6 Ağustos 2012 Pazartesi

İnsanlar Düşünsünler diye

“Biz bu Kur'an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Sure-i Haşr 59/21)
Denilir ki, Allah Tebareke ve Teâlâ’dan aciz kula hitap gelir de, kulun zerre zerre dağılmasına engel olan gaflet ve şüphe perdesidir…
Fahruddin Er-Razi, bu ayeti kerimenin tefsirinde: Bundan murad insanların kalblerinin katılığına işaret etmektedir, diyor.
Mesnevi Şerif’de de şöyle denir:
“Bunu babadan ve anadan işitmişsin; şüphesiz buna gafil olarak sarılmışsın.”
Kur'an’ı Azimüşşan’ın Hakk’ın kelamı olduğunu anadan babadan işiterek bir aşinalık içinde yetiştiği için, azamet ve celadeti gözlerde ve kalbinde mahfuz kalmaktadır. Böylece onu bir şekil ve emirler silsilesi olarak, insanın kendinden, yaradılışından, tarihten haber veren bir vesika olarak görmüştür. Onun hakikatleri, eski ifade ile hakâyıkı tarafımızdan tam olarak anlaşılsa buz gibi erirdin, diye belirtilmiştir.
Rivayet edilir ki, Hz. Ömer (r.a.) Sure-i Tur’daki (51/7)  ‘İnne azabe Rabbike levakıun - ‘Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.’ Ayeti kerimesini işittiği vakit bayılıp bir ay hasta yatmıştır.
Ne hikmetse günümüz insanları Kur'an’ın suretini doğru okuyor ama manasından bî haberdirler. Bilmem siz hiç okuduğu ayeti kerimenin ya da sure-i celilenin tesirinde kalıp Hz. Ömer gibi hastalanan ya da gafletten uyanan kişilere vakıf mısınız?
Ayet-i kerimenin sonunda, “Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” buyrulmakta. Bizler de bu misali düşünmeye çalışalım. Bu dünya serüveninde insanoğlunun uğradığı, görüp göreceği en büyük şeref muhakkak ki Allah Azimüşşan’ın hitabına muhatap olmasıdır. Zira muhatap olmak ya da muhatap alınmak eşitler arası bir durumdur. Âlemlerin Rabbi ile topraktan yaratılmış ya da nutfeden üremiş insanın arasındaki rab ve kul ilişkisi, yoktan var ederek ona izzet bahşetmesidir. Hülasa, insanın Allah’ın cemalini temaşadan evvel mazhar olduğu en büyük şeref, Halık zü’l-celâlin hitabına mazhar olmasıdır. Şüphesiz yakin kesbedenler, hitabına vakıf olanlardır. Ya da doğru ifade, hitabına vakıf oldukça, yakini aynı oranda artmaktadır.
Haşyetinden pare pare oldu Tur,
Âdeme bilmem neden gelmez fütur!
Haşyet ve azamet, kelimeleri önce gönlümüzden sonra lisanımızdan çıkalı beri, fütur da semtimize uğramaz oldu. Yani insan korkusunu ve pervasını yitirerek, mana karşısında aldırmaz oldu.  Allah’ın tecellisinden Tur, pare pare olup da, âdemoğlunun Kur-an’ı Kerim’i okuyup da fütursuz kalması gafletinin koyuluğu ve kalbinin katılığından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde Kur-an’ı her okuyuşumuzda Allah korkusu ile başları eğip, nefis dağlarının parça parça olması gerekmektedir.
Allah’ın azametinden haşyete kapılmak maalesef her kalbin kârı değildir.  Belki talep ettiği ve teslim olduğu oranda o ummandan hissesine düşen, tedricen katrecikler almaya müsaittir. Sözden tesirlenebilmesi için istidat ve anlayış olması gerekmektedir.
Nasıl ki çocuk kendisinin lehine olan şeyler söylendiğinde idrak edemeyip itiraz eder ya da ilgisiz kalırsa insan da, iman kalbinde kıvam bulana kadar, Kur-an’ı Kerim’i takdir edememektedir. Nitekim Sure-i Hac-74 de ve Sure-i En’am-91 de “Allahın kadrini hakkıyla bilemediler…” buyrulmuştur, bu yüzden “Rabbim! Benim bilgimi, ilmimi artır.” Ayetinde belirtildiği üzere, niyaz halinde olunmalıdır.
Kendi ifadesi ile hem nur, hem şifa, rahmet ve hidayet, aynı zamanda zikir olan Kur-an’ı Kerim’i Peygamberimiz okuduğu zaman; nimet ayetine rastlarsa, bu ayet onun üzerinde hüküm sahibi olur, Allah’ın ihsanını ister ve iyiliği talep ederdi. Azap veya tehdit ayeti okuduğu zaman ise Allah’a sığınırdı. Allah’ın yüceltildiği ayetlere gelince de, Allah Tebareke Teâlâ’yı yücelterek tesbih ederdi. Önceki toplum ve kavimlerin hallerini ve hükümleri anlatan ayetlere gelince ibret alırdı.  Her hangi bir fiili yapması gereken bir hüküm ayeti okuyunca, o hükmü yerine getirirdi.
Kur-an ayetlerini okumak ve düşünmek, Kur'an hakkında anlayış sahibi olmak, tam da bu demektir. Kur-an’ı bu şekilde okumayan, derinden düşünmeden ve basiret olmadan onu okumuş olur. Böyle okuyan kişi okuma halinde değil aktarma durumundadır. Peygamberimiz Aleyhisselatu Vesselam, bir hadis-i şerifinde, okuduğu Kur-an kalbine tesir etmeyip de boğazından aşağı inmeyenlerin, dinden okun yaydan çıkması gibi çıkacağını belirtmiştir.
“Biz bu Kur-an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Sure-i Haşr 59/21)
Ayet-i kerimedeki dağ misali, insanın dünyasında bir azamet ve yücelik ifadesi telkin ettiği için verilmiştir. Olayın ciddiyet ve vahametini algılayabilmemiz için verilen bu örnek defalarca tefekkür edilmelidir. Üzerine Kur'an inzal olmuş ve Allah korkusundan parça parça olmuş bir dağ tasavvur ederken, insanın içinde hakikate erişmesine engel olan enaniyetinin tuz buz dağılmasının yolu açılmalıdır… Allah korkusundan parça parça olabilmek, bir dağdan çok insana yakışan bir haldir. Kul olmanın künhüne varabilmek, Allah korkusundan baş eğebilmekle doğru orantılıdır… Haşyet, hep içimizde olmalıdır.  Böyle baktığımız zaman Kur'an, insanın her yönelişinde kendini sil baştan yenilemesi, tazelemesi demektir. Zira “Allah her an yeni bir oluş yaratıştadır” (Sure-i Rahman-29/20)
Kur-an’ı okuyup da içindeki karanlıkları aydınlığa çeviremeyenler için Mevlana Celaleddin Rumi’nin şu şiiri ne kadar manidardır…
Ey canımın içinde bulunan ve canın haberi
Bile olmayan dost,
Dünya seninle dolu, fakat dünyanın haberi
Bile yok senden.
Gönlüm,
Canım, nasıl izini izlesin ki,
Candasın gönüldesin, fakat canın gönlün haberi
Bile yok senden…
Suretin hayalde amma hayalin senden nasibi yok;
Adın dilde; amma dilin haberi bile yok senden.
Halkın senden haberdar oluşu, ancak adla, belirtiyle,
Ama yinede bütün bu adla-sanla belirtiyle halkın haberi bile yok senden…
Senin künhünün incisini arayanlar
Tam inanç ve şüphe vadisinde, haberleri bile yok senden.
Seni nasıl anlatayım, nasıl bildireyim; çünkü ebedi olarak
Anlatış senden aciz, bildirişin haberi bile yok senden…
Sineğin Cebrail’in kanadından haberi bile yoksa
Senden haber vereninde o çeşit haberi bile yok senden…
Handan Özduygu
2011 Altınoluk Dergisi- Mayıs, Sayı: 303, Sayfa: 050

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...