23 Mart 2012 Cuma

Mecalis-i Seb'a

Yazdır
altAnlatıldığına göre bir padişah varmış, âlim, adil, Allah ‘tan korkan, tebaasını düşünen. O padişahın emirleri varmış. Onların kimileri, tecrübeli yöneticilerden ülke yönetmeyi öğrenmiş kalem sahibi kimselermiş. Kalemleri meleklerin sağ yandaki kalemleri gibi iyilik dışında harekete geçmezmiş. Hile, aldatmaca, mazlumu ezme gibi şeylerin onların defter ve kalemleri çevresinde dolaşmaya cesareti olmazmış. Onların defterleri, tıpkı kıyamet divanında müminlerin defterleri gibi, divana aydınlık verirmiş. Kullardan kimileri de kılıç ve sancak ehli olup fedaiymiş.
Hepsinden daha düşkün olan bir kul varmış. Kalemde becerisi olmayıp ilimde de bir gücü yokmuş. Padişah onu hepsinden daha çok severmiş. Hepsinden daha yakınmış padişaha. Padişah, sırlarını ona söyler, onun sırrını ötekilere söylemezmiş. Onun hilat ve elbiseleri, ötekilerden daha çokmuş. Kuruntu, onların gözlerine kıskançlık sürmesi çekermiş. Nitekim Yusuf ve kardeşleri kıssasında da babaları Yusuf ‘a düşkündü. Kardeşlerse gizliden gizliye “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgili” (Yusuf-8) diye öfke ve kıskançlıkla kıvranıyorlardı. Bir arada yalnızken, peki diyorlardı, hangi becerisiyle, hangi hizmetiyle ve ne surette bize karşı böyle üstün oluyor ?
Bir kimse bir başkası hakkında gıyabında kötü söz söylerse, onun gönlüne ve yüzüne düşmanlık damgası dağlanır da bu iki kişi karşılaştığında görenler görürler, göremeyenler hissederler. Padişahla o has kulu, beylerin alınlarında, gözlerinde ve sözlerinde kötü düşüncelerini ve kötü sözlerini görüyormuş. Gıybetin izi alınlarında, gözlerinde ve sözlerinde ister istemez açığa çıkar tabii. Nitekim yüce Allah, münafıkların gıybetleri konusunda Peygamber ‘e şöyle buyuruyor : “Onları konuşma tarzlarından tanırdın” (Muhammed-30). Fakat padişah ve veziri biliyormuş, ama bilmezden geliyorlarmış. Kişinin rezil olacağı gün, yani : “gizlilerin yoklanacağı gün” (Tarık-9), yaklaşmaktadır. Olur ki o gün gelmeden önce kişi tövbe eder. O yüzden onu şimdi rezil etmeyiz. O beyler, ne yapalım, padişahtır diye birbirlerine yakınıyorlarmış. Hâkimdir diyorlarmış, el onun elidir. Adaletsizse kim ona engel olabilir ? Gündüze gece dese, kim yanlıştır diyebilir ?
Bir gün o beylerin daha tez canlısı ve sabırsızı, beyler, kardeşler, demiş ; sizin sabrınız olsa da bende artık sabır kalmadı. Bugün gidip sultanın huzurunda diz çöküp başıma topraklar saçacağım. Sorun nedir derse şöyle diyeceğim ;
“Dedin ki göz yaşın niçin gül gibi al al ?Madem sordun doğru söyleyeceğim, nasıl oldu ; Yüreğim, senin sevdanla kan ağlarken coşup kabardı da dışarı taştı” “Gam yüzünden canıma yetirdin, yeter artık,Dumanımı bütün dünyaya yaydın, yeter artık,Deriyi deldi geçti, acımasızlık etme,Bıçağı kemiğe dayandırdın, yeter artık”
Kardeş, demişler doğru söylersin ancak hatırımız için birkaç gün sabret ; “Sabır rahatlığın anahtarıdır”. Demiş, sabredeceğim de ne olacak ? Böylece fırsat kollamış oluruz demişler. Demiş, hangi vakit ? Demişler ki padişahın neşeli ve keyifli olduğu, bize güler yüz gösterdiği gün…İşte o vakit merhameti coşup kabarır. “Yürek yanarken dua etmeyi ganimet sayınız” (Hadis).
Peygamber, (Allah ‘ın salat ve selamı üzerine olsun) buyuru ki ; yüreklerinizin daraldığı, gözlerinizin yaşla dolduğu, yanıp kavrulduğunuz vakit hacet dileme vaktidir. Bunu ganimet sayın, çünkü o vakitte rahmet kapısı açıktır, hacetler dileyin.. Sonunda bir gün padişah, acayip avlar avlamış olup çok mutlu ve neşeliymiş. Ezel ve ebed padişahının değerli avı, aşıkların gönülleridir. Çünkü “ Allah, mümin kulunun tövbesiyle neşelenir.” O ne ulu rahmet isteğidir ki kulları gayretle kaçırtır, yabancılaştırır, sonra da rahmetle yeniden avlar!
Beyler padişahı neşeli görüp rahmet kapılarını açık bulunca hep birden huzurunda diz çökerek, ey alem padişahı, bu böyle daha ne kadar sürüp gidecek ? Bizi öldürdün. Senin kereminden böyle bir şey beklenmezdi. Uzun süredir gönlümüzün ipi, sisli geceyle kan kızılı akşamın korkusundan sıtma ipi gibi düğüm düğüm… Padişah demiş ki, ben size ne yapmışım ? Biz, demişler senin kullarınız. Candan daha aziz ne olabilir ? Savaş safında senin hoşnutluğun için canımızı esirgemeyiz. Savaşta, herkesin kendi can derdine düştüğü sırada bizim canımızı tehlikeye atışımızı gördüğün halde ne oldu da filancayı bize yeğledin ? Hangi becerisi ve hangi iyi kulluğuyla ? Biz ne kusur ettik ? Hakim sensin, buyruk senin ama… “Kulluğunu ikrar eden kimseyeBöyle yapmaya gönlün elverir mi ?” O ne tür bir güzel kulluk ediyor da bizim dikkatimizi çekmiyor ?
Padişahlık edip onun kulluğunun ne tür bir kulluk olduğunu bize azıcık bildir de biz de çabalayıp becerimizi sergileyelim. Padişah ; ne diyeyim demiş ? Onun yaptığını siz yapamazsınız. Ey âlem şahı, demişler, öyleyse bizi sına. Üstesinden gelemezsek kendimizi tanıyıp onun üstünlüğünü bilelim ve kıskançlık ve kuruntudan kurtulalım. Ondan sonra da şahın hayaliyle değil, kendimizle savaşalım. Padişah buyurmuş ki ; kulumun hünerlerinden biri, hep bana bakması ve gözünü yüzümden ayırmamasıdır. Ey âlem şahı, demişler, öyleyse çabuk söyle bu kolay bir iştir. Biz bundan böyle bütün gün bütün gece sana bakarız. Öteki işlerin canı cehenneme! Bundan güzel iş mi olur ? Bütün beyler, bu mutlulukla secde edip silahlarını çözüp atarak ; bundan böyle silahımız senin yüzün, çıkarımız senin yurdun. Dergâhını haccetmek büyük erdemdir. Sıraya dizilip padişahın yüzüne bakmaya başladılar.
Padişah özel mabeyincisinin kulağına, davul haneye git demiş. Orada ne kadar davul varsa, kös varsa söyle sarayın damına getirsinler ve bir anda şu aralıktan aşağıya atsınlar. Gidip söyleneni yapmışlar. Bir anda korkunç bir gürültü ve sarsıntı kopmuş. Herkes, sarayda ne oluyor, diye sağa sola bakmışlar. O has kulun gözüyse, şahın siması nasıl bir hal alıyor, diye şahın yüzünde kalmış. “ Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı” (Necm-17)
Azizim ! Bu kıssadan maksat padişah değil. Beyler ve ordu değil. Bu padişahtan maksat padişah değil, yüce Allah hazretleridir. Bu beylerden maksat, beyler değil yedi göğün melekleridir. Sizi yeryüzü meskeninden azlettik ve bu vilayeti ikta olarak Adem ‘e verdik, diye buyruk gelince hepsi şöyle bağırdı : “Orada fesat çıkaracak olanı mı halife kılıyorsun” (Bakara-30).Yeryüzünde fesat çıkarıp kötülük yapan ve kan döken kimseler mi yaratacaksın? “Oysa biz seni hamd ile tesbih edip takdis ediyoruz”(Bakara-30 devamı). Gece gündüz hizmet, kulluk, tesbih ve takdis ile meşgulken bize işten el mi çektiriyorsun ?
Celali yüce Allah cevap buyurdu : bu var, ancak ben onlardan sizin elinizden gelmeyecek bir hizmet biliyorum. İlginç dediler, tertemiz meleklerin elinden gelmeyip de kirli insanoğlunun elinden gelen ne tür bir hizmet ola ki ?
İki dünyanın elçisi, insanlarla cinlerin önderi Muhammed Mustafa (Allah ‘ın salat ve selamı üzerine olsun) kendisine Miraç gecesi gösterilip yedi göğün ilginç ve garip şeyleri sunulduğu ve sekizinci gök (kürsi) ile dokuzuncu gök (arş) gösterildiği zaman elbette bakışını ilahi cemalden ayırmadı : “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı” (Necm-17).
Önce ve sonra için Allah ‘a hamd, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem‘e ve soyuna selam olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...