayabilmiştir.
Allah her şeyi bilendir ve tüm alemin sahibidir. Neyi nasıl yarattığını insana en güzel şekil de anlatacakta O’dur, çünkü yaratan O’dur.
Kur’an ve sünnetler dünya hayatını nasıl yaşayacağımızı gösteren kılavuzlardır.
Allah Teala Muhammedi muhabbetle alemi halk etti ve muhabbetinden insanlara nasıl yaşayacaklarını, insanlarda bulunan iyi ve kötü hasletleri söyleyerek doğru yoldan şaşmalarını emretti. Verdiği görevlerin karşılında bile onları sevapla ödüllendirip daha fazla sevap kazanmanın Allah’ın sevgisini kazanmanın yollarını gösterdi.
Allah muhabbeti ile yarattı ve alemleri insanın hizmetine sundu, yazımızda da bahsi geçtiği gibi diğer yaratılan varlıklarında kendilerine ait olanın mükellefiyet bilince olduğunu gördük, ve şu ahir zamanda Akılları olmadığı halde tesbih ettikleri Rablerine karşı en güzel yaratılan Allahın halifesi olarak dünyaya gönderilen insanın Allah’ı tesbih ve tenkitten uzak olmaları nebatat, cemadat ve hayvanatı rahatsız ettiğini ve Rablerini emirleriyle bu gafil yaşayan topluluğu helak etmemek için sabırla beklediklerini düşünüyorum. Bir deniz kenarına gittiğimde dalgalar uzaklardan kabararak geliyor ama kıyıla yaklaştıkça küçülüyor ve sakince kıyıya dokunup geçiyor. Dalgalara baktıkça sanki kıyıya gelene kadar “Rabbim izin ver sana asi gelip emirlerini çiyneyen, hakkı bilip yaşayıp ta batılda olan topluluğun üzerine bineyim onları helak edeyim” dediğini düşünüyorum. Şimdi sakince izlemede bekliyorlar gafil bir şekil de yaşayan insanlara inat tesbihlerini misli misli çoğaltıyorlar taki o gün gelene kadar…

Allah Teala melekleri , nebatatı, cemadatı, hayvanatı, cinleri ve insanları yarattı ama içlerinden halifelik görevini insan aldı. Halifelik görevinin insana verilmesiyle diğer varlıklardan ayırılması için ona akıl ile birlikte cüz’i bir irade de verildi. 



Rabbim hakkıyla nefsini şeytandan koruyabilen muhlis kullarından eylesin. . {amin}

Kaynaklar:
[1] M. Sami Ramazanoğlu, Bakara suresi Tefsiri, s. 98-100
Kur'an-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi - Osman Nuri Topbaş
Diyanet işleri bakanlığı Kuranı Kerim meali ve tefsiri

5 yorum:

  1. Allah razı olsun paylaşımlarınız için.Benim içi bu yazıları okumak onun üzerine düşünmek bile nasıl huzur veriyor bilemezsiniz..

    YanıtlaSil
  2. Ama bu yazi cok uzun. Bölüm halinde paylassaniz daha iyi olur diye düsünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. sayın adsız eleştirileri aldım kabul ettim inş yardımcı olursanız siz düzeltin zaman olarak yetişemiyorum teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lütfen yazdiklarimi yanlis anlamayin ve hakkinizi helal edin. Sadece daha güzel olmasi icin önerilerde bulundum. Zira bu güzel blogu herkes okumali insallah. Aslinda teklifinizi kabul edebilirim ama bunu nasil yapacagiz?

      Sil
  4. estğ inş daha çok kişiye ulaşırız sizinde katkılarınızla siz bana ulaşın inş hakikatderyasi@gmail.com

    YanıtlaSil

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...