25 Eylül 2010 Cumartesi
ESMA-ÜL HÜSNA
Allahü Teala isimlerini zikretmiş, bir kısmını Habipine ve sevdiklerine bildirmiş bir kısmını da kendi ilminde gizlemiştir. Allah’ın sıfat ve isimlerini daha çok Kur’an ve sünnetten öğreniriz. İnsan tek bir isme değil, Esma’ül Hüsna’da geçen pek çok isimlere muhatap. İsimlerin bir kısmı Allah’ın varlığını ispatına, bir kısmı birliğine, bir kısmı eşi ve benzeri olmadığına, bir kısmıda canlı cansız herşeyi idare ettiğine işarettir. O’nu bu isimlerle dua eder, yüceltir ve överiz. İsimleri vesile ederek dua yaparken bazen istemek ya da af dilemek şeklinde tezahür eder. Nitekim;
Ya Gaffar derken; Ey günahları affeden,
Ya Rahim derken; Ey Kullarını acıyan,
Ya Settar derken Ey günahları örten,
Ya Tevvab derken; Ey tevbeleri kabul eden,
Ya Rahman derken; Ey rahmet eden,
Ya Âlim derken; Ey halimizi en iyi bilen,
Ya Aziz derken; Ey herkese hükmü geçen,
Ya Kadir derken; Ey herşeye gücü yeten vs. diye yalvarır yakarır ellerimizi açar böyle başlarız duaya. Esma’ül Hüsna’nın tecellisiyle yaratılan her şey kıpırdar, mesela Rezzak ismiyle böcekten fil’e kadar hemen hemen her şey bu rızktan nasiplenir. Zira Kadir ismiyle bir damla su bir anda deryaya dönüşebiliyor da. Çünkü O her şeye kadirdir.
İmamı Gazali; “Bil ki kulun olgunluğa ermesi Allah’ın isim ve sıfatlarının edebiyle süslenmekle mümkün”dür. Bu süslenmek ya da boyanmak hali kula Kur’an ahlaki özellik katar. Rasulullah (s.a.v); “Allahü Teala’nın 99 ismi vardır ki, onları sayan ve hıfzeden cennete girer” (Buharı) beyan buyurmakta. Arifler; “Avam (halk) 99 Esma-i Hüsna’yı diliyle, Havas (âlimler) manalarını düşünerek, Veliler ise tüm kalbiyle Esma-ül Hüsna’yı zikrederler” diye buyurmuşlardır.
Kul; Es-Selam ismini zikrederek kalbinde selamet bulur. El- Hâkim’i zikreden her şartta yerince davranır. Rezzak ismini zikreden geçim endişesi taşımaz. Settar ismini zikreden kusur aramaz ve yaymaz. İşte bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Demek ki; Allah’ı zikretmeden güzel ahlak çıkmıyor. Bunca günahımıza rağmen yine de isimlerin bereketiyle hala ayaktayız, buna da şükür. Hakeza yine canlılık isimlerin bereketiyle Hayy der veya Hu diyerek zikreder. Dünya yüzen bir gemi misali Allah’ın iradesiyle rotasında hızla yol alıyor ve yolculuğumuz O’nun iradesiyle gerçekleşiyor. Zira dünya gemisi ahiret yörüngesine doğru ilerlemektedir, bu kaçınılmaz. Hala ahirete gitmemekte direnen varsa, kudreti yetip gemiden inebiliyorsa insin de bir görelim, el mi yaman bey mi yaman bakalım bu mümkün mü? Demek ki mutlak kudret Allah’a ait has bir sıfattır. Bu ve buna benzer daha pekçok misaller ortaya getirilebilir.
Gâh çocuk olduk, gâh genç, gâh yaşlandık, gâh ölme noktasına geldik, bütün bu aşamalar irademizin dışında gerçekleşti hep. O halde yine bir gün isteğimiz dışında ölüp dirileceğiz demektir. Seyri âlemimiz vahdeti gösteriyor ve bu vahdet sırrı hayatımızın her safhasında mevcut zaten. Esma-ül Hüsna’nın bereketiyle bu dünyaya bize gerekli donanım takılarak gelmişiz, yine gerekli donanımlarla ötelere aktarılacağız da.
Allah adını, yani lafza-i Celali zikreden bütün Esma-ül Hüsna’yı zikretmiş sayılır. Çünkü Lafza-i Celal bütün isimleri kendinde toplar. Allah adı geçtiğinde ‘Celle Celalühu’, ya da ‘Teala’ demek kâfi. Esma-ül Hüsna’yı vird edinmek isteyen bir talipli ehline danışıp ona göre davranmalıdır.
Allah’ın sıfatları insan için kullanıldığında kelime benzerliği olarak düşünmeli. Çünkü kulda kullanılan sıfatlar sınırlıdır. Allah’ın sıfatları ezelde yaratılmış değildi, hazır ve nazırdı. Allah’ın görmesi vasıtasız olup göze ihtiyacı yoktur. O’nun görmesi ebedi olup aynı anda görmektir, işitmekte hakeza öyle. Rabbül Âlemin bu hususta; O’nun benzeri hiç bir varlık yoktur. O her şeyi işiten ve görendir (Şura–11) diye beyan buyurmakta. Demek ki; var olan Rabbül Âlemine benzemez. Allah’ın hayat sıfatı zaman, mekân ve sebepten münezzehtir. O’nun misli düşünülemez, olamazda. O zatı ile vardır. Allah ol (kün) deyince o da oluverir, bütün tasarrufat O’na aittir ve yarattığına bir derece güç ile enerji bahşetmiştir. Her kimde nevarsa O’nundur, verilenler emanettir sadece. Yoktan var eden Rabbül Âlemindir. Allah’ın her şeye gücü yeter, ancak O’nun gücü bizim gücümüz gibi değildir. Allah’ın tıpkı kendisi gibi Allah yaratması da muhaldır.
Kul ile Allah arasında var olan yetmiş bin perde ifadesi Allah’ın esması ve sıfatlarının tecelli daireleri manasınadır. Nasıl ki; İsm-i Azam Esma-i İlahiyeyi kapsıyorsa, insanda tüm Esma-i ilahiyenin tecellilerinin alanı içerisinde rol oynar. Azamet ancak O’na mahsustur. Zira “En güzel isimler Allah’ındır” (Araf/179).
Her şey zıddı ile bilinir, Allah tezat kanunu halk etmiş. O dilemeyince hiç bir kul hidayete eremez. O’nun iradesiyle bilinir her şey. Çirkinlik olmasa güzellik bilinemezdi. Allah’ın konuşması ezelidir, bizim gibi değildir tabiî ki, dil O’nun tercümanıdır ancak. İlahi hitaplar ezeli kelamın tecellisi ve mealidir. Tur-i Sina’da Hz. Musa ile kelam etmesi belki ezeldeki ilmiyle istediği manayı duyurmuşluğun neticesidir. Yüce Rabbimiz herkese kendi diliyle emir yükler, hitabını bildirir ve yürürlüğe koyar. İlahi ilminde takdir ettiği şeyleri vakit gelince var eder, devam ettirir, ya da yok eder.
İnsanoğlu Allah’ın yaratmış olduğu kanunları araştırıp açığa çıkarmakla hayatı keşfeder veya bir buluşu icat etmiş oluyor, yaratmış olmuyor, teknik gelişmelerde olduğu gibidir. Bütün kanunlar kâinatta var, insana ise bu kanunları bulmak düşer. Üstelik insan akıllı bir varlık olmasına rağmen arının yaptığı harika sanatı yapmaktan acizdir. Oysaki Esma-ül Hüsna’nın tecellisiyle eşyanın tabiatını öğreniriz. Eşyalar anlam yüklü, her birinin hakikati vardır çünkü. Bazen duyularımızla, bazen Kur’an ve sünnetten gelen haberlerle, bazense akıl yürütme ile eşyanın dilini çözmeye çalışırız. Koyun eşyanın dilinden ve antik eserlerden anlamaz, anlayacağı şey otlamaktır ancak. Yaratılan her şey insan için yaratılmış. Belli ki tefekkür edip kulluk yapalım diye yaratılmışız. Tefekkür olmazsa koyundan hiç farkımız kalmazdı. İnsan bu noktada en mükemmel eser, yani Eşrefi Mahlûkat. Yaratılış gayesini bilen tek varlık insan. Dolayısıyla “Kendini bilen Rabbini bilir” ilahi kelamına muhatabız, bilmek istersek tabii. Güneş aydınlatır, ama ne için aydınlattığını bilemediği gibi güneşliliğini de bilemez. İşte insanı diğerlerinden ayıran en can alıcı nokta kendini bilmesidir. İnsan’a büyük âlem diyen âlimlerde var. Âlem Allah’tan gayri bütün varlıklara verilen bir isim. Cisimler, cevherler, madde, hava, hareket her ne akla gelirse bu kapsama girer. Fakat Allah’a âlem diyemeyiz, ancak şey diyebiliriz. Zira şey varlıktır, var olandır, yani cisimsiz cevhersiz bir şey anlamında olduğu için zat ve mana kastedilir, dolayısıyla şey demek caizdir.
Bir Arife;
—Rabbini nasıl bildin?
Cevap vermiş,
—Rabbimi Rabbimle bildim demiş.
Yine etrafında pür dikkat kalabalık eşliğinde ünlü bir âlim yolda geçerken, insanların etrafında dört döndüğünü gören ihtiyar kadın merak etmiş:
—Neyin nesi bu kalabalık diye sormuş.
Dediler ki:
—Allah’ın birliğine 1001 delil olan meşhur âlimimizdir.
Yaşlı Nine:
—Onun Allah’ın birliğine1001 tane şüphesi var ki ortaya delil (ispat) koymuş, ben Allah’a delilsiz inanıyorum diye cevap verince, bu söz Âlimin hoşuna gitmiş:
—Allah’ım senden şu ihtiyar kadının imanı gibi duru, saf bir iman ve kalp istiyorum
diye münacaat eder ve etrafındakilere:
—Bu nine gibi iman dolu olalım önerisinde bulunur böylece.
Velhasıl; her şey O’nunla güzel, Esma’ül Hüsna’da güzel isimler demek zaten.
Vesselam.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...
Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...