Okulu bitirdikten sonra, bir süre iş aradım. Başım örtülüydü ve doğal olarak dindar şirketlerde iş arıyordum. Karşıma ilk çıkan ve tüm idealizmimi söndüren şey bir sömürü düzeninin kurulmuş olduğunu görmem oldu. Ücreti çok düşük tutuyor, ikramiye ve servis vermiyor, sigortanın sözünü bile etmiyorlardı. Sözlerim ağır gelecek belki, ama düpedüz tesettürlü oluşumu sömürüyorlardı. Nasılsa başka yerde iş bulamaz havasındaydılar ve bunu sonuna kadar acımasızca kullanıyorlardı. Böyle birkaç işyerini denedikten sonra, umudum kırıldı. Çünkü hepsi bir birine benziyordu. Sonunda bir arkadaşımın tavsiyesiyle, sizinkilerin ehl-i dünya dediği bir yerde işe girdim. Girer girmez, sigortamı yaptılar, maaşımı, ikramiyelerimi belirlediler, servis tahsis ettiler. İki seneden beri burada çalışıyorum. Bu süre içinde hemen hemen hiçbir sorunum olmadı. Başörtümü de kimse mesele yapmadı. İşimden çok memnunum, ama bir şey var ki, içimi kemiriyor. Bizimkiler, neden kul hakkına dikkat etmiyor? Neden insanı sömürmeye, kullanmaya çalışıyorlar? Hocam bize ne oldu böyle?Sümeyye’nin mektubu şikâyetname havasında uzayıp gidiyor. Neredeyse her cümlenin sonunda da bize ne oldu? diye soruyor. Ne olsun Sümeyye, kapitalizmi keşfettik! Paranın tadını aldık. Eskiden kul hakkı dendiğinde titreyen yüreğimiz çoktan beri titremez oldu. Duyarsızlaştık kısacası. Kazanma hırsı günah korkusunu yendi.
Allah için, hâlâ hayır yapmayı sürdürüyoruz. Çalıştırdığımız insanlardan tırtıkladıklarımızı hayır işlerine aktararak hem cemaatler nezdinde itibar kazanıyoruz, hem de kurduğumuz sömürü düzenini telafi ettiğimizi düşünüp vicdanen rahatlıyoruz. Zaten beş yıldızlı hayatı da dindarlar iyi şeylere lâyıktır sloganı eşliğinde yaşıyoruz. Yedi yıldızlı otellerden kral dairelerini ise tamamen hizmet mülâhazasıyla alıyoruz: Günü gelince onları, hizmette yıllanmış şeyh ve abilerimize tahsis edip tonlarca sevap işleyeceğiz!
Sümeyye haklı: Hayat tarzı bakımından ehl-i dünyadan pek farkımız kalmadı! Ticaret ahlâki açısından ise onlardan daha kötüyüz! Dün Başörtülüler okusun feryadı koparanlar, protestolara katılanlar, bugün ya şirketlerinde başörtülü çalıştırmıyor, ya da beş paraya çalıştırıp sözün tam mânâsıyla sömürüyorlar. Açıkça söylemek gerekirse hırsımız inancımızı gölgeliyor!
Dini inançlarımız artık belirleyici değil. Zaten evin ve camiin dışına taşmıyor. Ne siyasette, ne de ticarette belirleyici olmuyor: Söylemimizle eylemimiz çok farklı. Din başka, dünya başka der gibi bir halimiz var: Halbuki bu laik bir anlayış; laikliği eleştirirken, laik olmuşuz da haberimiz yok! Dinle dünyayı iyice ayırdık! Pek çok konuda hâlâ dindar olsak bile, sıra para kazanmaya gelince, hırsımız inancımızın önüne geçiveriyor. Hırsımız inancımızı yönlendiriyor.
Hâlbuki doğru Müslümanın, tüm dünyasına inancının hâkim olması, hayata inanç perspektifinden bakması gerekiyor. Yani bir işe başlarken, Bu işten ne kadar kazanırım diye değil, öncelikle bu iş helâl mı? diye başlamaktan söz ediyorum. Bu işi alırsam kimsenin hakkını-hukukunu ketmeder miyim? diye yaklaşmaktan bahsediyorum. Unutmayalım ki, Allah, hal-i hayatımızda ne kadar para kazandığımızı değil, helâl-haramı gözetip gözetmediğimizi soracak.
(Yavuz Bahadıroğlu, 2012-04-07)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yüksekten bakar ise Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar, Dış yüzüne o sızar,içinde ne var ise...
Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler...