Toprak ayağının altından kayarsa mahvolacağını, sonunun geleceğini düşünen bir varlıktır insan. Hava, su ve ateş arasında bize en yakın olanı odur sanki. Yerkürenin üstünde bir hayatı harmanladığımızdan mı, yoksa ahirinde gecinde ona karışıp kaybolacağımız için mi nedir, biz kendimizi dünyalı hissederken aslında biraz da topraklı hissederiz. Ayağımızın altında toprak var ise kendimizi güvende zannetmemiz bundandır. Yalınayak çimenlere basmak, toprakta yürümek, kumsalda uzanmak, hep onunla aramızdaki dostluğu pekiştirdiği için güzel ve romantik görünür bize. Bedenimizin olumsuz enerjilerini ona boşaltır, böylece huzur bulduğumuzu vehmederiz. Onun bağrında beslenip büyürüz, serpilip gelişiriz. O bize annelik eder. Şefkati, merhameti, cömertliği herkes tarafından takdir edilmiştir. Evlat nankör dahi olsa o asla üvey annelik yapmaz. Hatta bizi bağrında sakladığı o muhteşem ateş ile de korkutmaz. İçinde evlat ateşi taşıyan bir anne gibi davranır, duyar, hisseder, merhamet gösterir. Bütün bu sebeplerden dolayı onu canlı addedebiliriz. Diğer gezegenlere nazaran yerkürenin yaşadığını, karaciğerlerinin nefes alıp verdiğini, kılcal damarlarında akışkanlıklar olduğunu söylemek yalancılık olmaz.
İnsanın suya, ateşe veya havaya karşı saygısı biraz korkudan, biraz şerri belasınadır. Oysa toprağa gösterdiğimiz saygı böyle değildir. O bu hakkı bize yakınlığı ve şefkatiyle kazanmıştır. Nitekim günlük hayatımızda en çok onunla ilişki içinde oluruz. Dünyanın çekirdeğindeki ateş topunu, yeryüzünün dörtte üçünü kaplamış denizleri veya başımızın üzerinde 480 km. dikey gaz kütlesini hangimiz hatırına getirir ki?!.. Öte yandan her ayağa kalkışımız, her oturuşumuz, her adımımız, elimizdeki kahve fincanını her düşürüşümüzde toprakla, toprağın dönüşüm geçirmiş bir versiyonuyla temas ederiz. Çünkü o, insanın nerede bulunduğundan, sosyal çevresinin oluşumuna, gardrobundaki giysinin renk ve çeşidinden beslenme ve diyet programına kadar hayata hep müdahale eder.
Yerkürenin neresinde, hangi bölgesinde ve ne şartlarda yaşadığınız elbette çok önemlidir. Uzay ölçeğindeki o büyük gayrimenkul ağı içinde en uygun, ucuz ve kullanışlı arazileri, bölgeleri, ülkeleri, kıtaları biz ancak toprakta bulabiliriz. Üstelik o, diğer üçü gibi (ateş, hava, su) değişkenliklere saparak bizim yatırımımızı boşa çıkarmaz. Kum, çamur, mineral, maden vs. hepsi bir yana devasa dağlar ve o büyüklükte kayalar bizi hep sadakatle bekleyip dururlar. Onlar, sismik basınçlar hariç ne yerlerinden kımıldar, ne sallanırlar. Bu yüzden uyanık Laz müteahhitler ev yapmak için kayaların üzerini tercih ederler.
Dünyada bilimin, teknolojinin ve sanatın toprak sayesinde geliştiğini, mimarinin toprağa bağlı olduğunu, ilk aletlerini taştan yapan insanoğlunun gelişme gösterdiği uzun zaman dilimlerini toprağa bakarak isimlendirmesinden anlayabiliriz. Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Tunç Devri, Demir Çağı vs. Eğer çağların adları bu sıralamayla devam etseydi bugün belki de Pırlanta Devri veya Bor Çağı'nı yaşıyor olabilirdik. Toprak olmasaydı bugün ne antik dünyanın yedi harikası, ne tarihî sanat eserlerine bakan insanların hayranlıkları, ne modern sanatçıların kendilerini ifade edebilmeleri mümkün olurdu. Toprak olmasaydı insanlar "Altına Hücum" filminin bilmem kaçıncı versiyonunu çevirmek üzere her çağda rol kavgası yaparlar mıydı sanıyorsunuz? Toprak olmasaydı tarih bilimi kimin umurunda olurdu ki!?. Hem bunca uzun zamandır savaşıp duran atalarımızın birbirlerine atacak taşı da, sığınacak kalelerin duvarlarına koyacak mermeri de, mancınıklarla fırlatacakları kayaları da bulamayacakları bir hakikattir. Toprak olmasaydı Kabe de, piramitler de, Tac Mahal de, Süleymaniye de olmayacaktı. Velhasıl insanoğlu toprağa o kadar bağlıdır ki, sanat eseri yapacağı vakit de, yeni bir icatta bulacağı vakit de, hatta savaşacağı ve kardeşini öldüreceği vakit de başını toprağa indirecek, elini ona uzatacaktır. Sanki bir kısır döngü gibi, toprak bize bir yandan hayat sunarken diğer yandan ölümüzü (cesedimizi) bir anne misali kucaklar. Toprak insana kibir değil tevazu telkin eder. Sonunda koynuna girip onunla bütünleşeceğimiz yerdir ve bize, hal diliyle büyüklenmek değil, başını yere indirmek gerektiğini anlatır durur.
Toprak bizim köyümüz, kasabamız, şehrimiz, ülkemiz, vatanımızdır vesselam...
NUH NEBİ'DEN BİR KISSA
Nuh Peygamber zamanında insan ömrü 950 yıl civarında imiş. Bir gün Nuh Nebi ashabıyla sohbet ederken onlara "Ahir zamanda evlatlarımızın ömürleri pek kısa olacak!" demiş. O sırada ashabından biri atılmış:
- Ne kadar kısa olacak ey Allah'ın elçisi!
- Kısa olacak işte, pek kısa.
- Ne kadar ya Rasulallah?
- Hemen şöyle 80-90 yıl kadar.
- O kadar mı kısa olacak ey nebi!?..
- İşte o kadar kısa olacak.
Bu sırada köşede konuşulanları dinleyen birisi sormuş:
- Ya Nuh!. Onlar yeryüzünde ev falan da yapacaklar mı?!..
BERCESTE
Neşv ü nema bulamaz baktabul
düşmeyicek hâke nebât
Mütevazı olanı
rahmet-i Rahman büyütür
Tohum, toprağa düşmeyince gelişip büyüyemez. Tıpkı onun gibi mütevazı olanı da Allah'ın rahmeti büyütür.
Laedr
İskender Pala
Merhabalar Gönül Üniversitesi,
YanıtlaSilİzleyici eklentisine bıraktığınız profilden yola çıkarak Gönül Üniversitesinize ulaştım. Güzel bir blog olmuş emeğinize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
2005 yılında tanıştığım blog dünyası ile geçinip gidiyoruz.
Toprak, su ve hava olan diğer ikilinin olmazsa olmazlarımızdan olan üçlünün bir tamamlayıcısıdır.
Bedenimiz ondan halk edildi ve geri dönüş adresimiz de toprak olacaktır. Veysel'in dediği gibi "Benim sadık yarim kara topraktır!.."
Güzel bir çalışmaydı. Emeğinize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Selam ve saygılarımla, en Güzel'e emanet olun ve sağlıcakla kalın efendim.
http://humeyraninyeri.blogspot.com
YanıtlaSilhttp://gulaycebilgidunyam.blogspot.com
http://gelibolu17.blogspot.com,un
hazırladığı
İslam'ın Işığında Dini Etkinliği Yeni konumuz arkadaşlar,
{Mevlid Kandili}
'Mevlid' kelimesi 'doğum' anlamına gelir.Son peygamber Hz. Muhammed(SAV) 'in dünyayı şereflendirdiği Rebiülevvel ayının on birinci gününü on ikinci güne bağlayan geceye 'Mevlid Kandili' diyoruz. Bu mübarek gece bütün Müslümanlar için bayram hükmündedir. Çünkü Allah'ın sevgilisi(Habibullah) olan Resul-i Ekrem bu şerefli zaman içerisinde dünyamızı teşrif etmiştir. O hicretten 53 sene evvel şenlendirmişti arzı… Tarihler milâdi 571'i gösteriyordu o zaman. Nisan ayının yirmisini gösteriyordu takvimler…
1 şubat-15 şubat
tarihleri arasında etkinliğimiz
Gülay (http://gulaycebilgidunyam.blogspot.com)
arkadaşımızın ev sahibeliğinde devam edecektir...
Şimdiden bütün arkadaşlarımız davetlidir,lütfen davetiye götüremediğimiz arkadaşlarımız kusura bakmasınlar,etkinliğimize her isteyen istediği kadar yazı ile katılabilir...
sevgiler,selamlar...
Birbirinden güzel Mevlid Kandili ile ilgili yazılarınızı göndermek için buraya buyrun lütfen...
HTTP://GULAYCEBİLGİDUNYAM.BLOGSPOT.COM