27 Ağustos 2012 Pazartesi

Şeytanın Namazı Engelleme Metodları


Şeytanın Namazı Engelleme Metodları

    

    1) Kul namaz kılmak isteyince, ona vesvese veririm. “Henüz vakit var, meşgulsün, işini bitir, sonra kılarsın”, derim.

    2) Namazını geciktiremezsem, insan şeytanlarından birini yollarım ve namazını geciktiririm.

    3) Onu da yapamazsam, o kula namazda musallat olurum. “ Sağa bak, sola bak, “ derim, bakınca da yüzünü okşar, alnından öperim. Sonra da “namazın bozuldu” diye vesvese verir namazdan çıkarırım.

    4) Sağa sola baktıramazsam, yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. çabuk kılmasını emrederim. Horozun yem yediği gibi çabukça kıldırırım.

    5) Bunu da yaptıramazsam, cemaâtle namaz kılarken, başına bir gem takarım ve başını imamdan önce secde ve rükûya götürürüm ve namazını bozarım.

    6) Bunu da yaptıramazsam, namazda parmaklarını çıtırdatmasını emrederim. Böylece beni tesbih eder.

    7) Miskinlere, zavallılara giderim, namazı bırakmalarını emrederim. “Namaz size göre değil, siz rızkınıza bakın, işinizde çalışın” derim.

    8 ) Hastalara giderim, hastaya zorluk yoktur, iyi olunca kılarsın derim. Hattâ, hastayı isyân ettirir, küfre bile sokarım..

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Halveti bir yalnızlık ister ruhunuz…


Yürek…
Kimi zaman kuştur uçmak ister sevdaların ülkesine…
Kimi zaman uçsuz bucaksız sahralarda bir yolcudur aşkın vahasına ermek isteyen..
Kimi zaman bir yolcudur,çok uzaklardaki aşkın diyarına…
Yürektir bu,kimi zaman kanar,yanar yakılır…Kimi zaman “sus” gelir diline;Meryem sabrına bürünür…Kimi zaman hoyrat eller uzanır kanatılır…Kimi zaman uzanır halveti yalnızlıklara…
Ama ne olursa olsun nefreti barındırmaz mekanında…
Yunusvâri seslenir kâinata;Ben Gelmedim Boş Dava İçin,Benim İşim Sevgi İçin…
Sevgi güzeldir,yüreğini ferahlatır insanın…
Gönle baharları getirir…Cennet muştuları duyarsınız her yüreğinize damla damla aktığında…
Ama ne vakit sevgiyi verdiğiniz ellerden size artık “güller” değil, “diken” gelir;işte o vakit yürekten sızan damla damla kanlar kalemizin mürekkebi olur,sitem yüklü satırlar dizilir bir bir…
Kaçmak istersiniz uzak diyarlardaki sevdaların ülkesine…Yalnız,yapayalnız…Halveti bir yalnızlık ister ruhunuz…
Zira kalabalıklar hoyrattır…Kalabalıklar,kendi içinizde yalnız kalmaktır…Kalabalıklar,bölünmektir parçalara…
Ruhunuz Mekke’de bir Hira arar…
Bir Ebu Bekir dostluğunun hasretini çekersiniz Sevr misal mekanlarda…
Ve Hatice misal vefalı eşler,vefalı sevgilerin hasreti ile yanar yüreğiniz…
Züleyha misali yıllarca aşkta vefa ararsınız Yusuf yüreklerde…
Ve gözleriniz gök kubbede,gönlünüzden süzülürken göz yaşlarınız,dudaklarınızdan dökülür geçmiş anılardan bir şarkının mısraları:
(Reşha)
Ah Yüreğim
Yalınayak bir yolcuyum
Yıldız yağan gecelerde
Sevdaların yorgunuyum
Kalmadı kimse içimde

Ben dururum kuşlar gider
Aşkın uzak ülkesine
Ben susarım
Deniz başlar
Bitmeyen o türküsüne

Ah yüreğim ah yüreğim
Senle nasıl başedeyim
Acılanan şu göğsüme
Seni nasıl hapsedeyim

Tutabilsem yıldızları
Dönebilsem anılara
Doyasıya ağlar mıydım
Anıların kollarında
Acıyorum o yıllara
Yaşadığım acılara
Bir çocuğun yüreğiyle
Ağladığım şarkılara

Ah yüreğim ah yüreğim
Senle nasıl başedeyim
Acılanan şu göğsüme
Seni nasıl hapsedeyim

Yûsuf Hayaloğlu

24 Ağustos 2012 Cuma

Kaliteli Kişiliğin Temel Maddeleri/ Emsalsiz Örnek Şahsiyet


Doğru ve iyi olanı bilmekle iş bitmiyor, önemli olan doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır.
Karakter yanlış gelişmişse tahsil işe yaramıyor. Unutmayalım: Darbeciler, cuntacılar, entrikacılar, teröristler, suikastçiler, ahlaksızlar, korku salıcılar, yerin altını-üstünü silah-bomba vs. deposu haline getirenler, devleti soyanlar, rüşvet alanlar, vatanı şahsi çıkar uğruna satanlar, birilerini hakir görüp aşağılamakla yükseleceklerini zannedenler, toprak doyurası gözleriyle halkı habire soyanlar belki tahsilli kişilerdir ama KARAKTERSİZDİRLER.
Roosevelt der ki: “Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bela kazandırmaktır.”

***   ***    ***
M. Nazım Uçar'a göre kaliteli kişiliğin 10 Temel  maddesi şöyle sıralanır:
1.Tevâzu: Gizli ve aşikâr kibir, gurur, benlik asla kaliteyle yan yana olamaz. Her fırsatta iyi, güzel, bilgili, becerikli, kaliteli vs. olduğunu söyleyen veya îmâ edenin kişiliği hamdır; profesör, ünlü, kelli felli, kalburüstü vesaire olması bir şey değiştirmez.
2. Değer Vermek: Değer vermeyi ihmal edip sadece değer görmeyi bekleyen tiplerin kalitesi dibe vurmuş sayılır. Kıymet bilmeyenin kıymeti bilinmez ve buna da hakkı liyâkâtı yoktur.
3. Tartışmadan kazanmak: Kavga, gürültü çıkaran anlamında münakaşacı kişi kazançlı çıkıyor görünse de er geç kaybeden olmaya mahkûmdur.
4. Haddini Bilmek: Söz ve davranışlarında sınırlarının farkına varmak çok büyük bir değerdir.
5. Dürüstlük: Kaliteli kişiliğin bel kemiğini oluşturur.
6. Öfkeyle Hâkimiyet: Ünlü psikoloji dergisi Psychologies bir haberinde öfkeye hâkim olmamayı “ en zayıf kişilik özelliği” şeklinde duyurdu.
7. İradeye Hâkimiyet: Kendisi veya başkaları için zararlı bir şeyi yapıp yapmama hususunda nefsine yenilmemek, iradesine hâkim olmak kaliteli kişiliğin ruhudur.
8. Bardağın dolu tarafına görmek: Olumluluk, iyimserlik, hüsn-i niyet, her hal ve şartta umutlu olmak kaliteli kişiliğin can damarıdır.
9. İcraatıyla konuşmak: Zaruri iletişim ihtiyacı dışında diliyle değil, fiiliyatıyla konuşmak kaliteli kişiliğin kalbidir.
10. Geniş Gönüllü Olmak: Her hataya, yanlışa, kusura karşı sonsuz bir hoşgörü ve affedicilik özelliği kaliteli kişiliğin en belirgin sonucudur.
Günümüzde eğitim sadece beyne hitap ettiği, gönüllere ulaşmadığı için karakter eğitimi alanında çok çalışmamız gerekmektedir. Rabbim önce kendi halimizi düzeltmeyi sonra da bize şu karanlıklar içinde kalmış, bir şeyler bildiğini zanneden aslında bomboş olan genç neslin gönlüne hitap edecek hizmet alanları nasip etsin.
*** *** ***
Kaliteli kişilikte bulunması gereken özellikler elbette bu 10 maddeyle sınırlanamaz. Daha başka özellikler de vardır. Biz öğrencilerimizin anlayacağı şekilde konuyu özetledik ve konuyu pekiştirmek için yukarıdaki panoyu hazırladık. Bütün bu özellikler kalbimizi güzelleştirir ve karakterimizin olgunlaşıp meyve vermesini sağlar.
Müslümanların her konuda örnek alacakları insan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Çünkü Allâh-ü Teâlâ Kur’an’da “Allah’ın Rasülü’nde sizin için uyulması gereken ‘güzel örnek’ vardır.”
(Ahzab Sûresi, 21) buyuruyor.
Peygamberimiz ahlâkını (alışkanlığını, huyunu, yaşantısını) Kur’an’dan almış, bütün güzel davranışları kendisinde toplamıştır. Hz. Aişe “O’nun ahlâkı Kur’an idi” demiştir.
Peygamberimiz’in ahlâkından bazı örnekler:
1. Peygamberimiz, her işini düzenli yapardı. Dinlenmek için vakit ayırdığı gibi, ibadet için de vakit ayırırdı. Peygamberimiz Allah’ı çok sever, her an O’nu hatırlar ve ibadet etmekten büyük mutluluk duyardı. Peygamberimiz, Allah’a son derece güvenir, kendisini başarıya ulaştıracağına inanır ve bunun için Allah’a duâ ederdi.
2. Peygamberimiz her işini kendisi yapar, başkalarına yük olmaktan çekinirdi. Herkes gibi yaşamayı sever, ayrıcalıklı olmayı istemezdi.
3. Peygamberimiz her şeyin sadesini ve temizini severdi. Üstünü başını, elbiselerini, çevresini temiz tutar, herkese temiz olmalarını tavsiye ederdi. Her zaman dişlerini fırçalardı. Güzel kokular kullanmayı severdi. Kendisi az yer, az içer ve az uyurdu.
4. Peygamberimiz çocukluktan itibaren doğruluktan ayrılmamış ve hiç yalan söylememiştir. Gereksiz yere konuşmaktan da hoşlanmazdı. Söz verdiği zaman sözünü yerine getirirdi. Gençlik döneminde bile ‘Muhammed-ül Emîn’ (Güvenilir Muhammed) diye çağrılırdı.
5. Peygamberimiz’in kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile doluydu. Özellikle kimsesizlere ve fakirlere yakınlık gösterir, onların dertlerini dinler ve elinden geldiği kadar onlara yardım ederdi. Hastaları ziyaret eder, onların hâl ve hatırlarını sorardı.
6. Peygamberimiz insanların en cömerti idi. Kendisinden bir şey isteyeni boş çevirmez, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtır; “Ben dağıtıcıyım, veren Allah’tır” derdi. Bununla beraber dilenciliği sevmez, dilenenlere bundan kurtulmaları için çalışma yollarını gösterirdi.
7. Peygamberimiz; güleryüzlü, hoşgörülü, yumuşak huylu ve son derece nazik idi. Kaba ve kırıcı değildi. O, hayatı boyunca kimseye kötü söz söylememiş, kırıcı bir davranışta bulunmamış, kimseyi azarlamamış ve dövmemiştir. Dargın durmayı da yasaklamıştır.
8. Peygamberimiz çok alçak gönüllü idi. Asla büyüklük taslamaz, bir yere gittiği zaman kendisi için ayağa kalkılmasını ve elinin öpülmesini istemezdi. Ayrıca insanların aşırı derecede kendisini övmesine izin vermezdi.
9. Peygamberimiz, ‘misavirperver’ idi. O, misafirlerini en iyi şekilde ağırlar, onlara bizzat kendisi hizmet ederdi. Müslüman olmayan misafirlere de aynı şekilde davranırdı.
10. Peygamberimiz, çok cesaretli idi. İnsanları İslam’a çağırırken tek kişiydi. Bu esnada büyük tehlikelerle karşılaştı. Düşmanlar O’nu öldürmek ve İslam’ın yayılmasını önlemek için çok planlar yaptılar. Ama O, ümitsizliğe kapılmadı ve sabırla görevine devam etti.
11. Peygamberimiz, örnek bir ‘aile reisi’ idi. Hanımlarına karşı çok nazik, çocuklarına karşı da çok şefkatli idi. Ev işlerinde hanımlarına yardım eder, elbiselerini kendi eliyle yamar, ayakkabılarını tamir eder ve evini süpürürdü.
12. Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onları kucağına alıp okşar, sevgi ve şefkâtle öperdi. Onları nerede görürse selâm verir, onlarla konuşur ve şakalaşırdı.
13. Yaşlılara ve büyüklere her zaman saygı duyar, onlardan yardımını esirgemezdi. Onlara selam verirdi. Sadece insanlara değil hayvanlara karşı da iyi davranılmasını isterdi.
Eğer kaliteli bir şahsiyete sahip olmak istiyorsak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'i örnek almalı, O'nun hayatını şahsiyetimize kandil yapmalıyız.
alıntıdır

23 Ağustos 2012 Perşembe

Kapitalist dindar gençler nasıl eş arıyor?!


Kapitalist dindar gençler nasıl eş arıyor?!
Kapitalist dindar gençler nasıl eş arıyor?!

Dindar görünümlü, muhafazakâr bir kısım gençler hesap kitap kaygısıyla hesap gününü unutarak eş arıyor kendilerine..


Gelin adayı:
-Şu beğendiğim gelinlikten başkasını almam!
-Damat adayı:
Fiyatı daha uygun bir gelinlik seçsen canım, 3 bin biraz fazla değil mi?
Suratı düşer gelin adayının. “Zaten istediğim semtte tutmadınız evi, ben altı çift bileziği otuz gramdan isterken siz yirmi gramdan aldınız.” “Getirdiğiniz çikolata tepsisi bile gümüş değildi.” “Düğünümüzü ucuz bir salonda yapıp beni arkadaş çevremin diline düşürmeye niyetin yoktur umarım…” “Aysel’e bir düğün yaptılar ki görmeliydin, herkes iki ay o düğünü konuştu. Olacaksa öyle olsun. Ne yani canım insan ömründe bir kez evleniyor! İğneden ipliğe eksiksiz ve en kalitelisinden olmalı her şey…” diye uzayıp giden konuşmalara son zamanlarda daha çok şahit oluyorum. Bu şekilde dile getirmeyenler de aşağı yukarı karşı tarafı aynı maddi harcamayı yapmaya sürüklemeyi iyi biliyor.
Aile kavramı dinimizde böylesine önemliyken…
Bunları Müslüman kimliğiyle ön plana çıkan cemaat ve toplulukların genç mensuplarını muhatap alarak yazıyorum.evlilik
Gelişiyor, modern oluyor, çağdaşlığın zirvesinde cebimize göre voltalar da atıyoruz. Yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayacak şekilde klavye mücahidiyiz, cemaatin ön saflarında yer tutuyoruz, söyleyecek çok sözümüz var İslam’a dair.
Ama gelin görün ki aile kurmaya gelince tespih taneleri gibi dağılıyoruz. Kimilerimizin içinde yatan kapitalist canavar diriliveriyor. “Tutabilene aşk olsun” türünden abartılı bir hal alıyor harcamalar ve kriterlerimiz. Dramatiktir ki dindar gençlerimizin huzur bulmak için kurmaya çalıştığı yuvalarda huzursuzluk daha önce mekân buluyor kendine. Aile kavramı dinimizde böylesine önemliyken indirgediğimiz mana inancımızı karşılıyor mu?
Elbette istisnalar kaideyi bozmaz ama ekseri karşılaştığımız tablo üzülmemiz için ciddi bir sebep. Dinî hassasiyetlerin dışına çıkmayı bir anda normal karşılayan dindarlar görmek zor olmuyor artık düğün dernek dönemlerinde. Milyarları bir geceye saçmak sıradanlaşıyor ve artık gözlerimiz aydın olsun ki “modern dindarların düğünü” diye bir düğün tipimiz de var. Mutluluk gecesini bunalımların başlangıcı mı yapıyoruz paranın güzelleştireceği zannıyla…
Bunları demeye başlamadan önce “ipin ucunu neresinden tutayım” diye düşündüm; eş adayı seçmek, nişan alışverişleri, ev dizmek ve nihayetinde düğün… Kıyaslayarak eş, eşya seçip yuvalar mı kuruyoruz? Allah’ın rızasını gözetmeyi bir kenara bıraktık, iç hesaplarımızın sesi vicdanımızın sesini de kısar oldu.
Diploma geldi mertlik bozuldu!
Her işin ucu paraya dokunur oldu. Artık arz talep meselesi haline gelip farklı bir sektörleşme var yuva kurmada. Eş seçimi hassas bir mevzudur hepimiz için. İnce eleyip sık dokunacak konuya kapitalistlerin çözümü hazır. Diploman var mı? Atanma ihtimalin nedir? Maddi seviyen nasıl? Bu soruların cevabını bulduğunda eş adayını gözüne kestirmiş olursun. İş böyleyken kız beğenmeye giden annelerin, “hangi okuldan mezunusun? Kadrolu musun? KPSS’den kaç puan aldın?” sorularına muhatap olan kızların yanaklarının pembemsi bir hal alması nasıl berbat bir duygudur bilirim.
evlilikBu muameleyi Müslümanca hassasiyetleri olmayanlar yaptığında bir yere kadar hoş karşılanabilir belki ama bunu bizim adı dindara çıkmış gençlerimiz ve aileleri yapar oldu. Ye kürküm ye devri daha bir baskın mı ne? Üniversite mezunu olmamak eş adayı görülmemek için yeterli ve önemli bir nedendir mesela!
Güzel ahlakı, inancı ve merhameti için değil de okuduğu yılların, maaşının, konumunun hatrına karşısındakini eş adayı olarak gören muhafazakâr gençler. Müslüman Genç bu değil! İslamcı genç bu değil! Bunlar olsa olsa muhafazakâr, sağcı gençler. Efendimizin “eşlerinizi ahlakı için seçin” mealindeki hadisini elbette unutmuş olmalılar. Çift maaşların çoğaldığı günümüzde paraya göre hayatını tanzim eden gençlerin uzun soluklu muhabbetlerini bölen nedir diye sormak gerekirken, çocuklarını kırk günlükken yabancı kucaklara emanet eden taze annelerin evlat sevgisini nasıl içselleştireceğini hangi devlet düşünür ki?
Moda toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerlediğimiz aşikâr
Güzel ülkemin muhafazakâr, dindar gençlerinin istekleri envai çeşit; “diplomalı olsun ama çalışmasın”, “çalışan olsun ama öğretmen tercihimdir”, “evi olsun, son modelinden bir de araba” gibi istekler... Ne yapmalı bilmiyorum doğrusu. Şaşırıp kalıyorsunuz öylece. Tüketim toplumu olurken, insanları, hassasiyetlerimizi ve değerlerimizi de tüketmeye ayarlanmışız. Kapitalist, liberal, materyalist dindarlar, muhafazakârlar üretiyor toplum. Moda toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerlediğimiz aşikâr. İnsanlık erdemi arka plana itilirken “paradan haber ver” diyen kızlar-oğullar boşanmak için neden sıraya giriyor diye sorsak cevabını vermeye çekindiğimiz sonuçlar dökülür önümüze.
Mutlu olmak için ne gelinliğin üç bin lira olması, ne masallar gibi düğün yapıp bol bol para harcamak, ne de üniversitenin en çok atama alan bölümünü bitirmek gerekiyor. Arka plana attığımız saygı, hoşgörü ve sevgi bu umutsuz tablonun gölgede kalmış yanı. Öyle bir çark ki bu, bizim olmayan düşüncelerin köleliğini yapıyoruz. Vicdan muhasebesi yapmak yerine üstünlük terazisinde ahretlik umutları yok pahasına heba ediyoruz.
Bu çarktan nasibini almayan kaldı mı? Cevap sizin ama ben diyorum ki naçizane: “Eşlerinin elini bugünün hesabıyla değil, hesap gününün hesabını düşünerek sevgiyle tutmayı bilenler, İslam’ın en güzel temsilcileridir.”

Zeynep Sayılır

dosttan haber kim getirir

Dosttan haber kim getirir
Sorun seher yellerine
Vay bu ayrılık firakı
Yetişmesin kullarına

Bu ayrılık firakı
Dünya kime kalır bâki
Ol padişah olup sâki
Kadeh sunar kullarına

Ol kadehin içi dolu
İçen ondan olur deli
Ol şeyhimin tâlibleri
Bel bağlamış yollarına

Nefse karşı olan kişi
Durmaz akar gozü yaşı
Burda nefse uyan kişi
Dalmaz kevser sularına

Kevser hav'zuna dalanlar
Ölmezden öndün ölenler
Nefsini düşman bilenter
Konar Tûbâ dallarına

Tûba dalından uçanlar
Cennet kapısını açanlar
Şarabun tahur içenler
Banmaz dünya ballarına

Biçâre Yunus n'eylesin
Derdini kime söylesin
Bir dem tefekkür eylesin
Bu dünyanın hallerine�
Hz yunus

22 Ağustos 2012 Çarşamba

İşte bir bardak kolanın dakika dakika zararları.



İşte bir bardak kolanın dakika dakika zararları.


E-postaYazdır
Kolayı çoğumuz düşünmeden tüketiyoruz. Peki, kola içtikten sonra vücudumuzda ne gibi değişiklikler olur.
 
İşte bir bardak kolanın dakika dakika zararları.
 
İLK 10 DAKİKA:

* 10 çay kaşığı şeker vücudunuza girer. (Günlük almanız gereken şeker miktarının tamamı kadar)   * Fosforik asit tat alma duyunuzu keser.  
 
20 DAKİKA:

* Kan şekerinizde ani bir yükselme olur.   * Yüksek miktarda insulin patlamasına neden olur. * Karaciğeriniz vücudunuzdaki şekeri yağa çevirerek buna bir yanıt verir.
* Bu sadece bir kaç dakika içinde olur.
40 DAKİKA:
 
* Kafein emilimi tamamlanır. * Kan basıncınız yükselir. * Karaciğeriniz kana daha fazla şeker pompalamaya başlar. * Beyninizdeki adenozin reseptörleri rehaveti önlemek için bloke olur.
 
45 DAKİKA:

* Beyninizde dopamin salgısı artar. * Bu tıpkı eroinin vücuta yaptığı tepkimelere benzer.
* Bu da vücutta depolanmış kalsiyum, magnezyum ve çinko'nun da beraberce dışarı atılması demek.  
 
BİR SÜRE SONRA...

* Şeker ihtiyacını tekrar duymaya başlayacaksınız. * Kendinizi halsiz ve bitkin hissedeceksiniz. * Vücudunuzda kola ile aldığınız bütün su tekrar dışarı atıldığı için susuzluğunuzu tekrar hissedeceksiniz.
* Şeker ihtiyacını takiben, kafein isteği de başlayacak (sigaradaki gibi)...  

16 Ağustos 2012 Perşembe

Gönül, gönül terbiyesi ile öğrenilir.

Gönül, gönül terbiyesi ile öğrenilir.


Biraz okumuş adama sosyalist diyorlar. Her şeyin hakikisi yok edildi, mefhumların içleri boşatıldı. Milletler topla tüfekle yıkılamaz. Zihinler gönüller fethedilir. Psikolojik harp yapılır. Gerçekler daima gizlenir. Millet birbirine kırdırılır. İnce planlar uygulanır. Planlar dışarıdandır. 40 yaşınıza kadar öğrendiklerinizin hepsi yalan.

Milletleri gütmek için dilini yokedersin, tarihini unutturursun, kültürünü bozarsın. Bir milleti millet yapan nedir? Damarlarında asil kan yok, burada bahsedilen kültürüntür. Kültürünü, medeniyetini muhafaza edersen kendine saygın olur. Kendine saygısı olanı herkes takdir eder.
Prof Dr. Oktay Sinanoğlu

15 Ağustos 2012 Çarşamba

VAKTİNİZE HAZIR OLUN


VAKTİNİZE HAZIR OLUN

Vaktinize hazır olun,
Ecel vardır, gelir bir gün.
Emanettir kuşça canın,
Issı vardır, alır bir gün.

Nice bin kere kaçarsan,
Yedi deryalar geçersen,
Kanat çırparak uçarsan,
Ecel seni bulur bir gün.

İşbu meclise gelmeyen,
Anıp nasihat almayan.
Elif'ten be'yi bilmeyen,
Okur kişi olur bir gün.

Tutmaz olur tutan eller,
Çürür şu söyleyen diller.
Sevip kazandığın mallar,
Varislere kalır bir gün.

Yunus Emre'm bunu söyler,
Aşkın deryasını boylar.
Şu yüce köşkler, saraylar,
Viran olur kalır bir gün.

Yunus Emre

14 Ağustos 2012 Salı

KADİR GECEMİZ MÜBAREK OLA


Kadir gecesinin önemi nedir?

Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan en kıymetli gecedir. Bazı âlimlere göre Mevlid gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Kadir Gecesi, Muhammed aleyhisselamın ümmetine mahsus bir gecedir. Başka Peygamberlere böyle bir gece verilmemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 
(Allahü teâlâ, Kadir gecesini ümmetime hediye etti, ondan önce kimseye vermedi.) [Deylemi] 

Peygamber efendimiz, daha önceki ümmetlerden bin sene cihad eden insanları düşünüp, benim ümmetimin ömrü kısadır, az ibadet ederler diye üzülünce, Allahü teâlâ, (Kadir gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibinin kalbini ferahlandırdı. Hem de Kadir gecesi, her Ramazan ayında gelir. 

Resulullah efendimize kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu, uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce, Allahü teâlâ Ona bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etti. (İ. Malik) 

Resulullah efendimiz, (Beni İsrail Peygamberlerinden 80 yıl Allahü teâlâya ibadet eden oldu) buyurunca, Eshab-ı kiram hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip; “Ya Resulallah, senin ümmetin bu Peygamberlerin, 80 yıllık ibadetine şaşarlar. Allahü teâlâ sana ondan iyisini gönderdi” diyerek, (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Tefsir-i Mugni) 
Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: 
(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar, Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

(İnanarak ve sevabını Allahü teâlâdan umarak, Kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.)
 [Buhari, Müslim]

(Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’an-ı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih 
(Sübhanallah), bir tahmid(Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni] 

(Kadir gecesi üç defa “La ilahe illallah” söyleyen müslümanın, birincisinde bütün günahları bağışlanır. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni] 

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Ahlâkî Bir Fazîlet: Çirkinliklerin yayılmasına fırsat vermemek.


Cenâb-ı Hak buyuruyor:  “İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nûr, 19)
 
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr 72. Buhârî, Mezâlim, 3)
 
Dinimiz, insanların ayıplarını araştırmayı ve kişilerin gizli hallerini ortaya çıkarmak için gayret etmeyi yasaklamıştır. Buna karşılık, bir kimsenin ayıplarını, kusurlarını örtmek ahlâkî bir fazîlet, üstün bir insânî meziyet kabul edilmiştir. Örtülmesi istenilen ve Allah’ın da kıyamet gününde örteceği ayıp, kusur ve hatalar, kul hakkına taalluk etmeyen, zulüm ve haksızlık olmayan, söylenilmesi halinde kimseye fayda temin etmeyecek türden olanlardır. Bu sayılanlar ve benzerleri dışında kalan günahları ve özellikle haramları gizlemek câiz değildir.
 
Allah Teâlâ, dünyada günahlarını örttüğü kulunun, kıyamet gününde de hata ve kusurlarını örter. Böylece mahşer halkı da onun bu halini bilmezler. Dünyada bir kulun hata ve kusurlarını örten kimse de sevap işlediği için, Allah katında o da mükâfatını görür. (Riyazü’s Salihin, 2.Cilt, Erkam Yay.)

9 Ağustos 2012 Perşembe

Namazdan Uzak Olanlar

Gönül ehli, namazdan uzak olanları îkâz sadedinde şöyle buyurur:
“Mal, mülk ve servetin çokluğundan gaflete düşüp namaza yanaşmayanlar, Kârûn’la haşrolacaklar; saltanat ve idâreden dolayı yanaşmayanlar, Firavun’lahaşrolacaklar; yüksek devlet memurluğundan ötürü yanaşmayanlar, Hâmân ile  haşrolacaklar; ticâret ve kazançtan dolayı yanaşmayanlar da Peygamber düşmanı olan Übey bin Halef ile haşrolacaklardır…”
Namazdan uzak kimseler, dünyâ hayatında bereketsiz bir ömür yaşar. Sîmâlarında ilâhî güzelliğin nûru kalmaz. Hiçbir iyiliğine sevap verilmez. Duâları kabul olmaz. Sâlih kimselerin sevgisinden mahrum kalır. Târih boyu müşâhede edilen: “Nasıl yaşarsanız, o şekilde ölürsünüz.” sırrınca son nefesi tehlike arzeder ve ızdıraplı olarak can verir. Kabri onu sıkar ve cehennem çukurlarından bir çukur olur. Kıyamette de Cenâb-ı Hakk’ı kendisine gazaplanmış olarak bulur. Hesabı çok çetin geçer ve nihayet cehenneme atılır.
Buhârî’de nakledildiğine göre Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, sabah namazından sonra ashâb-ı kirâm’a bir rü’yâ görüp görmediklerini sorardı. Görenler anlatır, O da tabir ederdi. Birgün âdeti üzere yine sordu. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Ben bir rü’yâ gördüm. İki kişi geldiler ve beni alıp götürdüler.”
Sonra uzunca olan rü’yâyı anlattı. Cennet, cehennem ve cehennemdeki kişilere yapılan çeşitli azâbları teker teker açıkladı. Onlardan biri başı taşla ezilerek azâb edilen bir şahıstı. Taş öyle şiddetle vuruluyordu ki, sıçrayıp geriye düşüyordu. O taş alınıyor, yine aynı şekilde şiddetle vuruluyor ve azâb böyle devam ediyordu.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kendisini götüren o iki kişiye:
Bu kimdir?” diye sordu.
Onlar da:
“–Bu adam, Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğrendiği hâlde onu bırakıp okumayan ve farz namazı kılmayıp uykuya yatandır.” dediler.
İblîsin insanoğlu ile diğer ibâdetlerden ziyâde namaz husûsundaki mücâdelesi kulu:
“Namazı olmayanın dîni yoktur.” (Taberânî) hitabına muhâtab bir hâle getirebilmek ve böylece onun da kendisi gibi rahmet-i ilâhiyyeden uzaklaşmasını te’mîn etmek içindir.
Dolayısıyla basîretli mü’minler, şeytanın bu yoldaki tuzaklarından kendilerini korurlar ve herhangi bir sebeple kılamadıkları namazları kazâ olarak edâda son derece acele davranır ve bu hususta hiçbir gayretten hâlî kalmazlar.
Şâyet hadîs-i şerîfte buyurulan:
“Kim bir namazı unutursa, onu hatırladığında hemen kılsın; onun bundan başka keffâreti yoktur.” (Müslim, Mesâcid, 314) beyânına dikkat edilmezse, dağ gibi yığılacak namaz borçları, neticede kulu âhıret perîşânlığına dûçâr kılar.

7 Ağustos 2012 Salı

Nazar haktır

Nazar haktır. Beğenerek, imrenerek veya kıskanarak bakılan şeylere nazar değer. İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Nazar hastalık yapar, hatta öldürür. Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder.

Peygamber efendimizin zamanında Esed oğullarından nazarı değen bir kimse var idi. Üç gün bir şey yemez, sonra çadırın bir tarafını kaldırıp oradan geçen bir deveye bakıp, (Bunun gibi bir deve hiç görmedim) der demez, deve yere düşer hastalanırdı. Müşrikler, bu adamı bulup Peygamber efendimizi nazarla öldürmesini istediler. Cenab-ı Hak da Resulullahı bunun nazarından korumuştur. Bu hususta Kalem suresinin (Nerede ise, kâfirler seni gözleri ile yıkacaklardı) mealindeki 51. âyeti inmiştir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Nazar haktır.) [Müslim]

(Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.) 
[İbni Adiy]

(İnsanların yarısı nazardan ölür.) 
[Taberani]

(Hoşa giden bir şeyi görünce, “Mâşâallah la kuvvete illa billah” denirse o şeye nazar değemez.) 
[Beyheki, İbni Sünni]

Nazar neredeyse kaderi geçecekti. Nazardan Allahü teâlâya sığının.) [Deylemi]

(Kaderi geçecek bir şey olsaydı nazar geçerdi.) [Müslim]

Görülmeyen şeylere yok demek, bugünkü bilime de aykırıdır. Günümüzde, aletlerden çıkan şuaların iş yaptığı tespit edilmiştir. Mesela, TV’yi çalıştıran, kanallarını değiştiren veya arabaları açan kumandalar vardır. Onlardan çıkan şualar, iş yapmaktadır. Lazer denilen şualarla ameliyatlar yapılmaktadır. Bunlar gibi, gözden çıkan ve mahiyeti tam açıklanmayan şualardan da nazar değerek, bakılan şey zarar görebilir
.Nazarı değen kimse veya herkes, beğendiği bir şeyi görünceMâşâallah demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Hadis-i şerifte, (Hoşa giden bir şeyi görünce, “Mâşâallah la kuvvete illa billah” denirse o şeye nazar değemez) buyurdu. (Beyheki, İbni Sünni)
NAZAR İÇİN OKUNACAK
               BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ü  3 defa İhlas Suresi
ü  3 defa Felak Suresi
ü  3 defa Nas Suresi
ü  3 defa Ayet-el Kürsi
ü  33 defa İn kanet illa sayhaten vahideten fe izahüm hamidün
ü  70 defa selamün gavlen mirrabbirrahim
ü  7 defa ve İyye kadüllezine keferu ve yüzliguneke innehü le mecnun.
 Ve ma hüve illa zikrun lil alemin.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

İnsanlar Düşünsünler diye

“Biz bu Kur'an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Sure-i Haşr 59/21)
Denilir ki, Allah Tebareke ve Teâlâ’dan aciz kula hitap gelir de, kulun zerre zerre dağılmasına engel olan gaflet ve şüphe perdesidir…
Fahruddin Er-Razi, bu ayeti kerimenin tefsirinde: Bundan murad insanların kalblerinin katılığına işaret etmektedir, diyor.
Mesnevi Şerif’de de şöyle denir:
“Bunu babadan ve anadan işitmişsin; şüphesiz buna gafil olarak sarılmışsın.”
Kur'an’ı Azimüşşan’ın Hakk’ın kelamı olduğunu anadan babadan işiterek bir aşinalık içinde yetiştiği için, azamet ve celadeti gözlerde ve kalbinde mahfuz kalmaktadır. Böylece onu bir şekil ve emirler silsilesi olarak, insanın kendinden, yaradılışından, tarihten haber veren bir vesika olarak görmüştür. Onun hakikatleri, eski ifade ile hakâyıkı tarafımızdan tam olarak anlaşılsa buz gibi erirdin, diye belirtilmiştir.
Rivayet edilir ki, Hz. Ömer (r.a.) Sure-i Tur’daki (51/7)  ‘İnne azabe Rabbike levakıun - ‘Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.’ Ayeti kerimesini işittiği vakit bayılıp bir ay hasta yatmıştır.
Ne hikmetse günümüz insanları Kur'an’ın suretini doğru okuyor ama manasından bî haberdirler. Bilmem siz hiç okuduğu ayeti kerimenin ya da sure-i celilenin tesirinde kalıp Hz. Ömer gibi hastalanan ya da gafletten uyanan kişilere vakıf mısınız?
Ayet-i kerimenin sonunda, “Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” buyrulmakta. Bizler de bu misali düşünmeye çalışalım. Bu dünya serüveninde insanoğlunun uğradığı, görüp göreceği en büyük şeref muhakkak ki Allah Azimüşşan’ın hitabına muhatap olmasıdır. Zira muhatap olmak ya da muhatap alınmak eşitler arası bir durumdur. Âlemlerin Rabbi ile topraktan yaratılmış ya da nutfeden üremiş insanın arasındaki rab ve kul ilişkisi, yoktan var ederek ona izzet bahşetmesidir. Hülasa, insanın Allah’ın cemalini temaşadan evvel mazhar olduğu en büyük şeref, Halık zü’l-celâlin hitabına mazhar olmasıdır. Şüphesiz yakin kesbedenler, hitabına vakıf olanlardır. Ya da doğru ifade, hitabına vakıf oldukça, yakini aynı oranda artmaktadır.
Haşyetinden pare pare oldu Tur,
Âdeme bilmem neden gelmez fütur!
Haşyet ve azamet, kelimeleri önce gönlümüzden sonra lisanımızdan çıkalı beri, fütur da semtimize uğramaz oldu. Yani insan korkusunu ve pervasını yitirerek, mana karşısında aldırmaz oldu.  Allah’ın tecellisinden Tur, pare pare olup da, âdemoğlunun Kur-an’ı Kerim’i okuyup da fütursuz kalması gafletinin koyuluğu ve kalbinin katılığından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde Kur-an’ı her okuyuşumuzda Allah korkusu ile başları eğip, nefis dağlarının parça parça olması gerekmektedir.
Allah’ın azametinden haşyete kapılmak maalesef her kalbin kârı değildir.  Belki talep ettiği ve teslim olduğu oranda o ummandan hissesine düşen, tedricen katrecikler almaya müsaittir. Sözden tesirlenebilmesi için istidat ve anlayış olması gerekmektedir.
Nasıl ki çocuk kendisinin lehine olan şeyler söylendiğinde idrak edemeyip itiraz eder ya da ilgisiz kalırsa insan da, iman kalbinde kıvam bulana kadar, Kur-an’ı Kerim’i takdir edememektedir. Nitekim Sure-i Hac-74 de ve Sure-i En’am-91 de “Allahın kadrini hakkıyla bilemediler…” buyrulmuştur, bu yüzden “Rabbim! Benim bilgimi, ilmimi artır.” Ayetinde belirtildiği üzere, niyaz halinde olunmalıdır.
Kendi ifadesi ile hem nur, hem şifa, rahmet ve hidayet, aynı zamanda zikir olan Kur-an’ı Kerim’i Peygamberimiz okuduğu zaman; nimet ayetine rastlarsa, bu ayet onun üzerinde hüküm sahibi olur, Allah’ın ihsanını ister ve iyiliği talep ederdi. Azap veya tehdit ayeti okuduğu zaman ise Allah’a sığınırdı. Allah’ın yüceltildiği ayetlere gelince de, Allah Tebareke Teâlâ’yı yücelterek tesbih ederdi. Önceki toplum ve kavimlerin hallerini ve hükümleri anlatan ayetlere gelince ibret alırdı.  Her hangi bir fiili yapması gereken bir hüküm ayeti okuyunca, o hükmü yerine getirirdi.
Kur-an ayetlerini okumak ve düşünmek, Kur'an hakkında anlayış sahibi olmak, tam da bu demektir. Kur-an’ı bu şekilde okumayan, derinden düşünmeden ve basiret olmadan onu okumuş olur. Böyle okuyan kişi okuma halinde değil aktarma durumundadır. Peygamberimiz Aleyhisselatu Vesselam, bir hadis-i şerifinde, okuduğu Kur-an kalbine tesir etmeyip de boğazından aşağı inmeyenlerin, dinden okun yaydan çıkması gibi çıkacağını belirtmiştir.
“Biz bu Kur-an’ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Sure-i Haşr 59/21)
Ayet-i kerimedeki dağ misali, insanın dünyasında bir azamet ve yücelik ifadesi telkin ettiği için verilmiştir. Olayın ciddiyet ve vahametini algılayabilmemiz için verilen bu örnek defalarca tefekkür edilmelidir. Üzerine Kur'an inzal olmuş ve Allah korkusundan parça parça olmuş bir dağ tasavvur ederken, insanın içinde hakikate erişmesine engel olan enaniyetinin tuz buz dağılmasının yolu açılmalıdır… Allah korkusundan parça parça olabilmek, bir dağdan çok insana yakışan bir haldir. Kul olmanın künhüne varabilmek, Allah korkusundan baş eğebilmekle doğru orantılıdır… Haşyet, hep içimizde olmalıdır.  Böyle baktığımız zaman Kur'an, insanın her yönelişinde kendini sil baştan yenilemesi, tazelemesi demektir. Zira “Allah her an yeni bir oluş yaratıştadır” (Sure-i Rahman-29/20)
Kur-an’ı okuyup da içindeki karanlıkları aydınlığa çeviremeyenler için Mevlana Celaleddin Rumi’nin şu şiiri ne kadar manidardır…
Ey canımın içinde bulunan ve canın haberi
Bile olmayan dost,
Dünya seninle dolu, fakat dünyanın haberi
Bile yok senden.
Gönlüm,
Canım, nasıl izini izlesin ki,
Candasın gönüldesin, fakat canın gönlün haberi
Bile yok senden…
Suretin hayalde amma hayalin senden nasibi yok;
Adın dilde; amma dilin haberi bile yok senden.
Halkın senden haberdar oluşu, ancak adla, belirtiyle,
Ama yinede bütün bu adla-sanla belirtiyle halkın haberi bile yok senden…
Senin künhünün incisini arayanlar
Tam inanç ve şüphe vadisinde, haberleri bile yok senden.
Seni nasıl anlatayım, nasıl bildireyim; çünkü ebedi olarak
Anlatış senden aciz, bildirişin haberi bile yok senden…
Sineğin Cebrail’in kanadından haberi bile yoksa
Senden haber vereninde o çeşit haberi bile yok senden…
Handan Özduygu
2011 Altınoluk Dergisi- Mayıs, Sayı: 303, Sayfa: 050

3 Ağustos 2012 Cuma

cumamız mübarek olsun

Cumamiz mubarek olsun
(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

2 Ağustos 2012 Perşembe

HER ŞEYDEN ÖNCE ALLÂH’IN RIZÂSI

Muâviye (r.a.) Hz. Âişe’ye (r.anhâ) mektup yazdı ve kendisine, veciz (çok öz) bir tavsiyede bulunmasını istedi.
Hz. Âişe’de (r.anhâ) şu mektubu yazdı: “Selâmün aleyke. Ben Resûlullah (s.a.v.)’den şöyle işittim:
“Bir kimse, insanları kızdırma pahasına Allâh’ın rızâsını talep ederse insanların eziyetine karşı Allah ona yeter.
Bir kimse de Allâh’ı gadablandırma pahasına insanların rızâsını almaya kalkışırsa Allâhü Teâlâ insanları ona musallat eder (de insanlar ona eziyet ve zulüm ederler.) Vesselâm…” (Mektûbât-ı İmâmı Rabbânî, 1/98) 

ya vehhab



Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).



Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.


Kerim Kitap / Âli İmran:8

Üç yuva yıkıcı: İçki, kumar ve iç mimar!

Mobilya mağazasında kocası ile kavga eden çarşaflı kadını düşündükten sonra bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim. Sade yaşamanın güzelliğini kaybeden bir kültür bizim kültürümüz olmazdı.
 
İç mimari mesleği ile uğraşanlar yanlış anlamasınlar ancak mesleklerinin bazı risklerini onlara anlatmak istiyorum.
 
Özellikle iç mimari ve tasarım üretiminde önde olan İtalya, İspanya’nın süratle krize yönelmesi bazı sosyal hastalıkları bize hatırlattı.
 
Bu üç sosyal hastalık aile de ve ülke de ekonominin çöküşünün görünmeyen psikososyal nedenidir.
 
Batının  “Hedonizm, Egoizm ve Komfortizm” hastalıkları çöküşün işaretleri olarak düşünülmelidir. Bu sosyal hastalık belirtileri bizde de çokça rastlanır oldu.
 
Zevkçiliği, bencilliği ve kişisel rahatını yücelten bireylerin çoğunlukta olduğu hiçbir aile mutlu olamaz, hiçbir kurum devam edemez ve hiçbir toplum ayakta kalamaz.
 
Bu üç hastalığın sonucu…
 
İnsanların tembelleşmesi, lüks ve eğlencenin yüceltilmesi, görev ve sorumluluk duygusunda azalma olması, israfın, aç gözlülük ve doyumsuzluğun yaygınlaşması, sosyal ilişkilerde saygının ve empatinin değerini yitirmesi, bencilliğin teşvik edilmesi sonucu toplum da bazı değerler geriler.
 
Sevgi, saygı, güven, merhamet ve sorumluluk değerleri zarar görür.
 
Halkın düzene sevgi ve güveninin zayıflaması ile birlikte toplumda adalet ve dürüstlük duygusunun gerilemesi sonucu gelir dağılımının bozulması ortaya çıkar.
 
Ahlaksız ticaret,
 
İlkesiz politika,
 
Faydasız ilim,
 
Emeksiz zenginlik,
 
Vicdansız haz ve
 
Çilesiz dindarlık varsa  “hedonizm, egoizm ve komfortizm” sosyal hastalıkları bu değerleri bozmuş demektir.
 
Kredi kartı tuzağı
 
Kredi kartını hazır nakit gibi algılaması ve kredi kartına taksit adı altında tuzak uygulamalar alışveriş çılgınlığını teşvik ediyor. Karşılıksız sermaye olan kredi kartlarının bankaların gelirlerinin dörtte birini karşılaması tesadüf değildir.
 
Tüketici davranışını etkileyen sosyal hastalıklar insanda temel özdenetim mekanizması olan “İstek ve ihtiyaç” dengesini bozulmasına sebep oluyor. Hoşuna giden bir kıyafet, ev eşyası, kişiye özel tuzakları ihtiyacı olmayan şeyi almamız sonucunu doğuruyor.
 
 
Yetinme duygusu yani kanaat hissini zedeleyen modern yaşam tasarruflu yaşamayı eski kafalı olmak olarak sundu.
 
“X” kuşağı gençlik
 
Yemeyeceksen, harcamayacaksan, neden kazanıyorsun? diyen eşler şirketleri batırmaya devam edecekler.
 
Hatta bir genç çalışanımız iyi maaş aldığı halde işten ayrılmıştı. Kalite standartları gereği neden ayrıldığını öğrenmek istedik ve sorduk aldığımız cevap ağzımızı açık bıraktı. 25 yaşındaki genç “Burda iyi kazanıyorum ama harcamaya zamanım olmuyor neden çalışayım ki?” demişti.
 
Amacı yemek içmek ve eğlenmek olan “X” kuşağı gençlere insani değerleri öğretmek ve yüksek idealler vermekten başka çözüm gözükmüyor.
 
Nevzat Tarhan - Haber 7