Bir hakikat talibi irfan yolunda yürümeye azmettiği ilk günlerde rüyasında “kalbini secde ederken” görmüş. Şaşırmış tabii. Hayretler içinde kalbinin secdeden kalkmasını beklemiş beklemiş beklemiş. Fakat kalbi bir türlü secdeden kalkmak bilmemiş. Ne yapacağını şaşırmış kan ter içerisinde rüyasından uyanıvermiş.
Çevresinde ne kadar tanıdığı bildiği güvendiği zat varsa huzurlarına gidip kendilerinden bu rüyayı tabir etmelerini istemiş. Fakat kimse rüyasını tabir etmemiş. Çünkü bu zatlar bizzat tecrübe etmedikleri bir hadiseyi (kendilerinin görmekten mahrum oldukları bir rüyayı) yorumlamayı hiç de edeble mütenasib bulmamışlar.
Derken içlerinden biri “Filan şehirde bir zat var onun yanına git belki o sana yardımcı olur” diye nasihatta bulunmuş. O da üşenmeyip o şehre gitmiş. Selâm verip huzura çıkınca zihnini meşgul eden malum soruyu biraz dolaylı olarak sormuş:
— “Efendim!” demiş “Kalp secde eder mi?”
Şeyh efendi tebessüm edip kendisine şu cevabı vermiş:
— “Elbette eder; hem de ebediyete kadar!”
Bu cevap üzerine Şeyh efendinin düşünün kendisine düştüğü kimselerden olduğunu anlayıp bir daha o zatın yanından ayrılmamış.
Eylemek için önce istemek gerekir; eyleyebilmek için önce istemelisiniz.
İstediğinizi eyleyebilmek için istemek yetmez; eyleyebilecek güce de sahip olmalısınız..
İrade ve kudret bir fiilin olmazsa olmaz koşulu. Bunda kuşku yok! İsteğiniz ve gücünüz yoksa eyleyemezsiniz çünkü.
İstek gücü güç ise eylemi meydana getirir.
'İbadet' de —tıpkı 'âdet' gibi— bir nevi tekrardır. Bu iki tekrarlama işlemini birbirinden nasıl ayıracağız? Sözgelimi sürekli yemeklerden önce “el yıkamak” ile namazlardan önce “abdest almak” arasındaki ayrımı mümkün kılan ölçüt nedir?
Eskiler 'ibadet' ile 'âdet'i birbirinden ayırmak için zorunlu bir şartın varlığına işaret etmişler: 'niyet'.
Yani eyleme bir şuurun bir bilincin eşlik etmesi.
İbadet'i âdet'ten ayıran işte bu yönüdür; bilinçli yapılıyorsa eyleme bir bilinç eşlik ediyorsa ancak tekrarlanan o eylem 'ibadet' vasfını kazanır.
Niyete hareket hareket değildir; meyldir sadece temayüldür. Hareketin anlamı hareketin kendisinde değil harekete geçiren sebepte yani amaçtadır. Amacını bilmediğiniz bir harekete anlam veremezsiniz.
Bir eyleme anlam verebiliyorsak bu o eylemin amacını yani eylem sahibinin niyetini kestirebiliyor oluşumuzdandır. Kestiremeseydik anlam da veremezdik.
Bâyezid-i Bistamî “Yıllarca durmadan usanmadan insanları Allah'a davet ettim” demiş; “nice zaman sonra arkamı dönüp baktım. Bir de ne göreyim hepsi beni geçmiş!”
Kalbin secdesi “âzaların secdesi” gibi değildir. İnsanın âzaları yüzü ve elleri secdeye gider. Burası açık. Fakat âzalar secdeye gittiği gibi secdeden gelir de. Yani insan ne kadar secdeye kapanıyorsa o kadar da secdeden kalkar. Kalkmayacak olduğunu bilen kaç kişi secdeye gider?
Azalar kalkabildikleri sürece secdeye kapanırlar. Kalp ise kalkmamak için ve kalkmamak niyetiyle secde eder. Bir kere secdeye kapanmaya görsün bir daha kalkmaz kalkmayı istemez beceremez de zaten.
Ey talib asıl marifet kalbin secdesidir; âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir. Sen bak bakalım kalbin hiç secde ediyor mu?
“Nedir secde?” diye soruyorsun.
Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır hiçleşmektir. Hiçleşmek ise aslâ bir daha kalkamayacağın bir biçimde yüz sürmektir toprağa!
Sen bu secdenin izini alınlarda değil kalplerde ara! Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan hiç tereddüt etme yüz süreceğin toprağı bulmuşsun demektir.
O hâldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...
Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...