27 Eylül 2010 Pazartesi

Sevmek Denilince...

Sevmek Denilince...



“Nefsim yed-i kudretinde olan Allaha(cc) yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe (kamil manada) iman etmiş olamazsınız!...” (1)


Kamil manada, sevmek ve iman…


Her ikisi de hayatı, ameli ve kalbi besleyen birer can damarı…


Birbirimizi nasıl bir sevgiyle sevmeliyiz ki, kâmil manada iman etmişlerden olalım?


Nasıl erişelim, neticesi ihsan olan bir sevgiye? Kalplerimizi birleştiren, şefkatin ve merhametin kapılarını açan bir muhabbete! Mü’mine muhabbetle serâ’dan süreyya’ya nasıl tırmanalım? Esfelden tecennüb edip yücelere ne şekilde müncezip olalım?!..


Sevgi değil mi, malları ve canları feda ettiren? Sevgi değil mi, yücelere kanatlandıran, selamet diyarına ulaştıran? Sevgi değil mi, kardeşlik bestesini terennüm ettiren?..


Sevgi ve iman… Ayrılmaz ikiz kardeşler…


Evet! Sevmek denilince sevgililer sevgilisi Habibullah (sav)’ın müjdesi gelir aklımıza.


“Allah’ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberdirler ne de şehittirler. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de şehitler de onlara gıpta ederler.”


Orada bulunanlar sordu:


“Ey Allah’ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!”


“Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Kur’an adına birbirlerini sevenlerdir. Allah’a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. İnsanlar korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler.” (2)


Sevmek denilince iki ayrı bedende bir can olmak gelir aklımıza. Aynı bedenin birer uzvu… Aynı duyguların selinde sürüklenen tek bir kalp gelir.


Sevmek denilince adanmak gelir aklımıza, feda olmak gelir, Mü’mine gelebilecek her hangi bir zararı def edebilmek uğruna. Şuh bir edayla yollarında derbederce ıslandığımız camiler, bad-ı saba’nın ılgıt ılgıt estiği sohbet halkaları gelir aklımıza…


Muhacir Mü’minleri özleyişlerimiz gelir aklımıza, ayrılıklar gelir bir kor gibi düşen yüreğimizin tam ortasına… İnce bir sızı gibi içine gömüldüğümüz sancılarımız, firak kasırgalarıyla savruluşlarımız gelir.


Sevmek denilince boğazımıza dizilen lokmalar gelir aklımıza. Kardeşlerimiz aç mı, tok mu? Soruları zihnimizi kurcalar. Bu duygu atmosferinde başka iklimlere kanat çırpınışımız gelir.


Mescid-i Nebevi’nin inşasından sonra Ensar-Muhacir kardeşliğinin tesis edilmesi gelir aklımıza. Ashabın halis sevgisi, menfaate dayanmayan karşılıksız muhabbeti gelir:


Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav)’ın yanında bir adam vardı. Derken oradan birisi geçti. Resulullah(sav)’ın yanındaki adam:


“Ey Allah’ın Resulü! Dedi, ben şu geçen adamı seviyorum.”


“Bunu kendisine haber verdin mi?” diye Aleyhissalatu vesselam sordu.


“Hayır!” deyince


Git ona haber ver” buyurdu. Adam kalkıp giden kişiye yetişti ve:


“Seni Allah için seviyorum!” dedi. Adam da:


“Kendisi adına beni sevdiğin zat da seni sevsin!” şeklinde mukabelede bulundu.” (3)


Sevmek denilince: “Mü’minin yüzüne tebessüm sadakadır” buyruğu gelir aklımıza. Ruhların derinliklerine işleyen, kalbin kirişleri üzerinde duyguları cezbeye getiren, gönülleri inşirah ettiren bir tebessüm gelir.


Hilm gelir aklımıza, ince ince tartılan sözler, iğneleyici ve kırıcı olmayan konuşmalar gelir. “Ok yarası geçer, dil yarası geçmez.” Vecizesi rehber olur.


Sevmek denilince saatlerin ayrılığı çaldığı zamanlar gelir aklımıza, bir parçamızı koparıp gidercesine… Gönülleri kaynaştıran şefkat ve merhamet nağmeleri gelir.


Ve sevmek denilince daha nice şeyler gelir aklımıza…


Peki! O halde nasıl ermeliyiz imanı kâmiller mertebesine?


Besmele’den önce hüzün mü kurulmalı soframıza? Lokmalarımızı hayalde ve fiilde dardaki Mü’minlerle, yetimlerle, yoksullarla birlikte mi yemeliyiz?


Mü’minlere karşı, gönüllerin çevresinde kümelenmeye hazır olan merhamet duygusunu mu zenginleştirmeliyiz? Merhametli bir sığınak, kuşatıcı bir sevgi ve daralmayacak bir gönül edasıyla mı onları kucaklamalıyız? Onların hatalarını ve kusurlarını görmezden mi gelmeliyiz?


İçimizde mi hissetmeliyiz zerre zerre Mü’minleri? “Mü’min Mü’minin aynasıdır.” Şiarıyla hayır söz ve fiillerini örnek mi almalıyız kendimize?


Nefsimizin ve arzularımızın kuşatmasını nasıl yarmalıyız? Mü’mini sevmekten uzaklaştıran duygulardan nasıl sıyrılmalıyız, nasıl yüz çevirmeliyiz?


Ulvi nasihatlere mi açmalıyız zihnimizi? Sevgiyi ve bağlılığı yeniden mi öğrenmeliyiz kardeşlik mektebinde?


Bir anlık duraksayıp kısa bir tefekküre dalalım. Hayalden gözlerimizin önüne bir mizan getirelim. Kardeşlik hukukuyla ilgili amellerimizi mizanın bir kefesine bırakalım. Hafif geliyorsa eksikliklerin telafisine gidelim. Ağır geliyorsa zaten problem yok!...


Bilaşek kardeşlik mefhumunu unuturcasına dünya ve nimetlerine tutku ile bağlanmak tek kelime ile hasarettir. Bilmeliyiz ki, Mü’mini gereğince sevmek kendimizi sevmektir. Mü’mini unutmak ise kendimizi unutmaktır.






“Kişi sevdiği ile beraberdir”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...

Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...