8 Ekim 2010 Cuma

HAYATIN KIYMETİNİ ANLAMAK İÇİN

Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı…







Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metod vardı içinde… Deniyordu ki;






“arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün”…






Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım…






Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum…






Ama “kendi ölümümüzü ve cenazemizi” düşünmemiz tavsiye ediliyordu…


Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an…






Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim… Diyordu ki; “bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız…






Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın…”






O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün… Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin… Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın…






Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz… Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi… Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini… Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin…






**************






Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım…






Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine…






Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini… Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı…






Görüyordum işte “babaaaa…” diye ağlayan biricik oğlumu…






Eşim kucağında “ağlayan emanetimle” ayakta durmaya çalışıyordu perperişan…






Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla…






Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını…






Kardeşlerim, akrabalarım “çok erken gitti, doyamadı oğluna..” diyordu acıyan ses tonlarıyla…






Ve dostlarım… Onlar da şaşkındı… Bazısı “daha dün birlikteydik, nasıl olur..” diyordu…






Bunları seyredip onlara “hayır ölmedim, burdayım..” demek istedim hayal olduğunu unutup…






Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın…






*************






Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide… Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar… Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim… Almam gereken dersi ve mesajı almıştım… Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum… Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum… Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik… Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline… Sırada evremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı… Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında… Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde…






İçlerini kuyacaktım, senaryo bana ait olarak…






Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım… Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem ereken metin…






Diğerlerine geçmiyorum… Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre “diğerlerine” artık sizler de dahilsiniz…






Düşünün, bir gün bir mail ulaşıyor mail-boxınıza “ölmüş” diye… Sizler kimbilir neler düşünür ve yazardınız… Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi…






Oysa ki yazarın amacı “Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini göstermekti…” Benim de öyle…






Lafı çok uzattım farkındayım… Ama hayat dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı…






Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM…






Bilgisayar diliyle “format attım hayatıma”…






Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim…






Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti…






Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı…






İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı…






Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence…






Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim…






Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki…






Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın…






LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN,DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN…






Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah’tan başka bilen yok… İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin…






Bilerek – bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin…






Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın…






Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden…






Ve en önemlisi;






VERDİĞİ -VERMEDİĞİ, ALDIĞI – ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARADAN’A…






[ALINTI]










3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Muhteşem bir siteniz var.
    Beslendiğim ve silkendiğim nadir yerlerden biri size çokkk teşekkür ederim.
    EMEĞİNİZE VE YÜREĞİNİZE SAĞLIK

    YanıtlaSil
  3. biz tşk ediyoruz sayın sanang
    sizinde gözünüze gönlünüze sağlık

    YanıtlaSil

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...