5 Mart 2012 Pazartesi

Biraz Yunus...

Ben seni sevdiğim için eğer bahâ derler ise
İki cihân mülkün verem dahı bahâsı yetmeye
(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)
İki cihân mülkü, dünyâ ve ukbâya, madde ve mânâya ait bütün değerlerdir. Bu mülk ve değerler, aşkın karşılığı olamaz. Zira maddî ve manevî hiçbir değer, insanı, yaratılışının gâyesi olan "kendini bilme" (ledün) sırrına ulaştıramaz. Bu sırra ancak aşk ulaştırabilir. Aşk menbaı olan kâmillerin sevgi denen paha biçilmez kaynağı âşıka vermesi veya sevginin âşıkın gönlünde tecellî etmesi çok büyük bir şeydir. Dünyevî hiçbir şey aşkın bedeli olamaz!
İki cihân dopdolu bâğ u bostân olur ise
Senin kokundan iyi gül bostân içinde bitmeye
(İki cihan mülkü bâğ ve bostan ile dopdolu olsa, -bu bâğ ve bostanlarda- senin kokundan daha iyi kokan bir gül yetişmez.)
Bu beyti iki kademede yorumlamak mümkündür.
Birinci kademede şunlar söylenebilir:
Bilindiği gibi, zuhurun sebebi, Cenâb-ı Hakk’ın kendinden kendine, “bilinmeyi sevme” arzusudur. "Ben insi ve cinni ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (51/56) âyetindekiliya'büdûni/bana ibâdet etsinler (kulluk etsinler) ibaresi, ledünnî mânâsıyla liya'rifûni/beni tanısınlar demektir. Cenâb-ı Hakk’ın zâtî arzusudur “tanınmak!” Kenz-i mahfi hadîsindeki “bilinmeyi sevme” nüktesi de zuhurun sebebini açıklar.
Şu hâlde Onu kim tanıyacak ve bilecektir?. Diye sorulursa, bunun cevabı “tabiî ki, insan” olacaktır. Zira emâneti insan yüklenmiştir. Varlığın hedefi insandır. Varlık, havadan, ateşten, sudan, topraktan süzülerek nebata, hayvanata ve nihayet insana doğru tekâmül etmektedir. O, bu hâliyle de kalmayacak, insandan İnsân-ı kâmile yol bulacaktır. Takdir-i ezel budur. İnsan, Nûr-ı Muhammede ulaşınca kemâl bulacaktır
Kâinât, Cenâb-ı Hakk’ın vücûdundaki esma, ef’al ve sıfatların sergilendiği alandır. Yûnus bu ilâhî zuhuru “bâğ u bostan” istiareleriyle anlatmaktadır. Bu bâğçedeki görünen bütün suretler, asılları olan nûr-ı Muhammed’e doğru yola çıkmış birer yolcudur. Hedef insân-ı kâmile gelmek, “kendini bilme noktası”na ulaşmaktır. Çiçeklerin şahı “gül” ise, insanların şahı da Hazret-i Muhammed’dir. Gülün kokusu, insân-ı kâmilin de emâneti ve sırrı vardır. Şu hâlde beyitteki gül ve gülün kokusu, Nûr-ı Muhammed’e ulaşan kâmil ile kemâl mertebesindeki bu kişinin tevhîd sırrından kinayedir.
Bu beyitte işaret edilen ledünnî nükte, Yûnus’tan üç asır sonra yaşayan Fuzûlî tarafından kısmen farklı olarak şöyle ifâde edilecektir:
Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gülzâre su
Beytin ikinci bir yorumu da şöyledir:
Eskiden erkân sahipleri yeni tanıştıklarında birbirlerine “hangi bahçenin gülüsün?” diye sorarlardı. Bu ifâdeden de anlaşılacağı üzere, bâğ ve bostân, Hak yollarının, yani, tarîkat-i aliyyenin remzidir. Dervîşler bu ilâhî bâğ ve bahçe içinde çiçek mesabesindedir. Hazret-i Mevlânâ’nın ifâdesiyle, onlar, “çemen çocukları”dır. Ancak, çiçek yetiştirmekten gâye gül olduğu gibi dervîş yetiştirmekten gâye de, Nûr-ı Muhammed sırrına vakıf bir kâmildir. Nitekim, “levlâke levlâke/sen olmasaydın sen olmasaydın, bu âlemi yaratmazdım!” hadîs-i kudsîsinden anlaşılacağı üzere, bütün âlemler, Hazret-i Nûr-ı Muhammed’in zuhur etmesi için varedilmiştir.
Sözün özü, Yûnus, “Senin kokundan iyi gül bostân içinde bitmeye” derken, Tapduk Sultân’ın şahsında tarîkat-i aliyyenin gâyesi olan insân-ı kâmili anlatmaktadır.
Ben seni sevdiğim için eğer bahâ derler ise
İki cihân mülkün verem dahı bahâsı yetmeye
(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)
İki cihân mülkü, dünyâ ve ukbâya, madde ve mânâya ait bütün değerlerdir. Bu mülk ve değerler, aşkın karşılığı olamaz. Zira maddî ve manevî hiçbir değer, insanı, yaratılışının gâyesi olan "kendini bilme" (ledün) sırrına ulaştıramaz. Bu sırra ancak aşk ulaştırabilir. Aşk menbaı olan kâmillerin sevgi denen paha biçilmez kaynağı âşıka vermesi veya sevginin âşıkın gönlünde tecellî etmesi çok büyük bir şeydir. Dünyevî hiçbir şey aşkın bedeli olamaz!
İki cihân dopdolu bâğ u bostân olur ise
Senin kokundan iyi gül bostân içinde bitmeye
(İki cihan mülkü bâğ ve bostan ile dopdolu olsa, -bu bâğ ve bostanlarda- senin kokundan daha iyi kokan bir gül yetişmez.)
Bu beyti iki kademede yorumlamak mümkündür.
Birinci kademede şunlar söylenebilir:
Bilindiği gibi, zuhurun sebebi, Cenâb-ı Hakk’ın kendinden kendine, “bilinmeyi sevme” arzusudur. "Ben insi ve cinni ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (51/56) âyetindekiliya'büdûni/bana ibâdet etsinler (kulluk etsinler) ibaresi, ledünnî mânâsıyla liya'rifûni/beni tanısınlar demektir. Cenâb-ı Hakk’ın zâtî arzusudur “tanınmak!” Kenz-i mahfi hadîsindeki “bilinmeyi sevme” nüktesi de zuhurun sebebini açıklar.
Şu hâlde Onu kim tanıyacak ve bilecektir?. Diye sorulursa, bunun cevabı “tabiî ki, insan” olacaktır. Zira emâneti insan yüklenmiştir. Varlığın hedefi insandır. Varlık, havadan, ateşten, sudan, topraktan süzülerek nebata, hayvanata ve nihayet insana doğru tekâmül etmektedir. O, bu hâliyle de kalmayacak, insandan İnsân-ı kâmile yol bulacaktır. Takdir-i ezel budur. İnsan, Nûr-ı Muhammede ulaşınca kemâl bulacaktır
Kâinât, Cenâb-ı Hakk’ın vücûdundaki esma, ef’al ve sıfatların sergilendiği alandır. Yûnus bu ilâhî zuhuru “bâğ u bostan” istiareleriyle anlatmaktadır. Bu bâğçedeki görünen bütün suretler, asılları olan nûr-ı Muhammed’e doğru yola çıkmış birer yolcudur. Hedef insân-ı kâmile gelmek, “kendini bilme noktası”na ulaşmaktır. Çiçeklerin şahı “gül” ise, insanların şahı da Hazret-i Muhammed’dir. Gülün kokusu, insân-ı kâmilin de emâneti ve sırrı vardır. Şu hâlde beyitteki gül ve gülün kokusu, Nûr-ı Muhammed’e ulaşan kâmil ile kemâl mertebesindeki bu kişinin tevhîd sırrından kinayedir.
Bu beyitte işaret edilen ledünnî nükte, Yûnus’tan üç asır sonra yaşayan Fuzûlî tarafından kısmen farklı olarak şöyle ifâde edilecektir:
Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gülzâre su
Beytin ikinci bir yorumu da şöyledir:
Eskiden erkân sahipleri yeni tanıştıklarında birbirlerine “hangi bahçenin gülüsün?” diye sorarlardı. Bu ifâdeden de anlaşılacağı üzere, bâğ ve bostân, Hak yollarının, yani, tarîkat-i aliyyenin remzidir. Dervîşler bu ilâhî bâğ ve bahçe içinde çiçek mesabesindedir. Hazret-i Mevlânâ’nın ifâdesiyle, onlar, “çemen çocukları”dır. Ancak, çiçek yetiştirmekten gâye gül olduğu gibi dervîş yetiştirmekten gâye de, Nûr-ı Muhammed sırrına vakıf bir kâmildir. Nitekim, “levlâke levlâke/sen olmasaydın sen olmasaydın, bu âlemi yaratmazdım!” hadîs-i kudsîsinden anlaşılacağı üzere, bütün âlemler, Hazret-i Nûr-ı Muhammed’in zuhur etmesi için varedilmiştir.
Sözün özü, Yûnus, “Senin kokundan iyi gül bostân içinde bitmeye” derken, Tapduk Sultân’ın şahsında tarîkat-i aliyyenin gâyesi olan insân-ı kâmili anlatmaktadır.
mustafa tatcı

2 yorum:

  1. bu yazıları okurken içimde bir huzur aman YARABBİ çok güzel bir duygu ne entrika ne korku ne düşünce ne tasa sadece huzur.

    YanıtlaSil

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...